YDH- Foreign Policy’de Mısır’daki askeri müdahaleyi değerlendiren Marina Ottoway, Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesini değerlendirdi.
Ottoway, Foreign Policy'deki yazısında Müslüman Kardeşlerin iktidardan uzaklaştırılmasını eleştirerek “Selefi ultra radikaller artık Mısır’ın yeni kudret simsarları oldu” yorumunu yapıyor.
Kardeşlere kötü mü demiştiniz?
Mısır’ın son günlerdeki siyasi çalkantılarının girdiği pek çok şaşılacak dönemeçten birinde, şahin Selefi partiler siyasi süreçte en önemli İslamcı oyuncular olarak Müslüman Kardeşler’in yerini almaya hazır görünüyor.
Bolca ironiyle yüklü bir durum bu: Yıllarca, Kardeşler İslamcı dünyanın “iyi adamlarını” temsil etmişlerdi -diğer partilerin başa çıkabileceği bir hareket-, Selefilerse kullanılabilecek her türlü yola başvurup bir İslamcı devlet kurmaya odaklanmış uzlaşmaz yobazlardı.
Ama eski “kötü adamların” Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin düşüşünden önceki haftalarda muhalefetin yanında yer alarak kendilerini günahlarından arındırmalarıyla birlikte, şimdi ellerinde Arap dünyasının en büyük ulusunda İslamcı siyasetin standart belirleyicisi olma şansı bulunuyor.
En büyük İslamcı organizasyon olan Nur Partisi, Mursi’nin geri çekilmesi çağrısında muhalefete katılarak Mursi’nin ve Müslüman Kardeşler’in iktidarı tekelleştirmeye çalıştığını iddia etti. Fakat Kardeşler’e karşı yürütülen sokak protestolarına resmen katılmadı ve o zamandan beri de taraf tutmaktan kaçınıyor; ordunun geçiş haritasını ve anayasa taslağını eleştiriyor, üyelerinin geçiş hükümetine ne katılacağını ne de ona karşı çıkacağını duyuruyor.
Fakat Selefilerin katılımı da bedelsiz olmuyor, Mısır’ın yeni yöneticilerininse bu bedeli ödemek isteyeceklerinin bir garantisi yok. Mursi’yi deviren subaylar –şimdi iktidar koltuğunda gözleri olan partiler ve şahıslarla birlikte- önemli bir seçimle karşı karşıya kalmış bulunuyor: İslamcıları yeni sisteme dâhil etmeliler mi? Yoksa Hüsnü Mübarek ve önceki hükümetler zincirinin yaptığı gibi onları kararlılıkla kıyılara itmenin yoluna mı bakmalılar?
Bu kararın henüz verilip verilmediği açık değil. Resmi olarak, ordu ve sivil atananları şu an İslamcıların siyasal sürece dâhil olması gerektiğini ileri sürüyor. Fakat pratiğe gelince, ordu ve müttefiklerinin eylemleri başka bir hikâye anlatıyor: Müslüman Kardeşler’in liderleri gittikçe büyüyen sayılarla toplanıp tutuklanıyor, İslamcı televizyon kanalları kapatılıyor ve düzinelerce Mursi destekçisi sokakta polis ve ordu tarafından vurularak öldürüldü.
Aynı zamanda, yeni liderlik Selefilere müthiş bir taviz vererek 8 Temmuz anayasa taslağına askıya alnınmış 2012 anayasasının en tartışmalı fıkralarından bazılarını dâhil etti.
Taslağın birinci maddesi İslam’ın devlet dini olduğunu ve şeriat ilkelerinin de yasamanın ana kaynağı olduğunu beyan ediyor. Bu ifadeleri anayasaya dahil etmekte ısrar edenler Selefiler, özellikle de Nur Partisi’ydi.
Fakat Selefilerin uzun vadede yeni laik müttefikleriyle birlikte yaşayabileceğinin de garantisi yok. 30 Haziran eylemlerine öncülük eden “isyancı” hareket Temerrud, anayasa taslağında şeriata yapılan göndermelerle küplere bindi ve yeni hükümete İslamcıların katılımına da karşı çıkıyor.
Ulusal Kurtuluş Cephesi’ndeki sözde liberallerin birçoğu ve iş dünyasından isimler de ayrıca, en azından özel alanlarında, Müslüman Kardeşler’in ve siyasi kanadı Özgürlük ve Adalet Partisi’nin (ÖAP) çözünmesini istiyor -ve yeni anayasada dini eğilimi olan bütün partilerin yasaklandığını görme arzularını da gizlemiyorlar. Gerçekten de, yeni anayasanın yazılması üzerine çok büyük bir laik-İslamcı kavgası kopuyor.
Dine dayanan partilerin yasallığı üzerine yeni anayasa ne derse desin, Müslüman Kardeşler şimdilik siyasi süreçten kovulmuş görünüyor. Hâlâ Mursi’nin ülkenin hakkıyla seçilmiş cumhurbaşkanı olduğunda ve eski görevine geri getirilmesi gerektiğinde ısrar ettiğine göre, 2014 başlarında gerçekleşecek parlamenter seçime katılacağa da benzemiyor. Bu durumda Kardeşler’in seçmenlerine de, Mısır’ın siyasi sahnesinde hükümetin güçlü bir İslami referansının olması için açık çağrıda bulunan son oyuncular olan Selefi partilerden başka dönecek yer kalmayacak.
Selefiler siyasi katılıma kolay girmediler. Mübarek’in devrilmesine kadar, siyasal faaliyetten kaçınarak kendi düşüncelerini tebliğe ve kendi cemaatlerinin gelişimine odaklanmışlardı. Siyasi alana girme kararı Ocak 2011 olaylarına ani bir tepkiydi: Selefiler bir açıklık görmüş ve sosyal ve dini ağlarını siyasal emeller için harekete geçirerek bu açıklıktan faydalanmışlardı.
Başarıları şaşırtıcıydı: Ocak 2011’de hiçbir siyasi örgütlenmeleri yokken Mart 2012’de parlamentodaki koltukların yüzde 25’ini ele geçirip yıllarca mevcut bulunan laik partileri ezip geçecek kadar şaşırtıcı bir yol kat ettiler.
Selefilerin yükselişi çok ani olduğu için, bu yükselişe dengi bir ideolojik dönüşüm eşlik etmedi. Selefi partiler çoğulcu bir siyasal sisteme katılmanın sonuçları üzerinde çok az müzakere ettiler; sadece, daha önce zamansız bulup bir kenara koydukları İslam devleti kurma hedefinin hemen şu anda peşinden koşulmaya değer olduğuna birden karar veriverdiler, o kadar.
Bunun aksine Müslüman Kardeşler’se, siyasal katılımın sonuçlarını on yıllardır tartışagelmiş ve bu tartışmaların sonucunda durduğu yeri tadil etmiş, çoğulculuk ve sivil devlet kavramlarını kabul etmişti. Bu geçiş hâlâ eksik ve tartışmaya açıktı, ama yine de bir başlangıçtı.
Kardeşliler ve Selefi örgütlenmeler arasındaki farklar 2012 anayasasının müzakerelerinde daha belirgin bir şekilde ortaya çıktı.
Selefilerin tavrı uzlaşmazdı, anayasanın şeriata ve Sünni yorumlarına göndermeler ihtiva etmesinde ısrar ediyor, cinsiyet eşitliğine yapılan referansları ve Mısır’ı İslam devletine çevirme yolundaki nihai hedeflerini saklamayı reddediyorlardı.
Müslüman Kardeşler sivil devlet anlayışını kabul etmiş ve genel olarak da daha esnek davranmıştı.
Dolayısıyla Selefilerin İslamcı akımın temsilcileri olarak sisteme dâhil edilmesi ülkenin yeni yöneticileri için daha büyük bir bedele mal olacak. Anayasa, 2012 Anayasası’ndaki şeriatla ya da İslam’ın devlet dini olmasıyla ilgili ifadelerden birçoğunu yine ihtiva etmek zorunda kalacak, bu durum son anayasa taslağında da belli oldu zaten. Dahası, Selefiler için kabul edilebilir olan herhangi bir anayasa, cinsiyet eşitliği ve Müslüman-gayrimüslim vatandaşların eşitliği gibi konuları hafife alarak laik güçlerin öfkesini kabartacak.
Fakat Selefi partiler de Müslüman Kardeşler gibi siyasi katılımdan kaçınırsa Mısır’ın ödeyeceği bedel yine bir o kadar büyük olur.
Mısır siyasetindeki şu patırtılı anda, İslamcılar sakin sakin siyasetten çekilip sadece dini meselelerle meşgul olmayacaklar. Müslüman Kardeşler şimdiden açıkça rejime isyan çağrısında bulunuyor, Selefiler de aynısını yapabilir.
Mübarek rejimi İslamcıları bastırmayı ancak binlercesini tutuklayıp seçimlere hile karıştırarak başarmıştı; İslamcı katılımını sınırlamak isteyen her rejim de aynısını -ve büyük ihtimalle de daha büyük bir ölçekte- yapmak zorunda kalacak. Bir başka deyişle, İslamcıların dışlanması, demokrasinin dışlanması anlamına geliyor.
Marina Ottaway, Woodrow Wilson Uluslararası Akademisyenler Merkezi’nde üst düzey bir akademisyendir.
Çeviren: İkbal Zeynep Dursunoğlu