YDH Suriye Temsilcisi Mehmet Serim, 2. Cenevre konferansı öncesi Suriye'de ve uluslar arası alanda yaşanan son gelişmeleri yazdı.
Cenevre 2 toplantısı için tarafların hazırlıkları sürüyor. Batı bloku bir yandan Suriye içindeki silahlı muhalefeti, bir yandan da dışarıdaki muhalefeti toparlamaya çalışıyor. Şu ana kadar başarı sağlanabilmiş değil. Yapılan zayıf açıklamalar bunun göstergesi.
Cenevre 2 yapılabilecek mi? Bu soruya şimdilik cevap verebilmek güç. Yapılma olasılığı var. Suriye’nin ekonomiden sorumlu bakan yardımcısı Kadri Cemil Moskova’da “23 Kasım” dedi; ama Esad “hiçbir şey belli değil” diyerek konferans konusundaki en gerçekçi bilgiyi vermiş oldu.
Ancak asıl soru şu: yapılırsa ne için yapılacak / nasıl bir sonuç / başlangıç çıkacak ortaya?
Asıl sorunların hiçbiri aşılabilmiş değil
2. Cenevre Konferansı, bilimsel bir konunun tartışılacağı bir toplantı değil. Sonuçta tarafları ve bu tarafların isteklerinin belli olduğu bir toplantı.
Yani kimse yeni bir şey koymayacak ortaya. Dolayısıyla tartışılacak bir konu da yok.
Asıl sorun Esad’ın (süreç içinde ve sonrasında) geleceği. Batı krizin başından bu yana hesaplarını Esad’ın gitmesi üzerine yapmıştı, Rusya ise kalması üzerine.
İki taraf bir yandan her anlamda savaşırken diğer yandan birbirlerine krizin bit(iril)mesi için kendi hesaplarını kabul ettirmeye çalışıyordu.
Gelinen aşamada iki tarafın da birbirlerine kendi hesaplarını kabul ettirdiği söylenemez.
Cenevre’de ne konuşulacak?
Bu durumda “Cenevre’de ne konuşulacak peki?” sorusunu sorabiliriz.
Sorun geçiş hükümeti, bu hükümette kimlerin yer alacağı, sonrasında hazırlanacak yeni anayasa, yapılacak serbest seçimler değil ki. Bunlar teknik düzeyde, bürokratların halledeceği konular.
Peki asıl sorun (Esad’ın geleceği) dururken, (yapılırsa) Cenevre’de nasıl anlaşma olacak?
Cevap hazır aslında: Anlaşma olmayacak.
ABD ve Batı ile Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler Esad’ın kalması ihtimalini duymak bile istemeyecek. Suriye – Rusya tarafı ise Esad konusunda herhangi bir dayatmayı kabul etmeyecek.
Bu durumda tarafların Cenevre için şimdilik görünen hazırlıkları silahlı güçlerini biraz daha takviye etmek ve Cenevre’ye diplomasi değil; ama silah gücü ile gitmek.
Son günlerde artan çatışmalar bunu gösteriyor.
Suriye’de gelişen süreci yakından takip edenler şunu çok iyi biliyorlar: Sonucu sadece ve sadece yaşanan çatışmalar belirleyecek.
Büyük Kalamun savaşına hazırlık
Kuseyr savaşında Suriye ordusu militanlara büyük darbe vurmuştu. Kuseyr’in ele geçirilmesinden sonra ordunun daha da rahat edeceği düşünülüyordu.
Ancak böyle olmadı. Kuseyr’den kaçan militanlar tüm Kalamun bölgesine yayıldı. Bunlara Lübnan’dan gelenler ile Şam kırsalı ve Humus’tan gelenler de eklendi.
Kalamun bölgesi stratejik önem bakımından Kuseyr’den daha önemli. Çünkü Şam ile Humus arasında Lübnan sınırından doğuya doğru onlarca merkezi içine alan, bir kısmı dağlık bir bölge.
Kuzeyde Humus’tan başlayacak olursak Şam’a doğru giderken ilk önce Lübnan sınırında Kuseyr var. Daha güneye inerken ise sırasıyla Kara, Deyr Atiyeh, El Nebk ve Yabrud var. Bu dört yerleşim merkezinden Deyr Atiye Hıristiyan. Ancak diğer üçü isyan sürecinde militanların çok önemli sığınaklarından oldu. Bu merkezlerin dışında Lübnan sınırına doğru Asel Al Ward, Hafir Fawka ve Telfita var. Bu üçünden sınıra en yakın olanı Asel al-Ward. Şehirlerarası karayolunun doğusunda ise Humus kırsalındaki Sadad ve Şam kırsalındaki Jayrud var.
Tüm bu merkezleri içine alan bölgeye Kalamun bölgesi deniliyor. Yani coğrafik olarak Humus kırsalından başlayıp Şam kırsalında bitiyor.
İşte bu binlerce kilometrekarelik alanda yaşanacak savaş için iki taraf da büyük bir hazırlık içinde. Bölgedeki muhalif militan sayısının yaklaşık 20 bin dolayında olduğu belirtiliyor.
Diğer yandan Hizbullah’ın Kalamun savaşında da olacağı gelen bilgiler arasında. Aslında bunun ön aşaması olan Malula operasyonu için Hizbullah komutanlarından birinin adı da anılmıştı. Malula –nihai- operasyonu da başlamadı henüz.
Kalamun’un önemi
Kalamun bölgesi Kuseyr’e benzetilebilir. Kuseyr savaşını hatırlayalım. Orada ordunun Hizbullah ile ortak operasyonunda kazanılan başarı; Şam – Humus karayolunun açılması, Hizbullah – yönetim / ordu arasındaki kanalların açık kalmasını sağlamış diğer yandan muhaliflerin önemli silah koridorlarından biri kapanmıştı.
Kalamun bölgesi ise aynı avantajları sağlayacak coğrafik anlamda çok daha geniş bir bölge. Eğer Suriye ordusu Kalamun savaşında başarı kazanırsa Şam–Humus karayolu üzerindeki militanların en önemli üslerinden olan Yabrud, El Nebk ve Kara’yı ele geçirecek ve Şam–Humus karayolu tamamen kontrol altına alınacak.
Şu anda da kontrol altında olduğu söylenebilir. Ancak sayılan merkezler de dahil birçok yerde kontrol noktaları var, zaman zaman da bu noktalara saldırılar oluyor ve karayolu bir süre trafiğe kapanıyordu.
Kalamun savaşının ikinci –ve daha önemli- sonucu ise ordunun Kuseyr savaşı ile lojistik olarak sağladığı Güney–Kuzey bağlantısının coğrafik olarak da sağlanacak olması.
Üçüncü sonucu militanların Kalamun’un hemen karşısında yer alan Lübnan’ın Arsel bölgesini üs olarak kullanamayacak olması.
Bu bölge Şii nüfusu da barındırıyor. Bu durumda Kalamun bölgesi ile birlikte Lübnan–Arsel bölgesi de çatışmalara sahne olacaktır. (Trablus’ta denemeler başladı)
Suriye’deki savaşa katılan Hizbullah’ın Kalamun savaşı başladığında Lübnan içindeki savaşa müdahil olması kaçınılmaz bir durum.
Kalamun bölgesinde kontrolün sağlanması durumunda bizce en önemli sonuç Suriye ordusunun Dera ve Halep hariç Dera’dan Halep’e kadar olan bölgeyi tamamen kontrol altına alacak olmasıdır. Bundan sonra hakimiyet bakımından ülke doğu ve batı olarak ikiye ayrılacak ve ardından Dera ve Halep üzerine yoğunlaşılacak gibi görünüyor.
Aslında Dera’da son günlerde yapılan operasyonlarda militanlara büyük darbe vuruldu. Ancak daha önemli olan Halep.
Halep kırsalında ise durum karışık ve burada yönetim (diğer kırsal bölgeler ve sınır boyunda) savaşmaktan çok “orkestrasyon” yapıyor gibi. Bir yanda IŞİD, bir yanda El Nusra, Bir yanda ÖSO, bir yanda YPG. Bir yönetim daha ne ister. Bu grupların birbirleri ile savaşmaları yönetimi rahatlatmış durumda. Muhaliflerin kendi içlerindeki eleme maçları bittiğinde, yönetim ile finali kimin oynayacağı da belli olacak.
Lazkiye kırsalında ise muhaliflerin çok tutunma şansı yok. Eninde sonunda oradan atılacaklar çünkü “habitat uygun değil.”
Dışarıda durum
“Uluslar arası toplumun” yüzden fazla ülke ile kaslarını sergilediği gösteri sona erdi, gelinen aşamada kaslar gitti, gövde kaldı.
ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın dışında Suriye yönetiminin devrilmesi için açıktan çaba gösteren ülke kaldı mı? Birçok ülke zaten ABD’nin zorlaması ile bu oyuna gönülsüz girmişti, şimdi buldukları ilk fırsatta kaçıyorlar.
Geriye kalan ülkeler arasında ise ilişkiler iyi değil. Katar ile Suudi Arabistan zaten Suriye geçici birlikteliği sürerken bile kavgalıydı. Mısır’da Mursi’nin devrilmesinden sonra bu durum iyice açığa çıktı. Suudi Arabistan ile ABD arasında yaşanan gelişmeler ise biliniyor. Türkiye ise daha önce “Suriye tarafından gelen / atılan mermi / roket” söyleminden “gruplara karşılık verilmiştir” söylemine geçti.
Erdoğan diğer yandan pragmatizmin zirvesinden inmeyeceğini bir kez daha gösterdi ve Maliki’yi Türkiye’ye davet etti.
İçeride durum
Esad bugüne kadar sürdürdüğü tavizsiz duruşunu son röportajında da gösterdi. Bir yandan yapılan Cenevre’ye hazırız, şu tarihte olacak” açıklamaları var; ancak diğer yandan bizzat Esad “aday olmam için engel yok, muhalifler ile görüşürüz ancak silah bırakmaları, yabancıların müdahalesine karşı çıkmaları lazım” diyor. Esad “Cenevre için hiçbir şey belli değil” derken de Cenevre’nin anlamsızlığını ortaya koyuyor.
Suriye dışişleri bakanlığı ise “Esad’ın geleceğine sadece Suriyeliler karar verir” açıklaması ile sadece AB’ye cevap vermekle kalmadı tüm taraflara hitaben Cenevre için de tek şartını koymuş oldu.
Yukarıda da belirttik kimse on şartlarından geri adım atmayacak. Dolayısıyla geriye tek belirleyici kalıyor: savaş
İçerideki askeri durumu özetlemeye çalıştık. Ordu son günlerde birtakım merkezlerde ilerleme sağladı, diğer yandan Kalamun savaşına hazırlanıyor.
Yönetim diğer yandan el-Nusra ve diğerleri ile ordu arasında kalan -ve aslında savaşçı sayılmayan- ÖSO’yu yanına çekmeye çalışıyor. Bunda kısmen başarılı olundu gibi. Çünkü ÖSO gördü ki Nusra ve IŞİD gibi örgütlerin şakası yok ve eğer bu örgütler kazanırsa ÖSO yok olacak.
Diğer yandan IŞİD Deyr ez-Zor ve Rakka taraflarında hakimiyeti sağlamış ve devlete petrol satarak geçiniyor. Zaten kuzeydeki savaşın bir bölümünün sebebi de bu. Devlet ise daha önce yüzde 20 pay verdiği yabancı şirketler yerine yüzde 6 paya razı olan IŞİD ile işbirliği yapmaktan memnun. Kışa girilmeye hazırlanılan bugünlerde mazot / benzin / elektrik sıkıntısı yok çünkü.
Geçtiğimiz günlerde basınımızda yer alan bir haber ise “günaydın” dedirtecek türdendi. Esad Kürtlere işbirliği teklif etmiş ve dokunmayın demiş. Sadece kaynağı belirsiz ölü sayıcılığı yapan basınımızın “çok şaşırdığı” bu durum zaten uzun zamandır pratikte yaşanıyordu.
Bu, ileride Kürtler ile yönetim arasında çatışma / sorun yaşanmayacağı anlamına gelmiyor elbette. Ancak iki taraf da şu anda birbirleri ile uğraşamayacak kadar meşguller ve düşmanlarının düşmanları ile savaş halindeler.
Esad Türk basınına verdiği son röportajında bir Türk gazeteciye “Şubat 2014’ü bekleyin” demiş. Neden söyledi, ne planlıyor, ya da o tarihler için belli olan ne var bunu kimse bilmiyor. Bize de Şubat 2014’u beklemek kalıyor.