İranlı gazeteci Muhammed Hadi, İsrail’deki siyasi krizi, erken seçim kararını ve bunların Batı Şeria ile olan ilişkisini yazdı.
Dünyadaki ve bölgedeki şartlar ve gelişmeler o kadar karmaşıklaştı ki her Batılı ülke için artık kendi öncelikleri var. Yani geçmişte olduğu gibi her yere cömertçe ve canların istediği gibi yatırım yapabilecek ve Siyonist rejimi destekleyebilecek durumda değiller.
Siyonist rejim 60 yıl boyunca hiçbir zaman bugünkü kadar eleştirilmemiş, liderleri ya da kurumları bu kadar baskı görmemişti.
ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya, on yıllar boyunca Siyonist rejimi sınırsız bir şekilde destekleyen ülkelerin başında geldi ve bu rejime hizmette kusur etmedi. Ama şimdi durum farklılaştı, bu Batılı güçlerin artık dertleri başından aşkın.
Amerika’daki iktidar yapısı daha çok Siyonist lobilerle düğümlü olsa da, yetkililer, senatörler, bankalar, petrol ve silah firmaları vs, bu Siyonist lobiler aracılığıyla konum elde edebilse de asıl mesele şu ki Batı’daki durum normal değil. Sistemin ve hükümet yetkililerinin manevra alanı daraldı ve onların Siyonist rejimle ilgili olarak eski kararları alabilmesi zorlaştı.
Bugün Amerika’nın ve Batılı ülkelerin acil önceliği, barış sürecinin yoluna girmesi. Artık İsrail’in azami düzeyde imtiyaz koparmasını düşünebilecek durumda değiller. Yalnızca bu trajedinin sona ermesini düşünüyorlar.
Elbette adalet ve insaf terazisinin kefesinin Filistinlilerin talepleri ve hakları yönünde ağır basmasını istemiyorlar; ancak İsraillilerin, özellikle de aşırı partilerin isteklerini onaylamıyorlar.
İsrail’deki şartların çıkmaza girmesinin koalisyonun çökmesinin ve mart ayına erken seçim kararı alınmasının sebebi, Netanyahu ve aşırı partilerin haraç davulları çalması, ABD yönetimindeki barış müzakerelerini çıkmaza sokması ve diğer stratejik konularda ise kendi görüşlerini ABD’ye ve diğer Batılı ülkelere dayatmak istemesiydi.
İran’la 5+1’in nükleer müzakerelerinin nasıl ve ne sonuç vereceği konusu, Siyonistlerin Amerika’ya ve Batı’ya yönelik baskıları arttırdı ve Batılı yetkilileri bıktırdı.
Rice, dışişleri bakanlığı döneminde AIPAC toplantısında Siyonistlere barış peşinde olmazsanız zaman kaybedeceksiniz bu sizin için altın bir fırsat” demişti.
Batılılar, İsrail’de Siyonist parti liderleriyle yaptıkları kapalı görüşmelerde “67 topraklarına dönün ve Batı Şeria’yı Filistinlilere verin” görüşüne yoğunlaştılar.
Elbette Batılılar, Batı Şeria’nın yarısını işgal etmiş olan Siyonist yerleşkeler konusunda zorluk çıkarmıyorlar onları İsrail’in malı kabul ediyorlar; fakat Batı Şeria’nın bırakılmasını vurguluyorlar.
Aşırı Siyonist partiler, Batı Şeria’dan çekilmeyi bir ‘ulusal intihar’ olarak görüyor. Sağcı, dinci hatta solcu partiler, 1967 sınırlarına çekilmek gibi bir niyet taşımıyorlar.
Meselenin özü şu ki Batılıların barış süreci ile ilgili talepleri kapalı bir yol durumunda ve kilitlenmiş bulunuyor.
Bu yüzden Amerikalılar ve Avrupalılar bu çıkmazın aşılabilmesi için seçimleri solcu partilerin kazanmasına umut bağladılar.
İsrailliler şunu iyi biliyor ki Batı Şeria’yı boşaltsalar da ellerinde tutsalar da “Batı Şeria’nın silahlandırılması stratejisi” aktif hale geçti. Yani Batı Şeria ister Filistinlilere bırakılsın ister bırakılmasın her iki durumda da bu İsrail’in sonu olacak; fakat bunun gerçekleşmesi ve zamanı birbirinden biraz farklı olur.
Eğer barış müzakereleri kilitlenir, Siyonist liderlerin bahaneleri ile karşılaşır, Batılı güçlerin planını ve hesaplarını zora sokarsa bunlarla Siyonist rejim arasındaki gerilim artacaktır.
Batılı ülkelerin Ortadoğu krizi konusunda fazla bir zamanı yok ve onların önceliği Çin’e ve doğu Asya’ya gitmek.
Halbuki İsrailliler, Filistin bunalımına dikkat yoğunlaştırılmaması gerektiğine; çünkü Arap ülkelerinin Filistinlilerin haklarını kazanmaksızın kolayca barış yapabileceğine inanıyor.
Eğer sol partiler seçimi kazanır, Batılıların baskısına boyun ve barış müzakereleri Batı Şeria’nın boşaltılması yönünde ilerlerse, Batı Şeria’nın silahlandırılması stratejisi daha da hız kazanacak ve bu da yine İsrail’in sonunu hazırlayacak.
Dolayısıyla İsrailli yetkililer Batı Şeria’da büyük bir sorunla ve stratejik bir paradoksla karşı karşıyalar ve bundan kaçışları da yok.
Birinci durumda Batı onların karşısında, ikinci durumda ise yanında olacak; ama Filistin direnişinin stratejik derinliğinin, kabiliyetinin ve menzilinin daha da artması gündeme gelecek ki bu da “İsrail’in sonu” denklemini hazırlayacak.
Çeviri: YDH