Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah başta Yemen olmak üzere bölgede yaşanan son gelişmeleri değerlendiren bir konuşma yaptı.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, el-Menar ve el-Meydin televizyonları tarafından canlı yayımlanan konuşmasında şunları söyledi:
Her Lübnanlının her insanın Yemen’deki durum ve Yemen’e karşı başlatılan savaşla ilgili görüşlerini söylemeye hakkı var. Biz Lübnan’da genelde tutumumuzu geç alıklarız; ama ilginçtir ki Yemen’e saldırının açıklanmasının üzerinden bir saat geçmeden Sa’ad Hariri bu saldırılara destek veren tutumunu açıkladı, Yemenlileri kınadı ve İran’ı bölgeye müdahale etmekle suçladı.
Herkesin görüşünü açıklamaya hakkı olduğu gibi bizim de uygun bir dille görüşümüzü açıklama hakkımız var. Ama umarım Körfez Bölgesi’ndeki bu gelişmelerle ilgili ortaya çıkan yeni ihtilaflar Lübnan’da gerilimlere sebep olmaz, hükümetle ve diğer meselelerle ilgili etki yapmaz ve kimse ülkeyi yeni bir krize sürüklemez.
Önce, iç diyalog ve Refik Hariri mahkemesi hususlarında birkaç noktaya değinmek istiyorum. Biz en başından Mustakbel Partisi ile ülkeyi savunmak ve Lübnan çıkarlarını korumak için görüşmeler yapmaya hazır olduğumuzu açıkladık. Bu diyalogun hedefi mantıklıydı.
Hedef siyasi krizi azaltmak ve ülkenin tahrip olmasını ve taifeci ihtilafların doğmasını önlemekti. Başlangıçta el-Mustakbel Partisi dışından bazı çevreler ve yine el-Mustakbel içinden bazı kişiler bu diyaloga muhalefet ettiler, bunu sabote etmeye çalıştılar ve hala da çalışıyorlar.
Bu meseleyi bu kişilerden bazılarının uluslararası mahkemede yaptıkları tanıklıkta gözlemlemek mümkün. Ama biz bu ifadelere değer vermiyoruz. Diyalog, ulusal menfaatleri temin ettiği sürece bunu sürdürürüz. Bu sözlere ve kışkırtıcı adımlara karşı sabrederiz.
Lübnan’ın direnişçi halkından da bu sözlere aldırış etmemesini ve sabretmesini istiyoruz. Zira bu kişilerin hedefi mezhebi ayrılıklar çıkarmak ve fitne yaratmaktır. Bu kişiler, fitne çıkarmadıkça bir yere sahip olamıyorlar. Dolayısıyla bu tür sözlere itibar etmemek gerekiyor.
Uluslararası mahkemenin bizim açımızdan hiçbir değeri yok
Uluslararası mahkeme ile ilgili olarak şunu söylemeliyim ki biz yıllar önce bu konudaki tutumumuzu ortaya koyduk. Biz temel olarak mahkemeye, mahkemenin terkibine, üyelerine, hedeflerine, kurallarına ve sonuçlarına karşıyız ve bunu da açıkladık. Dolayısıyla bu mahkemede geçenlerin bizim açımızdan hiçbir önemi yok.
Lübnanlılar tanıklık yapanların ifadelerini gördüler, uzun hikayeler dinlediler; ama şimdiye kadar yasal ve hukuksal değer taşıyan bir belge duymadılar. Bu hususta yalnızca şunu hatırlatmak isterim. Biz bu mahkemeyi usulde de esasta da kabul etmiyoruz. O mahkemede geçenler bizim için önem taşımıyor ve bu yüzden de bununla ilgili bir açıklama da yapmıyoruz.
İkinci mesele, bazıları yakınlarda Lübnan’da siyasi boşluk oluşturmakla suçladı. Kuşkusuz Lübnan’da siyasi boşluk ve cumhurbaşkanının olmaması sıkıntı verici bir durumdur ve cumhurbaşkanlığı seçimleri önemlidir. Ancak bazıları bu meselenin sorumluluğunu başkalarına yüklemek istiyorlar.
Bazıları birkaç gün önce Hizbullah’ı ve İran’ı suçladı. Açık ve kısaca söylüyorum İran’ın Lübnan cumhurbaşkanlığı seçimlerine hiçbir müdahalesi olmadı ve olmuyor.
Fransızlar İran’la defalarca temas kurdular ve onlardan bu meseleye müdahil olmasını istediler. Ama İranlılar onları Lübnanlılara yönlendirdi ve bu mesele Lübnanlıların iç meselesidir dedi. İran hiçbir şahsı veto etmedi. Ne birinin cumhurbaşkanlığına karşı çıktı ne birini cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdi ne de bizimle belli bir kişi ile ilgili olarak konuştu. Dolayısıyla Lübnan’daki siyasi boşluk konusunda İran’ın herhangi bir rolü yok.
Lübnan’daki siyasi boşluktan sorumlu olanları herkes tanıyor
Lübnan’da siyasi boşluğa sebep olanları Lübnanlılar çok iyi tanıyor. Onlar hükümette ve medyada bulunuyorlar. İsmini daha sonra söyleyeceğim bir ülke; Lübnan’ın istikrar ve dengelerini koruyabilecek güçlü, akılcı ve mantıklı bir kişiyi veto etti ve onun seçilmesine yasak koydu. Bu ülke Suudi Arabistan’dır. Daha somut söylemek gerekirse Suudi Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal’dır.
Bunu herkes biliyor. Bizim Lübnan’daki sorunumuz, bir ülkenin bizim cumhurbaşkanı seçimimize veto koymasıdır. Cumhurbaşkanı seçiminde Suudi Arabistan’ın sorun çıkardığını hepiniz biliyorsunuz, peki o halde İran’ı neden suçluyorsunuz? İran’ın bu işle hiçbir ilgisi yok. Cumhurbaşkanı seçimine karar veren bizleriz. Dostlarımızdan ya da dostlarımız dışından hiçimse bize bir ismi dikte etmiyor.
Siz gidin önce kararınıza sahip olun, başkalarına bağlanmayın o zaman emin olun ki cumhurbaşkanlığı seçimi sonuca bağlanır.
Yemen’e saldırı
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, konuşmasının Lübnan’la ilgili bölümünü tamamladıktan sonra Yemen’de yaşanan gelişmelerle ilgili olarak da şunları söyledi:
Gece yarısı haberlerden Suudi Arabistan’ın Yemen’e saldırı başlattığını öğrendik. Daha sonra buna 10 ülkenin katıldığı, bir koalisyon oluşturulduğu ve bu operasyonun adının da “Kesin Kararlılık Fırtınası” konduğu açıklandı.
Önce, siyasi değil, insani ve vicdani açıdan konuşmak istiyorum. Gündeme gelen en önemli soru şu: Acaba ne oldu da Arapların ‘Kesin Kararlılık Fırtınası’, kahramanlığı, iradesi, heybeti ortaya çıktı?
Bizler onlarca yıldır Filistin’de ve Filistin civarındaki ülkelerde 1948’den bugüne kadar Siyonist rejimin varlığıyla acılara ve musibetlere uğradık; ama bizim için ne kesin kararlılık fırtınası esti ne de kesin kararlılık meltemi… Bunlardan bir Arap meltemi esmesi bizim için bir rüya oldu.
Kesin kararlılığınız Filistin’de neredeydi?
Eğer mesele birilerinin bunu sizden istemesi ise, Filistin halkı yıllardır yardım çığlığı atıyor. 1982’de Lübnan halkı size seslendi; ama umutsuzluk buldu.
2006’da ben sizden hiçbir şey istemediğimi söyledim. Yalnızca bizi rahat bırakın dedim. Ama Filistin halkı hala size sesleniyor ve sizden yardım istiyor.
Gazze’ye yönelik son 51 günlük savaşta evler bombalandı; kadınlar, çocuklar öldürüldü. Gerçi bunu söylemek istemiyorum; ama bunlar da Sünni Müslümanardı ve siz Arap krallarından ve liderlerinden yardım istediler; ama hiçbir adım atmadınız. Bu kahramanlığınız, iradeniz, heybetiniz ve kesin kararlılığınız neredeydi?! Bu, üzerinde düşünülmesi gereken acı bir durumdur. Onlarca yıldır bizim bölgelerimiz savaş ve yıkımla boğuşurken Arabistan kılını bile kıpırdatmıyor ama bir anda kesin kararlılık fırtınasının eseceği tutuyor!
Eğer mesele Yemen halkını kurtarmaksa onlarca yıldır Filistin halkını niye kurtarmadınız? Hatta onlara karşı komplolar kumpaslar kurdunuz. Onları çıkmazlara soktunuz, onları İsrail’e ve Amerika’ya sattınız.
İkincisi eğer mesele iddia ettiğiniz gibi yasal hükümeti geri getirmekse peki neden ondan daha da önemli olan Filistin yurdunu ve Filistin’deki Müslümanların ilk kıblesi olan İslam dünyasının mukaddesatını geri getirmiyorsunuz?
Yemen’i tehdit görürken İsrail’den neden tehdit hissetmiyorsunuz?
Üçüncüsü, Yemen’deki yeni durumun Körfez’in ve Suudi Arabistan’ın güvenliğini tehdit ettiğini söylüyorsunuz. Hangi yeni durum? Henüz meydana gelmeyen bir şeyden nasıl tehlike hissediyorsunuz?
Sizin yurdunuzun, denizlerinizin, limanlarınızın yakınındaki dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olan İsrail’den neden tehdit hissetmiyorsunuz?
Ey Arap ve Müslüman halkları, bu gelişmeler İsrail’in bu ülkeler tarafından düşman sayılmadığının, onu hiçbir zaman düşman hatta tehdit bile saymadıklarının yeni bir kanıtıdır.
Saldırının sebeplerine ve bahanelerine gelince… Öne sürdükleri bahaneler, şiddetli ve yıkıcı bir savaşa izin verecek şeyler midir? Onlar evleri ve altyapı tesislerini yıkıyorlar. Sıradan vatandaşları, kadınları ve çocukları öldürüyorlar.
Yemen saldırısının gerekçeleri
Yaptıkları savaşın meşruluğu için ulemadan fetva istiyorlar. Peki ama gerekçeleri ne? Üç sebep söylüyorlar.
Onlara göre birinci sebep yasal bir cumhurbaşkanı vardı; istifa etmişti ama o istifayı geri aldı. İstifasını geri alması Körfez İşbirliği Örgütü’nün planına göre de kabul edilir bir şey değildi; ama hadi onu da bir tarafa bırakalım. Farz edelim ki hepsi doğru, bir yasal cumhurbaşkanı onlardan iktidara dönmek için yardım istedi. Peki bu Yemen’e saldırı için bir gerekçe olabilir mi?
Siz daha önce böyle bir şey yapmamıştınız. Tunus halkı Zeynelabidin Bin Ali’ye karşı ayaklandığında Bin Ali Arabistan’a kaçtı ve hala da Arabistan’ın himayesinde. Arabistan Yemen halının devrimine karşı sert bir tavır takındı.
Arabistan o dönemde Bin Ali’nin Tunus’a dönmesini istediği halde neden bir koalisyon kurmadı ve Tunus’a karşı savaş başlatmadı?
Diğer bir örnek de Mısır’dır. Hepimiz biliyoruz ki Hüsnü Mübarek’i iktidardan düşüren Mısır devrimine karşı Suudi Arabistan’ın tutumu olumsuzdu.
Arabistan hatta Amerika ile bile ağız kavgası yaptı; Washington’u kolaylaştırıcı bir işbirlikçilikle suçladı. Siz o zaman büyük gürültüler kopardınız; ama koalisyon kurup Mısır halkını cezalandırmadınız ve size göre yasal olan cumhurbaşkanını görevine döndürmediniz. Peki Yemen’de ne oldu?
Dolaysıyla yasal cumhurbaşkanını görevine döndürme yalan ve içi boş bir gerekçedir, saldırı için bir bahanedir.
Dünyada sık rastlanan bir şeydir: Tepkisel bir girişim olur, sorunun çözümü ve diyalog için arabuluculuklardan ve barışçı imkanlardan yararlanılır. Güç kullanımına en son gündeme gelir.
Arabistan’ın Yemen’e karşı bu hızlı adımı çok tuhaf. Dolayısıyla mesele cumhurbaşkanı ve hükümetin geri döndürülmesi meselesi değil.
George Bush’un mezhebine göre savaş
Öne sürdükleri ikinci sebep şu: Yeni durum, -Yeni durumdan Ensarullah Hareketi’nin liderliğinde Yemen ordusu ve kabilelerin de eşlik ettiği devrimi kastediyorlar- onları tehdit ediyor. Diyorlar ki ‘yeni durum’ Suudi Arabistan’ın, Körfez’in ve Kızıldeniz’in güvenliğini tehdit ediyor.
Peki bu doğru mu? Araplar, Müslümanlar, aydınlar ve size fetva veren alimler için mahkemede kabul olabilecek bir deliliniz var mı? Bu bir savaştır! Savaşta kan dökülür, zan ve kanaat ile savaş çıkarılamaz. Allah’ın dini bunu hoş görmez. Bu, George Bush’un mezhebidir.
Öte yandan Yemen’in birçok sorunu olduğunu herkes biliyor. Güvenlik sorunu, el-Kaide ve IŞİD’in varlığı, bölgesel sorunlar, ekonomik sorunlar, gelişmişlik sorunu, toplumsal ve siyasi sorunlar, hükümet kurma sorunu, yeni anayasanın hazırlanması sorunu, Yemen’in sorunlarının başlıcalarıdır. Yemen halkı 20-30 yıldır bunlarla uğraşıyor ve kurtulamıyor.
Suudiler Kral Abdullah öldükten sonra Ensarullah’la teması kesti
Yemen’in askeri imkanları belli. Yemen ordusunun askeri ihtiyaçlarını Suudi Arabistan’dan karşıladığını herkes biliyor. Peki bu gerçekler ortadayken Yemen’in Suudi Arabistan için bir tehdit olabileceğine inanmak mümkün mü?
Ensarullah Hareketi içerisindeki kardeşlerimizin Arabistan’la, Katar’la ve Körfez ülkeleriyle temas halinde olduğunu ben biliyorum. Hatta Kral Abdullah öldüğünde Ensarullah’tan bir heyet Riyad’daydı. Kral öldükten sonra durum değişti, temaslar kesildi.
Birileri Yemen’de ve hatta Aden’de müzakerelere hazır olduğunu söylerken, bazı tarafsız ülkeler müzakere için giderken, sizinle hep kardeşçe konuşulurken neden bir anda onlara saldırıyorsunuz? Onların sizin güvenliğinizi tehdit ettiğini nasıl söylüyorsunuz? Dolayısıyla bu sebep de boş ve yalandır.
Arabistan İsrail’e karşı ayağa kalksaydı ona asker olurduk
Ben gerçekleri söylüyorum. Gizli ve açık gerçekleri.. Bu savaşı onaylayan ona ortaktır. Her Müslüman kıyamette bundan sorguya çekilecek.
Suudi Arabistan İsrail’e karşı ayağa kalksaydı, ona asker olurduk. Ama bu savaş bir Arap ve Müslüman halka karşı yapılıyor. Biz bu savaşı destekleyemeyiz.
Üçüncü gerekçe, iddia edilen en önemli sebep. Basit bir mantık bunun ne kadar boş olduğunu ispat eder. Diyorlar ki Yemen İran tarafından işgal edildi. Bu, bu savaşın en büyük delili sayılıyor. Arap ve bölge medyasında sürekli olarak bu vurgulanıyor.
Onlar İran’ın Yemen’e hakim olduğundan, İran’ın Yemen’e müdahalesinden söz ediyorlar. Yemen’in İran olduğunu iddia ediyorlar. Yemen Arap’tır ve onu geri almalıyız diyorlar.
Yemen’i Körfez İşbirliği Örgütü’ne almadılar
İlginç olan şu ki Yemen’i Körfez İşbirliği Örgütüne üye olarak almadılar; çünkü onu ikinci sınıf görüyorlar. Büyük bir medya saldırısıyla bu büyük yalanı söz konusu ediyorlar.
Yemen’in İran tarafından işgal edildiğinin delili nedir? İşgalin boyutları vardır ve en önemlisi de işgalci ordunun varlığıdır. Eğer İran’ın Yemen’de askeri üsleri varsa İran’ı bu ülkeyi işgal etmekle suçlayabiliriz.
Yemen’de İran’ın askeri üsleri ve askerleri mi var? İran gerçekten Yemen’i işgal mi etti? Bu, büyük ve tartışmaya bile gerek olmayan açık bir yalandır.
İşgal yok; ama bir hakimiyet ve nüfuz var diyebilirler. Bu bölge meselelerini anlamak için konuşulup tartışılabilecek bir meseledir.
Suudi rejimi millet diye bir şeyi tanımıyor
Burada Suudilerin askeri düşüncesinin temel sorununu açıklamamız gerekiyor. Suudi rejimi millet diye bir şey tanımıyor. Tunus, yemen, Mısır hatta Arabistan milleti diye bir şey tanımıyor.
Suudi rejimi, halkların kıyamını, iradesini, sorunlarını ve görmüyor. Suudi Arabistan’ı tüm halkı kendi tebası olarak gören bir kral yönetiyor. Dolayısıyla tebanın kendi başına bağımsız bir mahiyeti ve kimliği olabileceğine inanmıyor; dolayısıyla itaatsizlik ettiklerinde şiddetle karşılık verilmesi gerektiğini düşünüyor. Bu, Arabistan’ın en büyük sorunudur.
Arabistan’ın Mısır, Tunus, Libya, Irak ve Yemen’e yönelik tutumu bu bakış açısından kaynaklanıyor. Bu ise yanlış politikalara ve yanlış sonuçlara sebep oluyor ve Suudilerin eski yenilgilerine yenilerinin eklenmesine neden oluyor.
Suudilerin yanlış politikaları İran’ın şansı
20-30 yıl önceki Suudi dış politikasına baktığımızda, diplomasisini incelediğimizde hiçbir başarı göremiyoruz, yenilgi üstüne yenilgiler görüyoruz. Bunun sebebi yanlış politikalar, yanlış düşünce ve Suudi askeri aklı sorunudur.
Bu yanlış politikalar, yolun İran’a açılmasına neden oluyor. İran hiçbir çaba göstermese bile yol ona açılıyor. Bölge halklarını İran’a sevk eden sizlersiniz. Bu, sizin sorununuz İran’ın değil. Sizin politikalarınız, sizin yönetim tarzınız, düşünce davranış ve planlarınız bu gerçeği ortaya çıkarıyor.
İsrail işgalinde zengin Araplar terk ettiği Lübnan’a Suriye ve İran yardım etti
Birkaç örnek vereyim: 1982’de İsrail Lübnan’a girdi ve işgal etti. Beyrut’a kadar geldiğinde Suriye’den başka tüm Araplar kenara çekildi. Cezayir, Sudan ve bazı ülkeler de takdire değer tavırlar sergiledi.
Parası ve nüfuzu olan Araplar, uçak ve silah almak için milyarlarca dolar harcayan Araplar Lübnan’ı kendi haline bıraktı.
Lübnanlıların kendilerini savunma hakkı vardı ve yardım edebilecek birilerini arıyorlardı. Bu yardımı Suriye ve İran yaptı.
İran, kendisine savaş dayatılmış olmasına rağmen sonuna kadar Lübnan’a yardım etti. Bu savaşı İran’a dayatanlar da sizlerdiniz.
İran “Saddam Arapların ve Körfez ülkelerinin desteği ile bana saldırıyor o halde ben de Lübnan’la ilgilenmem” demedi. İran bizim sesimizi duydu ve çağrımıza ‘emrinizdeyim’ dedi. Geldi, Lübnanlılara eğitim verdi, mali askeri ve teknolojik destek verdi.
Ama Lübnan direnişi Lübnanlıydı. Liderleri, erkekleri, kadınları şehitleri, esirleri, kahramanları yaralıları, yetimleri, şehit aileleri, hareketleri ve kararları yüzde yüz Lübnanlıydı. İran direnişi değildi.
Armağan ettiğimiz zaferi bile ‘İran ve Şii zaferi’ diyerek kabul etmediniz
Siz Lübnan halkına, Lübnan Direnişine, Lübnanlıların iradesine saygı göstermediniz bunların hiçbirini tanımadınız. Daha en başından buna İran Direnişi diye hitap ettiniz veya İran’a bağlı olduğunu söylediniz. Böyle olmadı mı?
Siz hiçbir delil olmadan böyle iddia ettiniz; ama ben bunun yanlışlığına dair binlerce delile sahibim.
Hatta biz zafer kazanıp bunu Arap dünyasına armağan ettiğimizde bile siz bunu kabul etmediniz ve ‘bu, İran ve Şii zaferidir’ dediniz.
Halbuki biz bu zaferi, Arapların, Müslümanların ve dünyanın tüm özgürlükçülerinin zaferi olarak gördük.
İran, Lübnan halkına saygı gösterdi ve bu da onun nüfuzuna sebep oldu; peki İran Lübnan’ı işgal mi etti? Hayır. İran Lübnan’a hakim mi oldu? Hayır. İran, isteklerini Lübnan’a mı dayatıyor? Hayır.
Filistinlileri de yalnız bıraktınız
Filistinlilere gelince… Siz Arap yöneticileri, özellikle de Körfez bölgesinin yöneticileri, sizler Filistinlileri yalnız bıraktınız. Öldürmesi, yağmalaması ve mülteci haline getirmesi, yıkması, esir etmesi için Filistinlileri İsrail’e teslim ettiniz.
Filistin’i, beyhude siyasi çözüm müzakereleriyle perişan etmesi için Amerika’ya emanet ettiniz. Siz Filistin halkı için ne yaptınız? Para mı verdiniz? Siz milyarlarca dolara sahipken Filistin neden yoksuluk ve zavallılık içinde.
Filistin hala en son savaşın yıkıntılarını onaramadı. Kudüs’ün sakinleri neden göçe zorlanıyor? Neden? Siz paraya sahipsiniz. Sizden askeri güçler, savaş uçakları ‘Kesin Kararlılık Fırtınası’ istemedik. Avrupa ve Amerika’da harcadığınız paralardan birazını Filistin’e verseydiniz.
Siz Filistin halkını işgale, açlığa, yoksulluğa, mülteciliğe acı ve sıkıntıya terk ettiniz.
Filistin halkı İran’ı neden sevmesin?
Filistin İran’dan yardım istedi. İran, 8 yıl boyunca sizin dayattığınız savaşa, ardından da hesaplaşmak için dayattığınız ambargoya rağmen Filistin’e yardım etti.
Elinden geldiği ölçüde onlara silah, eğitim ve teknoloji desteği verdi, siyasi olarak da onları en yüksek düzeyde savundu. Peki Filistin halkı neden İran’ı sevmesin?
İran onları seviyor, onların derdiyle dertleniyor. Onlarca sorununa rağmen onlara yardım ediyor.
Şimdi İran’ın Filistin’de nüfuzu var, Filistin meselesi İran meselesi oldu, Filistin meselesi Arap meselesi haline getirilmelidir diye feryat ediyorsunuz. Filistin’i sizden kim aldı? Filistin’i siz terk ettiniz.
Suriye daime Filistin meselesinde siyasi, maddi manevi boyutlarıyla onurlu bir duruş sergiledi. Ama şu an Yemen konusunda Suriye’yi değil İran’ı suçladığınız için İran’dan söz edelim. İran Filistin’e yardım etti; ama ona hakim olmadı. Ne onların yerine karar verdi, ne gruplarına ne de liderlerine nüfuz uyguladı.
Irak’ta ne yaptınız?
Peki Irak? Irak konusunda da İran nüfuzundan ve işgalinden söz ediyorsunuz. Siz –Suudi Arabistan ve müttefikleri- Irak’ta ne yaptınız? Saddam İran’a saldırmak için tüm bahanelere ve motivasyona sahipti. Siz de onu tahrik ettiniz ve ona para verdiniz.
Prens Naif bu meseleyi bir İranlı yetkiliye bizzat itiraf etti. O, “biz İran’a karşı Saddam’a 200 milyar Dolar verdik, yapabilseydik daha fazla verirdik” dedi. O dönemde 200 milyar Dolar büyük paraydı. O dönemde petrolün fiyatı ne kadardı ki? Bu miktarı sadece Suudi Arabistan vermişti.
Saddam’ı kışkırtıp İran’a saldırttınız. İran ve Irak harap oldu, şu an hala her ikisi de o yıkımın izlerini taşıyorlar. Bu sizin sayenizde oldu ey Suudi rejimi.
Daha sonra George Bush’u kışkırtıp ona Irak’ı işgal etmesi için yardım ettiniz. Amerikan ordusu Irak’ı işgal etti. Siz o savaşın askeri operasyonlarının istihbarat, lojistik ve siyasi boyutlarıyla bir parçası oldunuz.
Irak halkı kurtuluş için doğan fırsattan yararlandı, işgalcilere boyun eğmedi, siyasi ve askeri düzeyde onlara karşı koydu. Ama siz tekfirci grupları ve el-Kaide’yi Irak’a doldurdunuz.
Irak halkı bunu çok iyi biliyor, ben Iraklılardan bu gerçekleri bölge ve dünya halklarına anlatacak cesareti göstermelerini istiyor.
İntihar bombacılarının gönderilmesinin, bomba yerleştirilmiş araçların gönderilmesinin, Bağdat’ta, Irak’ın kuzey, orta ve güney kesimlerinde Araplara, Kürtlere, Sünnilere Şiilere, Türkmenlere Hıristiyanlara yönelik terör ve katliamların sevk ve idaresinin Suudi istihbaratında olduğunu anlatsınlar.
IŞİD’i sizin Bender bin Sultan’ınız yarattı
Siz Irak halkına karşı cinayet işlediniz. Son işlediğiniz cinayet de IŞİD’di. Siz ve müttefikleriniz, IŞİD’e yardım ettiniz. Suriye yönetimini ve Nuri el-Maliki’yi devirmek için dünyanın her yerinden militan devşirdiniz.
Sizin Bender bin Sultan’ınız, sizin istihbaratınız IŞİD’i yarattı, para verdiniz, donattınız; ama sonunda büyü, büyücüyü tuttu.
IŞİD sizin kontrolünüzden çıktı ve el-Kaide’de olduğu gibi sizi dehşete düşürdü. Irak halkı Suudi rejiminden ne hayır gördü?
Saddam Hüseyin Irak halkının kafasını kestiğinde Irak’ın kuzeyinde ve güneyinde katliamlar yaptığında, Irak’ın merkezine azap ettiğinde Siz onu desteklediniz. Bu mazlum milletin işgalden sonra İran’dan başka bir yardımcısı yoktu.
İran’dan başka siyasi olarak bölgede, dünyada ve hatta Direniş içinde dahi onların yanında kimse yoktu. İran’ın bu cesareti eşsizdi. Zira ABD’ye karşı Irak direnişine yardım etti. Tıpkı İsrail’e karşı Lübnan ve Filistin direnişlerine yardım ettiği gibi.
ABD, İran’a saldırmakla ve Kudüs Ordusu’nu hedef almakla tehdit etti. Onlar Irak direnişinin nerede eğitim aldığını çok iyi biliyorlardı.
Son olarak IŞİD Irak’a saldırdığında kentleri birer birer düşürüp Bağdat’a ve Erbil’e yaklaştığında, Suudi Arabistan Kuveyt sınırına ulaştığında Irak’a silah, askeri danışman ve mühimmat gönderen İran oldu ve dünyada da hiç kimseden izin beklemedi.
Güneyde Şiilere de Kuzey’de Kürtlere de İran yardım etti
İran, güneyde Şiilere yardım ettiği gibi kuzeyde de Kürtlere, Sünnilere ve Türkmenlere yardım etti. IŞİD tehdidine karşı siz Iraklılar için ne yaptınız, ABD ne yaptı? ABD uzun bir süre sonra koalisyon gönderdi. Gönderdiği uçaklarla yaptıkları da ortada.
Pekala açıktır ki Irak halkı İran’ı sevecek. İran, Irak’ta etki sahibi olacak. İran, Irak halkını yok olmaktan kurtardı.
Şimdi el-Cezire, el-Arabiya televizyonları ve Arap yetkilileri İran’ın Irak’ta nüfuzu var diye feryat ediyor.