SAAF-El-Cezire televizyonu adına başkanlığını Muaviye El-Zebir’in yaptığı heyetin Afganistan’ın başkenti Kabil’de
SAAF-El-Cezire televizyonu adına başkanlığını Muaviye El-Zebir’in yaptığı bir heyet Kabil’de Eski Afganistan lideri, Burhaneddin Rabbani ile bir röportaj yaptı, yapılan röportajı arkadaşımız Furkan TORLAK çevirdi.
Mücahitlerin hükümetteki pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mücahitlerin hükümette bulunduğuna şüphe yok. Ancak bu istenilen düzeyde değil. Ayrıca bakanlıklar düzeyinde kendilerine karar alma imkânı da tanınmıyor. Mücahitlerin konumunu arka plana itme ve onları karar mekanizmalarından uzaklaştırma gibi bir hareketlilik var. Mücahitlere düşman olan çevreler onları bu şekilde siyasi arenadan uzaklaştıracaklarını sanıyorlardı. Ancak Mücahitler bu harekete karşı sert bir irade göstererek karşı koyuyorlar.
Sizce mücahitleri siyasi arenadan uzaklaştırmaya çalışan çevreler hangi çevreler?
Bunlar dışarıdan gelen çevreler! Bu kimselerin cihad zamanında direnişe bir katkısı yoktu. Bazıları 20 yahut 30 senedir de yurt dışında, Afgan toplumunun hareketinden kültürel anlamda uzak yaşadılar. Onlar mücahitleri, hedeflerinin önünde duran bir engel olarak görüyorlar. Dolayısıyla mücahitleri ortadan kaldırmak istiyorlar. Ancak kendilerine yardım eden devletler ve çevreler bu kimselerin işleri yürütemeyeceğini, Mücahitler olmaksızın güvenliği sağlayamayacaklarını anlamış durumda.
Şu halde Mücahitlerin hükümetteki fonksiyonu nedir?
Ellerinde büyük bir güç var. Ancak önlerinde iki sorun var. Bunlardan birincisi; mücahitlerin parlamentoya bağımsız bireyler olarak girmeleridir. Zira seçimler, parti bazında değildi. Bu yüzden mücahitler, bağımsız adaylar şeklinde parlamentoya girebildi. Ayrıca Mücahitler arasında seçim konusunda bir anlaşma yoktu. Eğer olsaydı bu siyasi mücadeleyi yürütmek üzere aralarından liyakatli birini öne çıkarırlardı. Nihayetinde Mücahitlerin çoğunun cihad meydanında “savaş” tecrübesi vardır; siyasi arenada değil! Bu yüzden parlamentodaki çokluklarından da yararlanamıyorlar.
Kimileri sizi ABD’yi Afganistan’a davet etmekle ve Taliban’ı yok etmek üzere ABD ile işbirliği yapmakla suçluyor. Hatta Taliban’ın mevzi ve üslerini vurmak üzere ABD güçlerinin emrine Kuzey İttifakı güçlerini sunduğunuz iddia ediliyor.
Bu iddialar kesinlikle doğru değildir. Bizim ABD ile bir ittifakımız yahut ABD’ye bir desteğimiz olmadı. Ayrıca ABD, Afganistan’a Kuzey’den değil Kuveyta bölgesinden; güneyden girdi. Ayrıca bir yerlerden havalanıp Afganistan’ı vuran uçakların karşısında duracak silah gücümüz de yoktu. Hem bu uçaklar İslam ülkeleri hava alanlarından havalanıyor ve bizi vuruyordu. Yine “teröre karşı mücadele” hem İslamî hem de gayri İslami ülkelerin ortak hedefi olmuştu.
Öte yandan o sırada ülkede egemen olan Taliban’dı ve bazı devletler ona destek veriyordu. Hatta Taliban’a karşı olan ülkeler bile şu anda bir şekilde Taliban’ı destekliyorlar. Zamanında Taliban’ın birçok ülkeyle ilişkisi vardı. ABD de bu ülkelerden biridir. Nitekim Washington bazı hadiseler cereyan etmeseydi onları resmi bir devlet olarak tanıma noktasına kadar gelmişti.
Ayrıca Taliban’ın kuruluşu “mücahitler hükümeti”ne bir darbe niteliğindeydi. Birçok çevre Mücahitlerin İslamcı bir düşünceye sahip olduğunu, İslami bir perspektifle aktif bir siyaset izlemek istediğini biliyordu. Buna karşın Batı, siyasetten anlamayan bazı güçleri bize karşı kullanmak üzere önümüze çıkardı. Eğer 11 Eylül hadisesi ve diğer başka hadiseler yaşanmasaydı Batılı ülkeler, Taliban’a verdikleri desteği devam ettireceklerdi.
Peki, Batı neden mücahitlerin Afganistan’daki projesini baltalamak istedi?
Sizin de takdir edeceğiniz gibi “İslam hükümeti”ne karşı cepheleşmiş laik ülkeler ve laiklerin düşmanlıkları var. Bu cephe, Müslümanların siyasi faaliyetlerine ve İslami uyanışa karşılar. Bu, herkesin bildiği, kanıta gerek duyulmayan bir konudur. Cezayir’de Müslümanlar seçimle başa geldi ama engellendiler. Hamas da demokratik kurallara göre yönetime geldi, hemencecik kuşatmaya alındı.
Öyleyse Taliban hareketine destek verdiler. Ama onların düzeni de İslami değil miydi?
Onlar Taliban’ı İslam’a karşı kullanabileceklerini biliyorlardı. Bu hareket tarihi eserleri ortadan kaldırmış; İslam’ı yüzeysel bir algıyla anlayarak kadınları eğitimden, çalışmaktan mahrum bırakmışlardır. Ayrıca bunlar İslami hareket için gerçek bir stratejiye sahip değillerdi.
Afganistan’daki sorunun nasıl çözüleceğini düşünüyorsunuz? Askeri bir çözüm mü öneriyorsunuz yoksa Taliban’la diyaloga girilmesini mi öneriyorsunuz?
Askeri çözümün doğru bir çözüm olacağını düşünmüyorum. Özellikle de kabile kültürünün yaygın olduğu, savaş ve intikam kültürünün etkin olduğu bir coğrafyada! El-Kaide olmasalar da Taliban olmasalar da hatta Müslüman olmasalar da bu böyledir. Eğer bunlara yönelik herhangi bir saldırı gerçekleştirilirse bu insanlar öldürülen kimselerin intikamını almaya kalkışacaklarıdır. Dolayısıyla bu tür sorunları güç kullanarak çözmek mümkün değildir. Ben siyasi bir çözümden; diyalog kanallarının oluşturulmasından yanayım. Taliban’daki herkes bir değildir. İçlerinde söz dinleyen ve sözün en güzeline uyan kimseler de vardır.
Çok uluslu güçte yapılan değişikliğe; komutanın NATO ittifakına devredilmesi ve Amerikalıların inzivaya çekilmesine nasıl bakıyorsunuz? Sizce bu değişikliğin bu güçler lehine askeri bir etkisi olacak mıdır?
Böyle bir etkinin gerçekleşeceğini sanmıyorum. Ancak bölgedeki tarihi varlıkları dolayısıyla İngilizlerin, vaziyeti, bölge kültürünü ve etkileşimini daha iyi bildiklerini düşünüyorum. Bu noktada İngilizler reel duruma ve hikmete daha yakınlar. Dolayısıyla İngilizlerin işleri yoluna koyma noktasında bir fonksiyonu olabilir. Belki onlar da savaşın bir çözüm olmadığını düşünüp başka bir metot arayabilirler.
Taliban güçlerinin ortadan kaldırıldığının ilan edilmesinden sonra Güney’de özellikle de Kuzeydeki güvenlik sorununu nasıl açıklıyorsunuz?
Bu çok acele bir ilandı. Ayrıca bölgedeki sorunun kaynağının farkında değiller. Füze ve uçaklarla bu sorunu çözebileceklerini düşünüyorlardı. Burası kabilelerle dolu bir bölgedir ve bu kabileler dağlarda yaşar. Eğer bir kişiyi öldürürseniz onlarcası bunun intikamını almaya kalkar. Karşılarında ister belirli kişiler olsun isterse de devletler olsun bu onlar için bir farklılık arz etmez!
Ayrıca hükümetin başka hikmetsiz uygulamaları da oldu. Yaygınlaşan yolsuzluklar da insanları Taliban’a çeken bir faktördür. Yoksa Taliban’ın bu boyutlarda bir gücünden söz etmemiz mümkün değildir. Taliban’ın halk tabanında destek bulmadan böylesine güçlenmesi mümkün değildir. Bu destek de Taliban sevgisinden çok kendilerini öldüren, köylerine saldıran, yanlış politikalar izleyen hükümete kızgınlıklarından kaynaklanmaktadır.
Silahların toplanması meselesine dönmek istiyorum. Mücahitlere bağlı bazı cephe komutanları eğer Kuzey’deki Tohaz bölgesinde silahları ellerinden alınmaya kalkılırsa cihad ilan edeceklerini açıkça belirttiler. Siz Afganların yabancı güçlere karşı tekrar bir mücadele başlatabileceğini düşünüyor musunuz?
İster bu hükümet olsun isterse de başka bir hükümet olsun; insanların silahını toplamaya kalkarsa başarısız olacaktır. Bu uygulanabilir bir şey değildir. Öncelikle az önce de ifade ettiğim gibi bu ülkenin yapısı kabilelerden oluşmaktadır. Diğer yandan yaşanan tüm bu savaşlardan sonra her aile silah sahibi olması gerektiği fikrine inanmıştır. Dolayısıyla bu insanlar silahsız yaşayamazlar. Bundan dolayı da hükümet ne yaparsa yapsın silahları toplamada başarılı olamaz.
Tabi eğer işler 1953’lü yıllara dönerse bu mümkün! O zamanlar silahlar yaygın olmadığı gibi insanlar silaha ihtiyaç da duymuyorlardı. Ancak Rusların gelmesi, cihad ilan edilmesi, daha sonra da Mücahitler hükümetinden sonra yaşanan sorunlar ve insanlar arasında binlerce silahın yayılması silahların toplanmasını imkânsız hale getirmiştir. Dolayısıyla daha teknik düşünmek gerekiyor. Örneğin İsviçre’de olduğu gibi… Silah sahibi olan her kişinin silahı Savunma Bakanlığında kayıt altına alınsın; her genç yedek asker olsun. Nitekim Afganistan tarihinde ülkeyi koruyan ordulardan bahsedilmez. Bilakis her zaman halk bu sorumluluğu yerine getirmiştir.
Gulbeddin Hikmetyar’ın Afganistan’daki yabancılara karşı cihad ilan etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Âdeti gereği Hikmetyar, her işi şişirir. Bu onun tabiatında var.
Kabil’i dolaşmamız, bazı komutan ve Afgan gazetecilerle görüşmemiz sonrası insanların Sovyet işgali döneminde nispi ölçekte istikrardan ve hayatın her alanında imar çalışmalarından bahsettiğine şahit oldum. O zaman Sovyetler işgali kapitalist batıyla, Arap ve İslam dünyasıyla mücadele halindeydi. Bugün ise tamamen bunun tersi yaşanıyor. Tüm Dünya Afganistan’ı imar etmeye çalışıyor. Buna rağmen hiçbir ilerleme yok. Sizce bunun nedeni nedir?
Bir Afgan deyimi vardır. “Kasaplar çoğalırsa, kesmeden evvel ineklere bakan çok olur” İmar meselesi de bu yolsuzluk ve hırsızlığa iyi örnek olsa gerek. Komünist işgali altındayken Sovyetler Birliği tek başına her konuda yetki sahibiydi. Ama şimdi onlarca ülke, çevre, uluslar arası ve yerel kuruluş hükümetin içine karışmış ve her biri de kendi kararını kendisi veriyor.
Yeri gelmişken soralım. Batı, Arap ve İslam Dünyası komünizmi ortadan kaldırmak için birleşti. Bu gerçekleştiği zaman da ABD tek başına Dünya’da otorite oldu! İki kutuplu Dünya’yı özlemiyor musunuz?
Sovyetler Birliği’ni hiçbir şey özletemez. Zira Marksizm insancıl olmayan diktatör bir rejimdir. Şüphesiz Dünya’nın dengede durabilmesi için çeşitli güç dengelerine ve kutuplara ihtiyaç vardır. Tek kutuplu bir Dünya kabul edilemez. Sovyetler Birliği’nin baskıcı davranışlarının ve gurura kapılmasının onun temel yanlışlarını oluşturduğunu unutmamak gerekiyor. Bu durum, Sovyetlerin parçalanmasına ve yıkılmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Batı özellikle de ABD, Rusya’nın hatasından ders çıkarmalıdır.
Dış meselelere ilişkin görüşlerinizi de sormak istiyorum. Filistin meselesi noktasında birçokları şöyle düşünüyor. Gençler birçok Arap ve diğer İslam ülkelerinden gelip Afgan davasına yardım ettiler. Ancak daha önce bu kimseler işgal altındaki Filistin toprakları için ne yaptılar?! Afgan mücahitler ülkelerini kurtardıktan sonra bu topraklar için ne yaptı?
İslami hareketlerin ve devletlerin esaslı bir problemi uzun vadeli ortak projelere sahip olmamalarıdır. Eğer böyle olsaydı, derinlemesine etüt edilmiş hedeflerin gerçekleştirilmesi için İslami hareketler ve devletlerarasında sorumluluk paylaşımına giderlerdi. Ne var ki herkes kendi başına hareket etmektedir. Örneğin Afganistan’da ortaklaşa bir hareketi ortaya koyabilmişler; ama Filistin’de bunu gerçekleştirememişlerdir. Bunun nedenlerinden birisi de Filistin’e komşu olan ülkelerin mücahitlere geçiş izni vermemesidir, vermezler de! Biz buna 1948’de şahit olduk. Filistinlilere yardım etmek üzere mücahitler bölgeye girmeye çalışınca çevre ülkeler mücahitlere engel oldular. Nitekim Cemal Abdunnasır’ın devriminin başarılı olma nedenlerinden birisi de Mısır’daki krallık yönetiminin Yahudilere karşı savaşa katılanları tutuklaması ve bu tutuklulara işkence etmesi de olabilir!
İsrail’in Lübnan’a saldırısını takip edebildiniz mi? Hizbullah’ın bir zafer kazandığını düşünüyor musunuz?
Nasıl aksi iddia edilebilir ki?! Lübnan yıkıma uğramasına rağmen İsrail ilk kez derinlerinden yara almıştır. Sonra, İsrail’e göre bu İbrani devletin girdiği ilk gerçekçi savaştır. Önceki savaşların tamamı birkaç saat yahut birkaç gün içerisinde İsrail lehine sonuca bağlanıyordu.
ABD’nin işgali sonrası Irak’ta olan bitenlerle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? Direniş eylemlerini destekliyor musunuz?
ABD, Irak ordusu ve güvenlik güçlerini dağıtarak büyük hataya düştü ve ortaya çıkan boşluğu dolduramadı. Böylelikle Irak’ta kaos çıktı. Irak’a giren girdi; Irak’ta silahlı gruplar oluştu. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud Faysal, Irak’a saldırılması durumunda büyük bir kaosun yaşanacağı uyarısında bulunmuştu.
Direnişe gelince; sivillerin öldürülmesini desteklememe rağmen şunu söyleyebilirim. Yabancı güçlerin ülkeden çıkmasını ister savaşçıların isterse de savaşçı olmayanların istemesi gayet meşru bir istektir. Ancak ABD güçlerinin şu durumda içerideki ve dışarıdaki diğer çevrelerle anlaşmadan Irak’tan çıkması Iraklıların lehine olmaz.
Sizce Üsame b. Ladin nerede?
(Gülerek) Bin Ladin bir sırdır. Allah’tan başkası bilmez.
Hala hayatta mı?
Kesin bir şey söyleyemem. Ama hayatta olduğunu düşünüyorum. Ancak Bin Ladin El-Kaide içerisinde olmasa bile örgüt artık güçlü bir yapıdadır. Duyduğum kadarıyla şu anda Bin Ladin’in görevini üstlenecek gerçekten de birçok kişi var.
Size göre 11 Eylül saldırılarını gerçekten Bin Ladin mi düzenledi? Sizin burada tanıdığınız Bin Ladin yahut cemaati ABD’yi vurma gücüne sahip midir?
Eğer Bin Ladin’in kendi itirafı olmasa onun gibi bir adamın binlerce kilometre öteden istihbarat, askeri güç ve idari yapılanma açısında en güçlü devletlerden birisine karşı böylesi bir eylemi gerçekleştirebileceğini aklım almazdı! Ama İslam hukukunda bir kural vardır: “Kişi, ikrarından sorumlu tutulur.”
http://www.aljazeera.net/NR/exeres/F7DE7899-854E-4889-8418-C50A34584547.htm