Türkiye ABD’nin projesine hizmet ediyor

img
Türkiye ABD’nin projesine hizmet ediyor YDH

Lübnanlı emekli General Emin Hutayt, Türkiye’nin Afrin harekatıyla Amerika’nın Suriye’yi dolaylı yoldan bölme projesine hizmet ettiğini öne sürdü.




YDH- Bölgesel güvenlik konularındaki analizleriyle tanınan Emin Hutayt’ın Tasnim haber ajansında yayımlanan yazısını, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan analistlerin Türkiye’nin Afrin operasyonuna bakışını yansıtması bakımından çevirmeyi uygun bulduk.

Türkiye’nin Suriye’deki yenilgileri

Türkiye’nin Suriye’ye yönelik yeni saldırısında Ankara’nın hedeflerinin çıtası aşağı indi. Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge adını verilen bir bölge kurmak istemişti. Ankara, bu bölgenin bir bölümünü Türkiye’nin piyonlarının oluşturduğu askeri gücüyle kontrolü altında tutmak istiyordu.

120 kilometre genişliğinde ve 70-90 km. derinliğinde bir bölge oluşturma planı yapılmıştı ve Halep de bu bölgenin başkenti olarak öngörülmüştü.

Bununla birlikte Suriye hükümeti, Türkiye’nin ilk planını başarısızlığa uğrattı. Halep’in kurtarılması süreciyle Türkiye’nin bu ideallerine ağır bir darbe vurdu. Böylece Türkiye’nin uçuşa yasak bölge veya Suriye sınırı boyunca güvenli bölge oluşturma hayalleri suya düştü.

Türkiye bu yenilginin ardından şaşkınlığa düştü ve Rusya bunu fırsat bilerek Halep zaferinden sonra Astana’da oluşturulacak olan üçlü siyasi çözüm sürecine Türkiye’yi de dahil etmek için elini Ankara’ya uzattı.

Rusya’nın bununla hedefi, şiddeti durdurma ve Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumayı öngören barış sağlama çabalarına Türkiye’yi de dahil etmekti.

Türkiye rejiminin hileciliğine ve yaptığı anlaşmalara bağlı kalmayan mahiyetine rağmen, Rusya ve İran’dan oluşan Astana sürecinin destekleyicileri Türkiye’nin mevcut şartlarda Astana toplantılarının hedefleri doğrultusunda davranmaya mecbur olduğunu düşündü.

Bu güven sebebiyle onlar, İdlib ve çevresindeki güvenlik ve istikrar sorumluluğunu Türkiye’ye bıraktılar.

Bu bölgede yaklaşık 40 bin terörist toplanmış bulunuyor. Rakamın bu kadar yüksek olmasının sebebi Suriye ordusunun kurtardığı yerlerden kaçan veya Suriye ordusu ile anlaşma yapan militanların bu bölgeye gelmiş olmasıydı.

Buradaki diğer bir terörist grubu da 2014-2015’te İdlib’deki askeri merkezlere saldıran ve buraya yerleşen teröristlerdi.

Türkiye’den beklenen, İdlib’deki faaliyetlerini Astana toplantılarının sonuçlarına göre gerçekleştirmesiydi. Bu çerçevede Ankara, görevini iki şekilde yapacaktı.

1- Silahlı grupların dağıtılması ve militanlarının silah bırakarak barış sürecine katılmalarının sağlanması ve Suriye hükümet güçlerinin bu bölgede meşru güvenliği yeniden sağlaması için önün açılması.

2- Terörist grupların bu bölgeden çıkarılması için askeri yolların geliştirilmesi.

Buna rağmen öyle gözüküyor ki Türkiye bir kez daha yaptığı anlaşmayı hiçe saydı ve terörist grupları destekleme projesi çerçevesinde başta Nusra Cephesi ile Türkmen gruplar ile İdlib bölgesinde operasyonlara başladı.   

Türkiye, bu grupları kendi özel amaçlarında kullanmak için kurmuştu ve onları siyasi çözümde kendi nüfuzunu dayatmak için bir araç olarak kullandı. Türkiye ayrıca Suriye devletinin kontrolünden uzak bir nüfuz bölgesi kurmak ve bu bölgeyi Suriye’de başarısız olan diğer projelerine karşılık kendi kontrolü altında tutmak istiyor.

Türkiye’nin bu tutumu elbette Suriye için bir sürpriz değildi. Şam, Türkiye’nin kendi topraklarındaki askeri varlığını hacmi ve yöntemi her ne olursa olsun reddetti. Suriye hükümeti, ülkesinin topraklarının Türkiye eliyle meşru bir güvenliğe kavuşabileceğine hiçbir zaman inanmadı.

Bu yüzden Şam’daki yetkililer, kendi müttefikleriyle birlikte İdlib ve çevresini kurtarmak için plan hazırladı. Bu plan, Suriye ordusunun Tedmur kırsalı ve ülkenin çöl kesimlerinden Irak sınırına kadar olan orta bölgelerini terörist gruplardan temizlemesinden sonra uygulamaya kondu.

Türkiye, İdlib konusunda Suriye’yi kandırabileceğini, kendi projesini uygulamak için vakit kazanabileceğini ve sessizce Suriye’ye ve müttefiklerine yeni şartlar dayatabileceğini düşünüyordu. Ama Türkiye’nin planı bir kez daha başarısız oldu.

Suriye ordusu İdlib operasyonunun ilk aşamasını başlattı. Suriye’nin kuzeyindeki ikinci askeri üs olan Ebu Duhur askeri havaalanını kontrol altına alarak çok önemli bir stratejik kazanım elde etti. IŞİD teröristlerini 900 kilometrekarelik bir alanda kuşatma altına aldı. Onları Ebu Duhur havaalanına saldırmaktan mahrum ederek ya ölüm veya teslim olma seçenekleri ile karşı karşıya bıraktı.

Bu operasyon ayrıca Nusra Cephesi’nin elindeki 200’den fazla mevziyi kaybetmesine ve kırılgan bir konuma düşmesine neden oldu.

Bu saha gerçekleri tam da Soçi’de yapılacak olan Suriye ulusal konferansına bir hafta kala Türkiye açısından sürpriz oldu. Ayrıca Amerika, Kürt isyancılara verdiği desteğe sessiz kalması için bir taviz elde etme peşindeydi. Buna ilaveten Türkiye’nin sürekli olarak Suriye’ye saldırı ve Suriye’nin bir kısmına ya da tamamına hakim olma hevesleri vardı.

Tüm bu hevesler, Türkiye’nin Afrin bölgesine Zeytin Dalı adı altında saldırı başlatmasına sebep oldu. Türkiye Zeytin Dalı adını kullanarak bu operasyon ile saldırı ve kan dökme değil barış ve istikrar hedeflediği imajını yaratmaya çalıştı. Bu yüzden de operasyonun hedefinin terörle mücadele Kürt teröristleri Türkiye sınırından uzak tutmak olduğunu söyledi.

Türkiye’nin saldırısı Amerika’nın gözetiminde başladı

Türkiye, bu şartlar, bu hevesler ve hedefler doğrultusunda Afrin’e yönelik başlattığı saldırıya diğer ülkelerden onay almaya çalışıyor. Bu yüzden askeri operasyonu İran’a ve Rusya’ya haber verdiğini; konsolosluğu aracılığıyla da Şam’a yazılı olarak bilgi verdiğini iddia etti.

Suriye bu durumu yalanladı, Moskova ise bunu ne teyit ne de tekzip etti ve bu konuda sessiz kaldı. Tahran ise açık bir şekilde Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri operasyonunu reddetti ve Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini istedi.

Bu denklemin diğer tarafında yer alan İngiltere hemen operasyonu onayladı ve bunu anladığını açıkladı. Londra’nın bu tutumu, Amerika’nın bu saldırı konusunda Türkiye’ye yeşil ışık yaktığının bir göstergesiydi. Amerika da erken bir şekilde Türkiye’nin tavrını anladığını söyledi.

Burada diğer bir rezillik de BM Güvenlik Konseyi, Afrin’deki durumu görüşmek için toplandı ama bu konuda herhangi bir karar da almadı, hatta tek kelimelik bir açıklama bile yapmadı. Halbuki BM Güvenlik Konseyi ABD kararlarına teslim olmuş haldedir ve diğer taraflar da Güvenlik Konseyi’nin kararlarını veto hakkına sahiptir.  

Dolayısıyla Türkiye’nin Afrin’e yönelik operasyonunun 7 yıldır Suriye’ye saldıran ülkelerin onayı ile gerçekleştiği söylenebilir.

Türkiye’nin Suriye’ye saldırısının kaderi

Şimdi akla bu saldırının kaderiyle yani sonucunun ne olacağıyla ilgili bir soru geliyor. Öncelikle şunu belirteyim ki bu, Amerika’nın çıkarları doğrultusunda atılmış bir adımdır ve bu saldırıyla Suriye’deki çatışmaları uzatmak, Suriye’nin dolaylı bir şekilde bölünmesinin zeminlerini yaratmak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde istikrara kavuşmasını engellemeyi öngören Amerikan projesine hizmet edilmiştir. Amerika, Suriye’nin Türkiye ile sınırı olan doğu kesimlerinde Kürt güçleri kullandığı senaryonun aynısı ülkenin batısında da uygulanıyor.

 Ayrıca söz konusu saldırı, Soçi konferansını da gölgeleyebilir ve konferansa katılacak tarafları etkileyebilir.

Türkiye, bu saldırıyla Suriye ordusunun Türkiye sınırına ulaşmasını önleyeceğini ve İdlib savaşının üçüncü aşamasını engelleyebileceğini düşünüyor. Bakalım Türkiye bu hedefini gerçekleştirebilecek mi?

Bu soruya cevap vermeden önce bu saldırıyı izah etme ve hedeflerini belirleme konusunda Türkiye’nin içinde bulunduğu yalnızlığa dikkat etmeliyiz.

Türkiye ilk planda, bu operasyonun terör tehlikesini ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu açıkladı. Ama daha sonra Suriye sınır şeridinde 30 km’lik bir güvenli bölge oluşturmak istediğini; bu açıklamadan sonra da güvenlik gerekçeleri ve stratejik gerekçelerle bölge üzerinde daimi bir hakimiyet kurmak istediğini açıkladı.

Nihayet Erdoğan, Afrin savaşında, Türkiye’deki 3 milyon Suriyeli mültecinin bu bölgeye yerleştirilmesini öngören bir planın söz konusu olduğunu açıkladı. Elbette Türkiye’nin bu konuda açıkladığı rakamlar doğru değil. Ama Türkiye şunu unutuyor: Suriye halkı ve liderleri, Türkiye’nin bu bölgedeki işgalini kabul etmiyor ve bu hareketi cevapsız bırakmayacaktır.

Bazı Kürtlerin davranışlarının ve kendi ülkelerine karşı Amerika’ya bağlılıklarının Türkiye’ye Suriye’nin kuzeyine saldırması için bahane verdiği doğrudur. Ama Suriye halkının çoğunluğu ordusuyla ve hükümetiyle birliktedir ve Türkiye’nin saldırısına da karşı koyacak güçtedir.

Biz inanıyoruz ki bu karşı koyma iki aşamada gerçekleşecektir. Birinci aşama siyasi ve hukuki faaliyetleri içeriyor ki Suriye bu süreci başlattı. İkinci aşama ise askeri sahayı kapsamaktadır ve Suriye’nin bu süreci erteleyebileceğini düşünmüyoruz.

Eğer Türkiye, siyasi aşamanın gereklerine teslim olmaz, saldırılarını durdurmaz ve Astana’daki tutumuna bağlı kalmazsa kendini Suriye topraklarında mütecaviz bir düşman konumunda bulacaktır. Bu durumda da beklediğinden daha ağır zararlar görecektir.

Çeviri: YDH