Trump’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda söyledikleri, Amerikan kurumlarının, bu ülkeye ve hükümete hakim olan sınıfın Kongre’nin ve Amerikan yargısının içinden geçenlerdir.
YDH-İranlı akademisyen, Dr. Cevad Mansuri, Himayet gazetesinde yazdığı yazısında mevcut Amerikan başkanının, Amerikan rejiminin maskesiz hali olduğunu öne sürdü.
***
Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı son konuşma, gerçi üslubu ve siyakı bakımından daha önceki açıklamalarından farksızdı; ancak onun dünya ülkelerinin temsilcileri önünde yaptığı konuşma bir kez daha Amerikan başkanlarına hakim olan düşünceyi ortaya koymuş oldu.
Gerçi Beyaz Saray’daki daha önceki başkanların her biri kendine göre bir politika izledi; ancak aslında pratikte onların hepsi şu anki Amerikan başkanının yaklaşımını takip etti veya en azından onun kararlarını kafasından geçirdi.
Amerika’nın Tel Aviv’deki büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması, bu tür stratejik politikalardan biridir; bununla birlikte Bill Clinton’un başkanlığı döneminden bu yana Beyaz Saray’ın tüm kiracıları bunu hayata geçirmeyi istese de hiçbiri bunu uygulamaya cesaret edememişti.
Bu durumda şunu sormak gerekiyor: Trump, Amerika’nın temsilcisi olarak bu saldırgan söylemiyle nasıl bir politika izliyor?
Bu Amerikan başkanı neden dosta da düşmana da çıkışmakta ısrar ediyor, uluslararası yasaları görmezden geliyor, küçümsüyor, ülkeleri aşağılıyor, ekonomik baskı araçları kullanarak dünya ülkelerini kendine itaate zorluyor?
Bu soruya cevaben şunu söylemek gerekiyor: Ekonomik göstergelerindeki iniş çıkışlar, Batı Asya’da peş peşe aldığı yenilgiler, Avrupalı müttefikleri ve Asyalı rakipleriyle ticaret savaşı, içerideki skandallar ve Trump’ın yarattığı ağır güvenlik sorunları gibi Amerika’da son yıllarda ortaya çıkan özel şartlar, bu ülkedeki karar vericileri, “uluslararası alanda hedef saptırma” stratejisi izlemeye sevk etti.
Amerika’nın ekonomi, siyaset ve güvenlik alanındaki hegemonyası tüm dünyada inişe geçmiş durumdadır ve bu da Washington için çok sık rastlanan sıradan bir durum değildir.
Çünkü Beyaz Saray, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendini “süper güç”, “dünya köyünün patronu”, “dünya polisi” gibi tumturaklı ifadelerle anıyordu. Bu tür ağır ve benzersiz sorunlar, sulta düzeni liderleri için ciddi bir krizdir.
Bu yüzden Washington’un araştırma ekipleri, düşünce kuruluşları, bu büyük sorunları izleyerek şu sonuca vardılar: Amerika içindeki ve dışındaki kamuoyuna cevap vermekten kaçmak için farklı bir yöntemi gündeme almak gerekir.
Amerika’nın kabadayı ve lümpen başkanının şu an sergilediği davranışlar, tam olarak bu yönde değerlendiriliyor.
Trump, ülkesindeki iç kamuoyunun dikkatini ağır ahlaki ve güvenlik dosyalarından saptırmak için basına ve seçkin kişilere saldırıyor; dış politika ile ilgili konularda da benzer bir davranışla uluslararası kurumlara ve aynı doğrultuda olmayan ülkelere saldırıyor.
Yularları Trump’ın çalışma odasının kapısına bağlı olan ve siyasi hayatları Trump’ın memnuniyetine veya gülümsemesine bağlı bulunan bazı ülkeler ise doğal olarak onun emirlerine itaatsizlik edemezler.
Devletler, Trump’ın tavır ve davranışlarından aşırı derecede rahatsız olmasına rağmen, yollarını Amerika’dan ayırabilecek güçte değiller bu yüzden de doğal olarak Amerikan politikaları karısında ellerini havaya kaldırıyorlar.
Trump, konuşmasında OPEC’e saldırdı. Halbuki herkesin bildiği gibi Amerika yakıt kriziyle başı derde girdi, İran’a petrol ambargosuna esir oldu, bunlardan dolayı bu örgüte baskı yaparak politikasını yürütmeye çalışıyor.
OPEC, öyle bir örgüttür ki bu örgütün Suudi Arabistan gibi bazı kilit üyeleri, petrol fiyatlarını Washington’un öngördüğü şekilde belirlemede temel rol oynuyorlar. Bu yüzden de bu siyah altının fiyatı yükseldiğinde Amerika’nın bir işaretiyle aşağı çekilir.
Bununla birlikte Amerika, bu örgütün kurulmasından 60 yıl sonra bile onun bazı üyeleri Batı’yı petrol fiyatlarını düşük tutma konusunda razı etmeye çalıştığı halde “dünyayı yağmalamak”la suçladı ve imalı bir şekilde tehdit etti.
Ayrıca Dünya Ticaret Örgütü, Amerika’nın kurucuları arasında yer aldığı bir örgüttür buna rağmen sırf Trump’ın tarife politikalarına karşı direndiği ve onu kabul etmediği için Amerika’nın saldırısına uğramaktadır.
Öte yandan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, her zaman alışık olunanın aksine Amerika’daki feci insan hakları durumuyla ilgili raporlar yayımladığı için Trump tarafından “utanç kaynağı” diye niteleniyor.
Amerika bu yılın ortalarında bu komiteden çekildiğinde de aynı hedef saptırıcı politikayı izledi ve Amerikan Dışişleri Bakanı ve Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi; İran’ı, Çin’i, Venezüella’yı ve Küba’yı kendi tabiriyle ağır insan hakları ihlalleriyle suçladı.
Bu vesileyle kendini ve çocuk katili siyonist rejimi, suçlamalardan uzak tuttu.
Aynı şekilde Washington, UNESCO’dan ve Paris İklim Anlaşmasından çekildi. Birleşmiş Milletlerin mali kaynaklarının bir bölümünü kesti.
Uluslararası Adalet Divanı’nı sırf İran’ın kendisine uygulanan zalimce yaptırımlarla ilgili şikayetini gündemine aldığı için mali desteği kesmekle tehdit etti. Aşağılayıcı yardımlarını uluslararası kurumların ve ülkelerin Beyaz Saray önünde diz çökmesi şartına bağladı.
Trump’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda söyledikleri, Amerikan kurumlarının, bu ülkeye ve hükümete hakim olan sınıfın Kongre’nin ve Amerikan yargısının içinden geçenlerdir.
Onların bundan farkı, ya bu politikaları uygulayabilecek cesarete sahip olmamaları ya da “yumuşak güç” adlı farklı hokkabazlıklarla bu hedeflerini gerçekleştirmeleridir.
Bir başka deyişle, Amerikalıların kanunu, orman kanunudur. Onlar karşılarında hiçbir bağımsız ülke veya politika göremeye katlanamıyor.
Şartlar gerektirdiğinde kendi arzularını gerçekleştirmek için vaatlerden yararlanıyorlar; şartlar hazır olmadığında tehdit, korkutma, yaptırım ve askeri saldırıyı gündeme alıyorlar.
Bu ikisi de işe yaramadığında bu kez de devletlere ve uluslararası kurumlara sataşıyorlar, kendi eksiklerini ve suçlarını onların üstüne atıyorlar.
Dolayısıyla bu kaba ve küfürbaz Amerikan başkanı ile öteki gülümseyen ve zahiren edepli olan Amerikan başkanı arasında bir fark yoktur. Onarın tümünün kaynağı aynıdır.
Zamanın şartlarına göre kendi emperyalist ve müstekbir politikalarını yüzde yüz uygulamak için tüm çabalarını gösteriyorlar.
Çeviri: YDH