"Caca'nın siyasi söyleminin muhtevası, bariz biçimde, İsrail’in Lübnan’daki Şii varlığını hedef alan tehcir ve yerleşim projeleriyle örtüşüyor."
YDH - Siyonist rejim, Lübnan'ın Litani Nehri gibi stratejik bölgelerine yönelik yerleşim planlarıyla birlikte, askeri gücünü de burada yoğunlaştırıyor. Lübnanlı emekli Tuğgeneral Muhammed Hüseyni, Rey el-Youm gazetesinde yer alan makalesinde, Lübnan Kuvvetleri lideri Semir Caca’nın söylemlerinin, İsrail'in "Şiileri yok etme" amacıyla örtüştüğüne dikkat çekerek bunun bir tür iç savaş daveti olduğuna vurgu yapıyor.
Düşmanın Lübnan’daki tarihsel olarak Lübnan’daki ve bölgedeki yayılmacı emellerini kabul etmek için artık çok geç. Aynı şekilde, işgalci rejim liderlerinin her sözünü Tevrat’tan ilham alınmış olarak değerlendirip, bu savaşın tümüyle dinsel bir savaş olduğuna kanaat getirmemek de yetersiz kalıyor.
Sadece Hizbullah’ın silahlarını hedef olarak göstermek ve işgalcinin diğer amaçlarını, özellikle de yerleşimci projelerini görmezden gelmek de artık yetersiz.
Zira, İsrail’deki yerleşimciler arasında olan bitenler, savaşın kendisinden bile daha tehlikeli bir sürecin parçası. Bu süreç, Lübnan’a karşı duyulan tarihsel nefreti gözler önüne seriyor; nasıl çocuklarını Lübnan’a karşı ideolojik olarak doldurduklarını ve nasıl bir İsrail askeri olan Yisrael Sokol’un ölümünü bahane ederek, Güney Lübnan’a yerleşim kurma amacı taşıyan Uri Tzafon gibi Siyonist hareketlerin ortaya çıktığını gösteriyor.
Bu, Sokol’un Güney Lübnan’da yaşama hayalini gerçekleştirme amaçlı bir adımdan ibaret değil. Tam aksine, Lübnan topraklarında yerleşim projelerine yeni nesilleri çekmek üzere hazırlanmış, planlı bir strateji.
Bu çerçevede, çocuklarına yönelik hazırladıkları resimli kitaplar ve eğitim materyalleri, Tevrat’tan alınan pasajlarla Lübnan’a dair bir işgal ideolojisi aşılıyor.
Örneğin, Alon ve Lübnan adlı bir kitapta, “Alon” adlı hayali bir Yahudi çocuğun Lübnan dağlarında dolaşmayı hayal etmesi anlatılıyor. Alon’un babası ise ona “Bugün Lübnan dağları bize ait değil ama Tanrı Yehova’nın bize vaat ettiği gibi, bir gün bizim olacak,” diyerek, çocuğun beklentilerini besliyor.
Bu, çocuklara özel hazırlanmış pek çok kitaptan sadece biri. Bu kitaplar, çocuklara Lübnan ve bölgedeki diğer halklara hâkim olma arzusunu aşılıyor.
Bu yüzden, Uri Tzafon örgütünün sembolünde Lübnan sedir ağacının ortasında Davut Yıldızı olması şaşırtıcı değil. Aynı şekilde, bu örgütün eski bir Knesset üyesi olan Moşe Feiglin’in, “el-Celil'in kuzey sınırı ateşkes hattı değil, Lübnan’daki Litani Nehri’dir ve burası İsrail’in tarihi topraklarının bir parçasıdır,” şeklindeki açıklaması da şaşırtıcı değil.
Örgütün, Güney Lübnan’daki hayali yerleşimleri ve buralarda satışa sunulan evleri içeren haritalar yayımlaması da aynı propagandanın bir parçası.
Tüm bu yalanlar ve yanıltıcı haritalar, “Büyük İsrail Krallığı” ya da “Birleşik İsrail” projesinin hayata geçirilmesi için yapılan Siyonist propagandanın bir parçası.
Bu proje, Tevrat’ın çeşitli kısımlarında açıkça yer alıyor: Yaratılış 15:18, Yaratılış 18:15–21, Tesniye 11:24, Tesniye 1:7, Tesniye 3:25–28, Yeşu 1:1–4, ve Hezekiel 47:13–20 gibi pasajlarda buna dair referanslar bulunuyor.
“Büyük İsrail” konusuna geldiğimizde, çoğu Siyonist Yahudi, bu kavramı tarihsel bir gerçek olarak kabul ederken, pek çok arkeolog bunun hayal ürünü olduğunu düşünüyor.
Burada iki zıt yaklaşım söz konusu: İlk yaklaşım, herhangi bir somut kanıt olmadan tamamen Tevrat’taki anlatılara dayanıyor. İkinci yaklaşım ise arkeolojik bulguları temel alıyor ki bu bulgular, “Büyük İsrail” kavramını desteklemiyor.
Örneğin, “Büyük İsrail”in sınırları, Hezekiel Kitabı'nda geçtiği şekliyle, Suriye'nin Hama şehrinden başlayıp Lübnan'ın tamamını—Beka Vadisi’nden sahiline, dağlarına ve Hermon Dağı’na kadar—içeriyor. Ayrıca Ürdün, Irak, Mısır ve Suudi Arabistan’ın bazı bölgelerini de kapsıyor.
Bu “krallık” fikri, İsrail’in liderleri tarafından gururla dile getiriliyor. Özellikle İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Tevrat’ta belirtilen “İsrail sınırları” hakkında açık konuşarak bu düşünceyi savunuyor.
Bugün bu sınırların genişletilmesi çabaları, “Yeni Orta Doğu” projesi çerçevesinde, bu projenin mimarı Netanyahu tarafından hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Netanyahu’nun amacı, bölge üzerinde iki yolla hakimiyet kurmak: Ya Gazze, Batı Şeria, Lübnan ve Suriye’de gördüğümüz gibi askeri güç kullanarak ya da diğer Arap ülkelerinde iktisadi üstünlük kurarak onları boyunduruk altına almak. Her iki durumda da bu projenin başarılı olabilmesi için İsrail’in bölgede geniş bir güvenlik nüfuzu kurması şart.
Buna ek olarak, Amerika’nın Arap ülkelerindeki nüfuzundan yararlanarak İsrail lehine bir güç kazanımı sağlanması hedefleniyor.
Bu "Tevrat rüyası," geçmişte Siyonist hareketin liderlerini etkileyen bir idealdi. Lübnan ve Suriye'yi hedef alan bu ilk komplolar, 1919’daki Paris Barış Konferansı’nda kendini gösterdi.
Siyonist heyet, burada Faysal-Weizmann Anlaşması olarak bilinen bir mutabakat sundu; bu anlaşmaya, arzulanan "vaat edilmiş toprakların" haritası da eklenmişti.
Bu harita, Lübnan'ın güneyini, Sidon (Sayda) şehri ve Batı Bekaa'nın bir kısmı hariç, Suriye’nin bazı bölgeleriyle birlikte içeriyordu. Fakat, Fransa’nın Lübnan ve Suriye üzerindeki manda yönetimi nedeniyle Fransızlar bu öneriyi reddetti. Sonrasında ise Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal, bu anlaşmadan geri adım attı.
Siyonistlerin Lübnan’ın bazı bölgelerini ele geçirme planlarına dönük başka bir girişim daha, 1949’da BM’nin Filistin Uzlaştırma Komisyonu (UNCCP) tarafından düzenlenen Lozan Konferansı’nda ortaya çıktı. Bu konferansa Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye ve İsrail katılmıştı.
Bu toplantıda Lübnan heyetinin başındaki eski bakan Fuad Ammun, Lübnan Dışişleri Bakanlığı’na bir not gönderdi. Notta, Siyonist heyetin, Lübnan’ın Litani Nehri’nin güneyindeki topraklarının İsrail’e katılmasını talep ettiğini belirtti.
İsrail bu toprakları, güya "kalkınma planları" için gerekli gördüğünü iddia ediyordu ve karşılığında Lübnan'daki Filistinli mültecilerden bir kısmının sınırlı bir dönüşüne izin vereceğini öne sürüyordu.
Kimileri, bu yerleşimci projenin erişilmesi mümkün olmayan bir hayal olduğunu, bazı yerleşimcilerin düşlerinden öteye gitmediğini savunabilir.
Hatta Siyonistlerin Lübnan üzerindeki emellerinin, Tevrat’ın sayfalarında kalmış kuru bir yazı olduğunu iddia edebilirler. Eğer öyleyse, düşmanın neden Lübnan sınırında altı tümen (36, 91, 98, 99, 146, ve 210) konuşlandırdığı sorusu ortaya çıkar.
Bu kuvvet, yalnızca 4 ila 5 kilometrelik bir "sınır koridoru" oluşturmak için gerekenden çok daha fazla. Bu birlik sayısı, 2006’daki Temmuz Savaşı sırasında Litani Nehri'ne ulaşmayı hedefleyen İsrail'in o dönemki askeri gücünden de fazla.
Dahası, 1982’de Lübnan’ı işgal eden güçten sadece iki tümen daha az. Eğer bu emeller gerçekten sadece bir hayalse, İsrail neden Litani’ye, hatta belki Avli Nehri’ne kadar ilerleyerek Beyrut'a veya Bekaa’ya ulaşmak üzere saldırı hazırlığı yapıyor?
Bu genişlemeci emeller, Lübnan’daki bazı Hristiyan sağcı liderlerin söylemlerinde de yankı buluyor.
Örneğin, Maarab'dan yaptığı bir konuşmada bu liderlerden biri, Tel Aviv’in Lübnan devletine ve özelde Lübnan’daki Şiilere karşı yürüttüğü "varoluş savaşına" paralel bir söylem geliştirdi.
Bu lider, Şiileri (ki Lübnan nüfusunun yüzde 35’ini oluşturuyor) “siyasi dışlanma” planı çerçevesinde hedef alarak, Meclis'te bir “parlamento darbesi” çağrısında bulundu ve Şii milletvekillerinin katılımı olmaksızın bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapılması önerisinde bulundu.
Bu çağrının altında yatan niyetler bir kenara bırakılsa bile, bu yeni bir iç savaş daveti gibi görünüyor.
Bu liderin [Lübnan Kuvvetleri lideri Semir Caca, ç.n.] siyasi söyleminin muhtevası, bariz biçimde, İsrail’in Lübnan’daki Şii varlığını hedef alan tehcir ve yerleşim projeleriyle örtüşüyor. Bu lider, İsrail’in “Büyük İsrail” sınırlarını gerçekleştirmesi gerektiğine inananlardan biri olabilir.
Bu durumda, Tevrat'taki Hiram karakterinin rolünü üstlenerek (1 Krallar 5:19-20 ve 1 Krallar 18:6), Tanrı'nın Lübnan’daki kutsal sedir ağaçlarının kalan kısmını Siyonist sağa satmak için harekete geçebilir.
Bu çabalar, Yahudi mabedi olan "Süleyman Tapınağı"nın yeniden inşası projesine katkı sağlamak amacını da taşıyor olabilir. Ancak bu sefer, İsrail’in izni olmadan “hedefine ulaşamayacak” ve kendi dar grubu içinde hapsolmuş bir durumda kalacaktır.
Çeviri: YDH