Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in dün Valday Forumu’nda yaptığı konuşma, son derece önemliydi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in dün Valday Forumu’nda yaptığı konuşma, son derece önemliydi. Ne var ki bu konuşmadan genellikle sadece bazı cümleler seçilerek ve spota çıkarılarak yayınlandı. Bununla birlikte konuşmanın bağlamı içinde değerlendirilmesi, daha doğru olacaktır. Bu nedenle ben, herhangi bir yorum katmadan, konuşmanın Türkiye ile ilgili peş peşe soruları ve Putin’in cevaplarını çeviriyorum.
Putin’in cevapları, Rusya’nın endişeleri ve olanakları konusunda yeterince fikir veriyor.
Soru:Türkiye’nin onlarla ve belli bir derece de bizimle karşı karşıya gelmesi temelinde Fransa ve Avrupa ile bir yakınlaşma olabilir mi
Cevap: İlkinden, Dağlık Karabağ’dan ve kimin destekleneceğinden başlayalım. Rusya’nın Ermenistan ile daima özel ilişkileri olduğunu söylediniz. Ama bizim Azerbaycan’la da özel ilişkilerimiz vardı. Rusya’da 2 milyondan fazla Ermeni ve 2 milyon civarında da Azerbaycanlı yaşıyor. Bunlar sadece geçici olarak çalışmaya gelen insanlar değil, bunlar fiilen devamlı burada yaşıyorlar. Rusya’da çalışarak milyarlarca dolar gönderiyorlar ailelerine yardım olarak, milyarlarca. Bütün bu insanların Rusya’da insani temelde gayet istikrarlı, yakın ilişkileri var; şahsi ilişkiler, iş ilişkileri, insani ilişkiler, aile ilişkileri. Bu yüzden Ermenistan da Azerbaycan da bizim için eşit ortaklar. Orada insanların ölmesi bizim için büyük bir trajedi. Bir, Ermenistan ile de Azerbaycan ile de eksiksiz ilişkiler kurmak istiyoruz.
Evet, kimi unsurlar var, keza bu ülkelerin her biriyle ilişkiler kurulurken diğer ortağımızla ilişkilerimizden ayrılan kimi şeyler var. Ermenistan’la, hıristiyanlık. Ama Azerbaycan’la da başka istikametlerde çok sıkı ilişkilerimiz var.
Dini faktöre gelince, dikkatinizi, Rusya Federasyonu nüfusunun yaklaşık yüzde 15’inin islama inandığına çekmek isterim. Azerbaycan bu anlamda bile bize yabancı bir ülke değil.
Ama kesinlikle unutamayacağımız bir şey var ki, bu, I. Dünya Savaşı döneminde Ermeni halkının, Ermeni milletinin başına gelenlerdir. Ermeni halkının trajedisi devasadır. Bu da ikinci kısım.
Üçüncüsü şu: bu çatışma sadece devletler arası bir çatışma, toprak mücadelesi olarak başlamadı; bu, etnik bir karşı karşıya gelişten başladı. Bu da bu da bir vakıa; Sumgayıt’ta ve daha sonra Dağlık Karabağ’da Ermeni halkına karşı acımasız suçlar işlendi. Bütün bunları bütün olarak ele almalıyız.
Bununla birlikte, Azerbaycan’ın önemli bir kısmının kaybedilmiş olduğu böyle bir durumun sonsuza kadar devam edemeyeceğini de anlıyoruz. Uzun, uzun yıllar boyunca bu krizin çözülmesine yönelik, durumu uzun tarihi bir dönemde istikrarlı kılmak için çok muhtelif yollar önerdik.
Şimdi ayrıntılara girmeyeceğim, ama bana inanın, bu, karşılıklı tutumları yakınlaştırmaya yönelik zorlu bir çalışmaydı. Kimi zaman, az kaldı, biraz daha, bir adım daha, sonra çözüm bulacakmışız gibi geliyordu. Ne yazık ki bu gerçekleşmedi; bugün de çatışmanın en zorlu haliyle karşı karşıyayız. Trajedi, insanların ölüyor olmaları. Biliyorsunuz, iki taraftan da çok kayıp var. Bizim verilerimize göre her iki taraftan da, hem birinden hem diğerinden iki binden çok insan öldü. Ölenlerin toplam sayısı beş bine yaklaşıyor.
Afganistan’da 10 yıl boyunca Sovyetler Birliği’nde, Sovyet ordusunda 13 bin kişinin öldüğüne dikkat çekerim. Burada ise, böyle kısa bir zaman aralığında neredeyse 5 bin kişi. Peki ne kadar yaralı? Ne kadar insan acı çekiyor, ne kadar çocuk? Bu yüzden, bu, bizim için özel bir durum.
Evet, sanırım 1992’de kurulan Minsk Grubu. Rusya, Fransa, ABD --- eş başkanlar olarak, bu sürecin, görüşme sürecinin örgütlenmesi sorumluluğu bizim üzerimizde. Ama elbette, ben yüzde 100 eminim ki, bu sürecin bütün katılımcıları durumun çözüm bulmasını içtenlikle hedefliyorlar, ama hiçbiri Rusya gibi yakından ilgili değil, çünkü bu bizim gözlerimizin önünde. Sadece gözlerimizin önünde de değil, en geniş anlamda bizim insanlarımızın, dostlarımızın, akrabalarımızın başına geliyor. Bu yüzden, her iki tarafın da güveninden yararlanabileceğimiz ve tutumları yakınlaştırma yolunda bu çatışmayı çözmek için köklü bir arabuluculuk rolü oynayabileceğimiz bir tutum takınıyoruz. Bu uzlaşmanın bulunmasını ben çok istiyorum.
Bildiğiniz gibi, Başkan Aliyev’le de Başbakan Paşinyan ile de yakın temas içindeyim. Kendileriyle günde birkaç defa telefonla görüşüyorum, günde birkaç defa. Dışişleri Bakanlarımız, Savunma Bakanlarımız, istihbarat örgütleri başkanlarımız da devamlı temaz içindeler. Biliyorsunuz, her iki ülkenin dışişleri bakanları da bize geldiler. Bugün, hayır, 23’ünde, Washington’da buluşacaklar. Amerikalı ortaklarımızın da bizimle uyumlu faaliyet yürüteceklerine, çözüme yardımcı olacaklarına çok güveniyorum. En iyisini umut ediyoruz. Bu ilk kısmı.
İkinci kısmı NATO içinde tartışmalar, Türkiye ve Fransa arasındaki tartışmalar ile ilgili. Biz asla, başka devletler arasında ortaya çıkan çatlakları kötüye kullanmayız. Bizim Fransa’yla istikrarlı, iyi, eksiksiz diyemem ama iyi bir perspektif çizen, her halükârda iyi ilişkilerin bir tür tarih-öncesi var.
Türkiye’yle de işbirliğimiz büyüyor. Türkiye bizim komşumuz, devletlerimiz arasında karşılıklı ilişkilerin hem Türkiye hem Rusya için ne kadar önemli olduğuna dair daha ayrıntılı anlatabilirim size.
Burada birinin bizim herhangi arabulucu faaliyetimize ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Türkiye de Fransa da aralarındaki ilişkileri düzene koyabilecek yetenekte devletler ve Başkan Erdoğan’ın tutumu ne kadar katı görünürse görünsün biliyorum ki kendisi her şeye rağmen esnek biridir, onunla ortak bir dil bulunabilir. Bu yüzden, durumun burada da normalleşeceğine inanıyorum.
Soru: Vladimir Vladimiroviç, mümkünse, zira bu konu çok güncel.
Güney Kafkasya’da günümüzdeki krizde nitel bir farklılık var — bu, Türkiye’nin geçmiştekinden çok daha aktif rolü. Başkan Erdoğan’ın esnek biri olduğunu söylediniz. Olabilir. Siz onunla çok zaman geçirdiniz. Bu bağlamda pek çok uzman, Erdoğan’ın fiilen, eski Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarına nüfuz alanını genişletme siyaseti yürüttüğünü ileri sürüyor. Ama bunlar çok geniş sınırlar, bildiğimiz gibi, göz alabildiğine gidiyor. Bu alana bir zamanlar Kırım da düşüyordu. En azından eskiden.
Eğer tutarlı bir çizgi olmazsa Ankara ile kimi ihtilaflar doğacağından endişelenmemiz gerekmez mi?
Cevap: Rusya hiçbir şeyden endişelenmiyor. Bugün çok şükür bir şeylerden korkmamız gerektiği zamanlardaki gibi bir durumda değiliz.
Başkan Erdoğan’ın ne planladığı, Osmanlı mirasına nasıl yaklaştığı konusunu bilmiyorum. Bunu ona sorarsınız. Ama bugün ticari ilişkilerimizin hacminin 20 milyar doların üzerinde olduğunu biliyorum. Türkiye’nin, bu işbirliğinin devam etmesini gerçekten istediğini biliyorum. Başkan Erdoğan’ın bağımsız bir dış siyaset izlediğini biliyorum. Bütün baskılara rağmen kendisiyle yeterince kıza bir zamanda “Türk Akım” projesini gerçekleştirdik. Avrupa’yla hâlâ yapamıyoruz, bu konu yıllardır ağzımızda sakız, Avrupa, kendisi için kesinlikle kârlı “Kuzey Akım 2” projesini gerçekleştirmek için ilkesel bağımsızlık ve egemenliğini bir türlü gösteremiyor. Ama Türkiye ile bunu bütün bağırış çağırışlara rağmen yeterince hızlı yaptık. Erdoğan, milli menfaatlerini bilerek ve anlayarak, bunu gerçekleştirebileceğimizi söyledi ve bunu yaptık. Keza, başka alanlarda da. Mesela, askeri-teknik işbirliği alanında. Türkiye, çağdaş hava savunma sistemlerine ihtiyacı olduğuna karar verdi, dünyadaki en iyi sistem de Rusya yapımı S-400 Triumf, söyledi ve aldı. Böyle bir ortakla çalışmak sadece hoş değil, böyle bir ortakla güvenilir bir şekilde de çalışılır.
Kimi arzular konusunda, Kırım ve başka şeyler daha, bunu bilmiyorum, ilgilenmiyorum. Çünkü Rusya’nın menfaatleri güvenilir bir şekilde savunuluyor, bundan bir saniye bile şüphe etmenize gerek yok. Eminim ki diğer ortaklarımız da bunu gayet iyi anlıyor ve hesaba katıyorlar.
Türkiye’nin Kırım’ı Rusya olarak tanımamak konusundaki tutumuyla ilgili. Ne yapalım, onunla her şeyimiz denk gelmiyor, keza mesela Kafkaslardaki durum da, görüş açılarımız sıklıkla ayrılıyor. Ama Avrupa’nın, ABD’nin tutumunu biliyoruz; bunların hepsi dikkate değer demokrat, Kırım halkı tarafından referandum yapılması ise demokrasinin en yüksek seviyede gerçekleşmesi, halkın gidip oy vermesi; ama bu kimseyi ilgilendirmiyor.
Yaptırımları Kırımlılara karşı uyguladıklarını söylemiştim. Eğer bu ilhaksa, demek ki bunlar da kurban; öyleyse onlara karşı neden yaptırım uyguluyorlar? Onlar oy verdilerse bu bir demokrasi gösterisidir; demokrasiden ötürü cezalandırmak mümkün mü? Tam bir deli saçması! Ama böyle oluyor. Yani Erdoğan’ı neden parmakla gösterelim ki? Başka ülkelerde olanlara bakın.
Ama bu tutarlı bir tutum; Kırım’ı tanımıyor, Dağlık Karabağ’ı da tanımıyor. Biz ne yapmalıyız? Herkesle ısrarla çalışmalı, sabrımızı toplamalıyız, ne y aptığımızı herkese göstermeliyiz, tutumumuzun doğru olduğunu, bunu savunacağımızı. Tutumlarımızın ve yaklaşımlarımızın çakışmadığı yerde ise uzlaşma aramalıyız.
Mesela Güney Kafkasya’daki durum konusunda tutumlarımızın çakışmadığını da anlıyorum. Çünkü biz, ne olursa olsun, bu türden tartışmalı meseleleri kuvvet yardımıyla değil, silah yardımıyla değil, diplomasi anahtarıyla, görüşme masasında çözmek gerektiğini düşünüyoruz. Evet, elbette, 30 yıldır görüşmeler yapıldığı ama hiçbir şey çıkmadığı söylenebilir. Ama bu benim görüşüme göre ateş etmeye başlamak gerektiği anlamına gelmiyor.
Soru: Çok teşekkürler. Ama Sayın Erdoğan’ın tutumu elbette tutarlı. Mesela, Kuzey Kıbrıs’ı tanıyor. Ama bu da herhalde sözünü ettiğiniz esneklik çerçevesinde.
Cevap: Evet, haklısınız. Aynı fikirdeyim. Bunu ben de söylemeliydim, ama aklımdan çıkıvermiş. Ama haklısınız, Kuzey Kıbrıs, evet. Ama anladığım kadarıyla Türkiye’de, nihayetinde ülkenin birleşmesine itiraz etmiyorlar, mesele sadece, bu birleşmenin ilkeleri. Ama genel olarak haklısınız.