27 Eylül’de savaş başladığında, öyle sanıyorum ki Ankara’daki karar alıcılar dahil, Dağlık Karabağ’daki gerçek durumu bilmiyor, 1994’ten beri uygulanan hamaset siyasetine inanıyorlardı.
27 Eylül’de savaş başladığında, öyle sanıyorum ki Ankara’daki karar alıcılar dahil pek çok kimse, Dağlık Karabağ’daki gerçek durumu bilmiyor, 1994’ten beri uygulanan hamaset siyasetine inanıyorlardı. Bu siyasete göre, Dağlık Karabağ’ın öncesi yoktu, onunla Ermenistan kuvvetleri tarafından işgal edilen diğer 5+2 rayon arasında bir farklılık yoktu, Sovyet dönemi yoktu, 70 yıllık siyasi ve hukuki statü yoktu. Oysa her iki taraf da gerçekte bu siyasi ve hukuki statüyü çatışmalarına meşruiyet kazandırmak için kullanıyorlardı; dolayısıyla Sovyet dönemini anlamadan Dağlık Karabağ’da bir çözüm imkânından söz etmek yahut çözüm yolu önermek mümkün olamazdı.
Bu nedenle ben, savaşın ertesi günü yazdığım yazıda, bilhassa 1978 anayasasına dayanarak özerk oblast ve özerk cumhuriyet arasındaki farklara değindim. Keza aynı yazıda, Dağlık Karabağ’ın (son derece karmaşık olan 1919—1921 arasını bir kenara koyarak) 1921’den bu yana tarihini çok kısa başlıklar halinde dönemlere ayırarak incelemeye çalıştım.
Söz konusu yazımın sonunda şöyle demiştim:
“… meselenin çözümü, yakın zamanda bu bölgede tekrar sosyalizm ilan edilmeyeceğine göre, ancak fiili durumu ve hukuku bir arada alarak gerçekleşebilir. Bunun ilk adımı, Sovyet Dağlık Karabağ Özerk Oblasti ile onun etrafındaki işgal topraklarının statülerinin kesin bir şekilde ayrılması olabilir.
“… Minsk grubunda ABD ve Fransa’nın varlığı, Ankara’nın gizlemeye gerek duymadığı doğrudan müdahalesi (ve ÖSO’cuların açıklamalarına bakılırsa Azerbaycan’a cihatçı nakliyesi), İsrail faktörü ve bunun İran üzerinde yarattığı tehdit gibi başka birçok faktör daha, çözümü zorlaştırıyor. Azerbaycan (ve danışmanları) öyle anlaşılıyor ki son saldırıları bir blitzkrieg olarak örgütlemek istediler; ancak görüldüğü kadarıyla savaş, devam edecek olurlarsa onların bekledikleri kadar hızlı bitmeyecek. 1992—1994’te olduğu gibi iki yıllık, on binlerce can kaybına mal olan bir savaşı da taraflar kaldıramazlar. Taraflar açısından bu çıkmaz durumu, Rusya’nın bütün olanaklarını kullanmasıyla birlikte, belki de ciddi bir çözümün önünü açabilir.”
Bu gece varılan ateşkes anlaşması, böyle bir sonucun doğduğunu, hiç değilse hazırlandığını, bu yönde bir mutabakat oluştuğunu gösteriyor.
Aslında buna ateşkes demek çok doğru değil. Şüphesiz, teknik olarak bir ateşkes anlaşması; ancak (eğer uygulanabilirse) ateşkesin önüne geçen ve kalıcı barışı hazırlayan bir yanı da var.
“Eğer uygulanabilirse” kaydını düşmemin nedeni şu: Ermenistan’daki siyasi gelişmeler, Paşinyan’ın batıcı çizgisi, onun (eğer daha önce değilse en azından) daha Temmuz ayındaki saldırılarda Ermeni şoven milliyetçileriyle kurduğu ittifak, bu ülkedeki dengeleri değiştirebilir. Dolayısıyla, Rusya ve Azerbaycan’ın anlaşmayı koruma yönündeki iradesi açık olmakla birlikte, Ermenistan zayıf halka durumunda.
Peki varılan bu anlaşmaya göre ne oldu?
En önemlisi, daha birinci maddeden itibaren, tarafların işgal ettikleri pozisyonlarda kalacakları ve ateş kesecekleri kayıt altına alındı.
Öyleyse, söz konusu pozisyonların ne olduğuna bakmak gerek.
Ne var ki bu konuda bir bilgi kirliliğiyle karşı karşıyayız; mevcut durum propaganda saldırıları karşısında abartılı görünüyor. Gene de şu harita, 9 Kasım (dün) itibariyle Azerbaycan’ın iddialarına göre cephedeki durumu gösteriyor.
RBK’nın dün yayınladığı bu haritada parlak kırmızı alanlar Azerbaycan güçlerinin 1,5 aylık savaşta süngü gücüyle ele geçirdiği yerleri gösteriyor. Ancak anlaşma şartları arasında güneyde Nahçıvan ile karayolu bağlantısı kurulması da öngörüldüğüne bakılırsa, bu bölgedeki iki rayonun (Kubatlı ve Zangilan) önemli bir bölümü hâlâ Ermenistan güçlerinin kontrolü altında olabilir.
Ancak batıda ve doğudaki durum çok daha dikkat çekici. Buna göre doğuda işgal altındaki Agdam rayonu 20 Kasım’a kadar Azerbaycan’a geri verilecek. Bu, süngü gücüyle değil, (elbette savaşın doğurduğu, ancak) doğrudan doğruya anlaşmayla kazanılan bir toprak parçası. Daha da önemlisi ise Dağlık Karabağ’ın batısındaki topraklar. Buradaki iki rayon, Kelbacar ve Laçin, 15 Kasım’a kadar geri verilecek. Böylece Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasındaki kuzey (Kelbacar) koridoru tamamen kapanıyor. 5 kilometre genişliğinde bir Laçin koridoru ise, Rusya’nın garantörlüğünde açık kalacak. Ancak bu koridor, Azerbaycan’ın geçen gün ele geçirdiği (Sovyet Dağlık Karabağ’ındaki) Şuşa’ya temas etmeyecek.
Dolayısıyla anlaşma, Şuşa’nın Azerbaycan’a geçtiğini teyit ediyor. Bu, Sovyet Dağlık Karabağ’ından kopan en büyük toprak parçası anlamına geliyor.
Laçin’de açılan 5 kilometrelik koridora yeni bir karayolu inşa edilecek. Azerbaycan, Laçin koridoruna dokunmayacağını garanti ediyor.
Demek ki, eğer Kubatlı ve Zangilan gerçekten de süngü gücüyle Azerbaycan’ın kontrolüne geçtiyse, 5+2 rayondan geride Ermenistan kuvvetlerinin elinde kalan yok. (Azerbaycan Fizuli'yi daha ilk hafta süngüyle kurtarmıştı.) Ancak Kubatlı'nın tamamına yakınının, Zangilan'ın da önemli bölümünün hâlâ Ermenistan güçlerinin elinde kaldığını sanıyorum. Dolayısıyla anlaşma, bunu da Şuşa ile dengelemiş görünüyor. Bir başka deyişle, 5+2 rayonda Kubatlı’nın yerine süngüyle ele geçirilen Şuşa konularak bu rayonlar tamamen kurtarılmış oluyor.
Anlaşmaya göre, bu bölgedeki iç göçlerin neden olduğu mültecilerin geri dönüşü de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gözetimi altında bağıtlanıyor. Burada ilk bakışta bütün mülteciler (yani 1991-1994 savaşında göçen Azerbaycanlılar da dahil) öngörülüyormuş izlenimi doğuyor; ancak bundan emin değilim. Bana öyle geliyor ki son savaş yüzünden Dağlık Karabağ’dan ayrılmak zorunda kalan Ermeni nüfusu kastediliyor.
Anlaşma, savaş esirlerinin, tutuklanan sivillerin ve cenazelerin karşılıklı teslim edilmesini de şart koşuyor.
Bence anlaşmanın en önemli iki sonucundan biri, 5+2 rayonun Azerbaycan’a dönmesi ise, diğeri de “bölgedeki bütün iktisadi ve ulaştırma ilişkileri üzerindeki blokajın açılması”. Buna göre Ermenistan, Azerbaycan ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasındaki insan ve araç trafiğini açacak. Bunun karayoluyla sınırlanmamış olması, havayolunun da açılması anlamına geliyor olabilir. Burada karşılıklı mutabakatla yeni karayolu da inşa edilecek. Demek ki Laçin koridoruna karşılık güneyde Nahçıvan koridoru temin edilmiş oluyor. Laçin koridorunun kontrolünü Rusya barış gücü yaparken, Nahçıvan koridorunun kontrolünü de FSB sınır güvenliği yapacak.
Bütün bunlar, Azerbaycan açısından büyük bir başarı, Paşinyan açısından ise gerçek bir felakettir.
Ben, savaşın başından beri, 5+2 rayonun Azerbaycan’a ait olması gerektiğinin hiçbir kuşku götürmediğini, buna karşılık Dağlık Karabağ’ın iç işlerinde tam bir bağımsızlık karşılığında ve Rusya’nın garantörlüğünde, hukuken Azerbaycan’a bağlanmasının en ideal çözüm olduğunu savunuyorum.
Öyle sanıyorum ki Putin’in Valday konuşmasında, Karabağ’daki Azerbaycan pogromlarından söz etmesi ve Karabağ’daki Ermeni halkının güvenlik ihtiyacının altını çizmesi; Aliyev’in ise özerklikten söz etmesi, bu yönde bir çabaya işaret ediyor.
Bu çözümle önümüzdeki beş yıl içinde karşılaşabiliriz.
Savaşın kazananı, hiç kuşku yok ki Azerbaycan’dır. Kaybedenleri, Ermenistan’daki şoven milliyetçiler ile batıcılar arasındaki ittifak ve özel olarak da Paşinyan, bölgeye müdahale fırsatı yakalamaya çalışan Fransa ve başkanlık krizi yüzünden pek ilgi gösterememiş olsa bile gerçekte böyle bir istikrarsızlık çıbanını kaybetmek istemeyecek olan ABD’dir.
Ancak kaybedenler arasına Ankara da katılmalıdır; zira Azerbaycan, Ankara’nın bölgeye müdahil olma arzularını karşılıksız bırakmıştır. Bunun en somut göstergesi, barış gücünün bileşimidir: “Ankara’dan üst düzey bir yetkili”nin geçtiğimiz günlerdeki “Rusya ile ortak barış gücü” iddiasına rağmen bu askeri güç sadece Rusya tarafından teşkil edilecek. Bu barış gücü, mevcut temas hattında, Ermenistan kuvvetlerine paralel olarak konuşlandırılacak; barış gücünde 1.960 piyade, 90 zırhlı, 380 otomobil ve teknik araç bulunacak.
Dahası, eğer anlaşma uygulanacak olursa (tekrar etmekte fayda var: anlaşmanın zayıf halkası, Ermenistan) Türkiye veya başka bir ülkenin önümüzdeki en azından beş yıl boyunca müdahale etmesi de engellenmiş oluyor.
Ben, bu beş yılın tamamlanmasına kalmadan, Dağlık Karabağ sorununa Azerbaycan’a bağlı özerk cumhuriyet şeklinde çözüm getirileceğini düşünüyorum.
Son olarak, “Rusya çözüm istemiyor, sorunu tekrar donduruyor,” iddialarının üzerinde durmak isterim.
Bu iddianın tek gerekçesi şu olabilir: Rusya, her iki ülkenin tepesinde Karabağ sopasını sallandırmak suretiyle müdahale olağanı korumak istiyor.
Ne var ki bu son derece afaki bir iddiadır ve gerçek durumla örtüşmüyor. Birincisi, Rusya’nın müdahale olanakları Karabağ’la sınırlı değil. Tersine Karabağ sorunu, her iki tarafta da tetikte ve kontrolsüz şovenizm yaratarak müdahale olanaklarını sınırlıyor. İkincisi, sınır güvenliği konusunda saplantı derecesinde hassas olan Rusya’nın en sorunlu bölgesi olan güneyine açılan bir kapı, bir tehdit alanı. Üçüncüsü, Minsk grubu dolayısıyla müdahalelere açık. Dördüncüsü, Putin’in bir aydır en azından iki defa üzerine basarak söylediği gibi, Rusya’da 2 milyonun üzerinde Azerbaycanlı ve 2,5 milyon kadar Ermeni yaşıyor. Dolayısıyla Karabağ çatışması, son savaşta açıkça görüldüğü gibi, Rusya için aynı zamanda bir iç güvenlik sorunu.
Rusya, sorunu, bütün bu tehditleri ortadan kaldıracak şekilde çözmek istiyor.