Montrö tartışmalarının Rusya basınındaki yankıları

img
Montrö tartışmalarının Rusya basınındaki yankıları YDH

Türkiye’de Montrö sözleşmesiyle ilgili tartışmalar artarken, bu konu Rusya’da da dikkatle izleniyor.




Türkiye’de Montrö tartışmaları tırmanırken Rusya basınında da bu konuyla ilgili haberlerin sayısında geometrik bir artış görülüyor. Bir kısmı çok önemli olan hemen bütün bu yazılarda Türkiye’nin tutumuna yönelik bir güvensizlik dikkat çekiyor.

Esas tartışma, tahmin edileceği gibi, yeni ve yapay bir kanalın Montrö hükümleri kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği.

Uluslararası Siyasi ve Ekonomik Stratejiler Enstitüsü uzmanlarına göre, yeni kanal Montrö hükümlerine tabi olmayacak. Enstitü, “Tek Rusya” partisi Duma grubu üyesi Yelena Panina tarafından yönetiliyor.

Pravda.ru redaktörü Oleg Volodin’in idaresindeki Politonline’ın görüştüğü savaş tarihçisi İlya Pavlov, NATO donanma kuvvetlerinin Karadeniz’de devamlı artan tahkimatı yüzünden Erdoğan’ın böyle bir kararı tek başına vermesine izin verilemeyeceğini vurguluyor.

Liberal Svobodnaya Pressa’nın görüştüğü askeri uzman Yuriy Selivanov, Montrö’nün Türkiye’nin milli menfaatlerini koruyan çok önemli bir belge olduğundan yola çıkarak, Ankara’nın konvansiyondan çıkmayı planladığını düşünmediği kanısını paylaşıyor.

Bu yazının kendisi çok önemli değil, ancak düştüğü dipnot, doğruluğu kesin değilse bile, Sovyetler Birliği’nin efsane Dışişleri Bakanı Andrey Gromıko’ya mal edilen bir sözü hatırlattığı için önem taşıyor. Buna göre, 1970’lerin başında Gromıko Beyaz Saray’da bir kokteyl esnasında, kendisine Boğazlar’ın Sovyetler Birliği’ne kapatılması durumunda ne yapacakları sorulduğunda şu cevabı vermiş:

“Karadeniz filomuzun Akdeniz’e ulaşması için İstanbul Boğazı şart değil. Akdeniz’e geçiş yolunda İstanbul Boğazı’na paralel iki kanalın daha ortaya çıkması için birkaç salvo yapmamız yeterli olacaktır, ancak ne yazık ki o zaman İstanbul kalmayacaktır.”

Daha solda yer alan Krasnaya Vesna ise başlığında “Türkiye’nin Montrö Konvansiyonu’ndan çıkması Rusya için neden tehlike?” diye soruyor. Pek çok açıdan önem taşıyan bu mülakatta Krasnaya Vesna’nın görüştüğü, Nezavisimaya Gazeta daimi danışma kurulu üyesi ve Kurginyan Merkezi’nde de görevli Yuriy Byalıy, Montrö’nün ihlali ve Konvansiyon’dan çekilmek konusunda şöyle diyor:

“Durum şu anda … temkinli bir şantaj ve istihbarat çalışması, tepkileri, tehlikeleri ve riskleri yoklama seviyesinde. Eğer Türkiye, NATO’nun kendisini destekleyeceğine dair herhangi bir garanti alırsa, buna karar verebilir. Elbette Rusya’ya karşı. Ama NATO, Türkiye’yi destekler mi? Olgu bu değil.”

Ancak Byalıy, devamla ekliyor:

“Eğer Erdoğan kanalın inşaatına karar verir ve eğer NATO’nun kendisini destekleyeceğinden kesinlikle emin olursa, bu durumda sürecin büyük bir hızla başlayacağını göz ardı edemeyiz.”

Vyalıy bu durumda Karadeniz Bölgesi’nde radikal İslamcıların kök salacağına ve Karadeniz’de dolaşan NATO gemilerinin Moskova’yı dahi vurabilecek seyir füzeleriyle donatılmış olacağına vurgu yapıyor:

“Eğer Rusya tepki göstermez ve tam bir seferberlik halinde hazırlanmaz, siyasetini kesin hatlarıyla yeniden şekillendirmezse, bizi çok zorlu zamanlar bekler.”

Yuriy Vyalıy sözlerini şöyle bitiriyor:

“Kanal İstanbul’un inşasında inisiyatifi NATO’dan almak mümkün görünmüyor. Dahası diplomasi sözünü bitirdiğinde esasen askeri ve teknik tedbirlerle cevap vermek gerekir. Örneğin, Rusya silahlı kuvvetlerini Kırım ve Karadeniz’de gövde gösterisi şeklinde sergilemek. Ama bu, ‘NATO’daki ortaklarımızı’ durdurmaz. Daha kesin ve ciddi sinyaller göndermek gerekir. Bence Rusya, Karadeniz’in NATO gemileri için sınırsız açılmasını, her çeşit, altını çiziyorum, her çeşit vasıtayla tepki göstermeye hakkı olan varoluşsal bir tehdit olarak değerlendirdiğini açıklayacaktır. Bu durumda umarım ki batılı ‘ortaklar’ düşüneceklerdir.”

Rusya devlet ajanslarında Montrö

Rusya’nın devlet ajanslarında da tartışma geniş yer buldu.

RİA, tartışmaya kısmen uzak kaldı; bununla birlikte Sputnik Azerbaycan’ın Rusça baskısında çıkan bir makale, önemli.

Ajansın görüştüğü, Rusya Halkların Dostluğu Üniversitesi’nden Kamran Gasanov, kanalın eninde sonunda Montrö’yü tartışmaya açacağından emin:

“Erdoğan geçen gün, Türkiye’nin Konvansiyo’na, tekrar gözden geçirme gereği doğana kadar bağlı olduğunu tesadüfen söylemedi. Bence Kanal İstanbul’un açılışıyla birlikte bu mesele daha aktif bir şekilde gündeme gelecek.”

Gasanov, Montrö’nün geçerliliğinin kalkması durumunda Rusya’nın eskisinden kötü şartları kabul etmemesi gerektiğini, aksi takdirde Amerikalıların Karadeniz’e rahatlıkla girebileceklerini söylüyor.

Sputnik’in görüştüğü, Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nden Kirill Semyonov ise Gasanov ile tamamen aksi görüşte; Semyonov’a göre suni bir kanal, Montrö’nün statüsünü etkilemez.

TASS’ın haberinde, emekli amirallerin bildirilerinde “ülkenin Montrö Konvansiyonu’ndan çıkma ihtimali hakkında her tür tartışmalara son verilmesi” çağrısı yaptıkları vurgulanıyor. Bununla birlikte “Türkiye’nin Montrö Konvansiyonu’na katılımının gözden geçirilmesi tartışmaları son yıllarda karar alıcılar da dahil muhtelif seviyelerdeki siyasetçilerin açıklamalarıyla periyodik bir şekilde tetikleniyor.”

TASS, Erdoğan’ın 2019 aralık ayındaki bir açıklamasında “kanalın Montrö Konvansiyonu’na tabi olmayacağını” söylediğini hatırlatıyor.

İnterfaks’ın haberinin başlığında ise, “Erdoğan şimdilik Montrö Konvansiyonu’ndan çıkmayı gerekli görmüyor,” deniliyor. Ancak İnterfaks da Erdoğan’ın 2011’de projeyi duyurduğu konuşmasını hatırlatıyor: “Erdoğan, Kanal İstanbul yapımı fikrini ilk olarak 2011’de anmıştı. O zaman, Boğazlar’da seyrüseferin azaltılabileceğini ya da bütünüyle kapatılabileceğini beyan etmişti. Bu, Montrö Konvansiyonu ile çelişiyor.”

Rusya Savunma Bakanlığı dergisinde Montrö

Rusya Federasyonu Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan aylık “Zarubejnoye voennoye obozreniye” (Зарубежное военное обозрение) adlı derginin Ekim 2019 sayısında, Montrö ile ilgili görece ayrıntılı bir yazı yayınlanmıştı.

Albay V. Sizov imzasını taşıyan, “Günümüz Şartlarında Montrö Konvansiyonunun Önemi” başlıklı yazı, son derece önemli.

Sizov, Boğazlar’ın engelsiz kullanımının Karadeniz’de kıyısı bulunan ülkeler için kritik önemini hatırlatarak başlıyor ve Ukrayna ve Ortadoğu’daki durum çerçevesinde Karadeniz’de seyrüsefer düzenlenmesinin özel bir önem kazandığını vurguluyor.

Sizov’un yazısında çok dikkat çekici noktalar var; bunlardan en önemlisi, Montrö’de öngörülen, Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişte tonaj sınırlamasıyla ilgili, iki ülke arasında görüş birliği olmadığı vurgusu. Bu, 18. maddenin yorumlanmasıyla ilgili; ayrıntılarına girmeden, şu kadarını belirtmekte yarar var: Türkiye, yabancı savaş gemilerinin toplam tonajının 45 bin ton olduğunu ileri sürerken, Rusya, Konvansiyon’un ilgili maddesinin c) fıkrasına dayanarak, bunun 30 binle sınırlandırılması gerektiğini ileri sürüyor.

Ancak Konvansiyon’un varlığı tartışılırken bu teknik ayrıntı boyutundaki fıkra üzerine konuşmak, yazıyı uzatmak anlamına gelecek.

Sizov’un makalesinde şu cümle dikkat çekiyor:

“Uluslararası hukuk açısından, Akdeniz’den Karadeniz’e kadar olan alanı kapsayan Montrö Konvansiyonu, yeni, suni bir deniz kanalı için de değişmeden kalacaktır.”

Dolayısıyla, anlaşılıyor ki Rusya’nın tutumunu şöyle özetlemek mümkün: herhangi bir kanal inşaatı, Türkiye’nin egemenlik haklarıyla ilgilidir, dolayısıyla bu tartışmaya girmeyecektir. Ancak kanalın yaratacağı ve Rusya’nın Karadeniz güvenliğini doğrudan ilgilendiren sorunlar karşısında, herhangi bir yapay kanalın Montrö kapsamı dışında kalamayacağı, Montrö’nün bütün hükümlerinin kanalı da kapsadığı ilkesinden bir adım geri atmayacaktır.

Oysa yapay bir kanalın Montrö dışında kalmayacağı iddiası son derece tartışmalı, dahası doğru görünmüyor. Zira anlaşma metninin girişi, konvansiyonun Boğazlar ile ilgili olduğunu çok açık ifade ediyor. “Boğazlar” da yeterince kuşkuya yer bırakmayacak biçimde tanımlanıyor; buna göre taraflar, “‘Boğazlar’ genel deyimiyle belirtilen Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazı’ndan geçişi ve gemilerin gidiş-gelişini (ulaşımı) … düzenlemek isteğiyle dolu olarak … işbu sözleşmeyi kararlaştırmışlar[dır] …”

Demek ki anlaşma, Akdeniz ve Karadeniz arasındaki seyrüseferi, üç geçeği kesin bir şekilde tarif edilmiş tek bir Boğazlar üzerinden kararlaştırıyor. Eğer bu üç geçekten başka yeni bir tane atanırsa, bu artık, tanım gereği Boğazlar sayılamaz.

Kaldı ki AKP hükümetinin tutumu da bu yönde. AKP, Montrö hükümlerinin ülkenin milli menfaatlerine cevap vermediğini (veya yeterince cevap vermediğini) ve kanalın bu duruma son vereceğini ileri sürüyor:

“Türkiye, Kanal İstanbul sayesinde İstanbul Boğazı'ndaki ağır deniz trafiği yükünü hafifletirken Montrö’deki sınırlamaların dışında tamamen kendi egemenliğinde bir alternatife kavuşmuş olacaktır.”

Bu sözler ancak, AKP hükümetinin kanaatine göre, Montrö Konvansiyonu Boğazlar (yani Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı’ndan müteşekkil tek bir su yolu) için geçerliliğini korurken, yeni kanalın bu konvansiyon hükümlerine tabi olmayacağı şeklinde yorumlanabilir. Nitekim, Rusya’nın etkili haber portallarından IA Regnum da tam olarak böyle yorumluyor: “Erdoğan, Montrö Konvansiyonu’ndan çıkmakla tehdit etti.”

Bu yorum kuşkusuz siyasi bir tercihin sonucu, ancak, demin de belirttiğim gibi, sağlam bir hukuki temeli var. Buna ilk olarak Rıza Türmen dikkat çekmiş ve şöyle yazmıştı:

“Montrö Sözleşmesi’ndeki ‘Boğazlar’ sözcüğü, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'nı kapsar. Montrö Sözleşmesi'ndeki ‘Boğazlar’ yani İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı bir bütün ve tek bir su yolu. Kanal İstanbul ise, Montrö Sözleşmesi dışında kalan başka bir alternatif su yolu. O nedenle Kanal İstanbul’dan geçerek, Montrö Sözleşmesi’ne tabi olmayan bir gemiye Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’ndan geçerken Montrö hükümleri uygulanamaz. Kanal İstanbul’dan geçerken Montrö Sözleşmesi dışında kalan bir gemi, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’ndan geçerken de Montrö Sözleşmesi dışında kalır.”

Sizov’un yazısına geri dönelim. Rusya’nın başka bir tutum alması mümkün değil, zira siyasi olarak, Türkiye’nin iç işi olarak değerlendirilecek bir projeye müdahale etmesi mümkün değil. Bununla birlikte, kanalla birlikte Boğazlar’dan geçişe fiili engellerin çıkartılabileceğini de öngörüyor ve Ankara’nın, öngörülemeyen kimi şartlar (iklim, deniz kazası, vb.) yüzünden İstanbul Boğazı’nda gemi trafiğini durdurup kanala yönlendirebileceğini belirtiyor. 

Ancak Ankara’nın “böyle durumlarda da Montrö’nün hükümlerini gözetmeyi temin ettiğini” vurguluyor.

Ne var ki bu teminatın kesin bir garanti olarak görülmediği de anlaşılıyor. 2015 ve 2016’da Rusya’ya ait sivil gemilerin Türkiye limanlarında ve Boğazlar’da çeşitli formaliteler “bahanesiyle” bekletildiğini hatırlatıyor. Keza, “Türkiye’nin serbest seyrüsefer hakkını periyodik şekilde sınırladığını” da ileri sürüyor: “Örneğin 2019 şubat ayında Novorossiysk limanından Avrupa’ya giden ve oradan geri dönen petrol tankerlerinin Karadeniz Boğazları’ndan geçiş izni [alması] süresinde önemli artış gözlendi.”

Draft derinliği ve savaş gemileri

Sizov, yazısında “Kanal İstanbul” tartışmalarına da değiniyor:

“Montrö Konvansiyonu’nun hukuki statüsü etrafında ortaya çıkan durumu değiştirmenin yollarından biri, Türkiye tarafının ‘Kanal İstanbul’ adını alan ulaşım projesinin hayata geçirilmesi olabilir. Bu bağlamda İstanbul’un batısında yapay bir su yolu inşası planlanıyor. Kanalın uzunluğunun 45-50 kilometre, genişliğinin deniz dibinde 400 metre ve su yüzeyinde 500 metre, derinliğinin ise 25-35 metre olması öngörülüyor.”

Yazarın, kanalın proje boyutlarını özellikle belirttiği belli; zira bu boyutlar, deniz kuvvetlerinde görevli bir subay için derhal, geçecek sivil ve askeri gemilerin sınıflarını tayin eder.

Bu sınıflar neler olabilir?

Amerikan donanmasında savaş gemileri sınıflarına ve bunların draft derinliklerine bakalım. Gerald R. Ford sınıfı uçak gemisi, 12 metre. Nimitz sınıfı uçak gemisi, 11,4 metre. Zumwalt sınıfı destroyer, 8,4 metre. Amerika sınıfı amfibi hücum gemisi, 7,9 metre. Ticonderoga sınıfı kruvazör, 10,2 metre. Arleigh Burke sınıfı destroyer 9,3 metre. Kidd sınıfı destroyer, 9,6 metre. Constellation sınıfı firkateyn, 7,9 metre.

Bunlar son derece önemli rakamlar ve kuşkusuz ki, bütün tarafların kanala bakışında tayin edici bir rol oynuyor, oynayacak. Ankara’nın proje hazırlıklarında bunları gözetmemiş olması da mümkün değil.

Nitekim Sizov, yapay bir kanalın da Montrö hükümleri kapsamında değerlendirileceğinde ısrar ederken, Karadeniz’deki gerilimi göz ardı etmiyor. 2014’ten beri Ukrayna’da siyasi krizle ve Rusya-ABD ilişkilerinin gerginleşmesiyle ilişkili olarak “ABD ve NATO’daki müttefiklerinin Karadeniz bölgesinde askeri varlıklarını güçlendirmeyi hedeflediklerini” vurguluyor:

“Böylece, ittifak ülkelerinin savaş gemilerinin (bunların ezici çoğunluğu Amerikan donanmasına ait) Karadeniz’e girişlerinde muazzam bir artış meydana geldi. Aynı zamanda Karadeniz’de kıyısı bulunan NATO üyesi ülkelerin ve Ukrayna ile Gürcistan’ın katılımıyla yapılan tatbikatların sayısında da artış meydana geldi.”

Sizov’un yazısı, öte yandan, bu meselenin Rusya’da askeri ve siyasi planlama merkezlerinde uzun süredir incelendiğini de gösteriyor.

Yerhov: Kanal ile Montrö arasındaki ilişki doğrusal değil

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Yerhov da 6 Nisan’da Rusya’nın devlet haber kanalı Rossiya 24’e verdiği görece uzun bir mülakatta, gelişmelerle ilgili kimi dikkat çekici ayrıntıların üzerinde durdu. Yerhov’un sözleri, Sizov’un yazısında vurguladığı askeri ve siyasi yaklaşımla tamamen örtüşüyor.

“İşlemekte olan ve öyle görünüyor ki işleyecek olan bu belge çok önemli, Karadeniz’de bölgesel güvenliğin temini için temel teşkil ediyor. Rusya onu böyle görüyor,” diyen Yerhov, sırayla şunların altını çizdi:

Birincisi, elçi, Erdoğan’ın, Montrö Konvansiyonu’ndan çıkmak niyeti gütmediklerini söylediğini hatırlattı.

İkincisi, ortada mühendislik açısından prensip olarak gerçekleştirilebilir böyle bir proje olduğunu belirtti; bununla birlikte ayrıntılarını bilmediklerini de vurguladı: “Kim, nasıl, ne zaman bu projeyi gerçekleştirecek, ne kadar sürecek, en önemlisi de bu öngörülen yeni arter nasıl işleyecek, bilmiyoruz.”

Üçüncüsü ve en önemlisi ise, Yerhov, bu kanal ile Montrö arasında bir ilişki elbette olduğunu, ancak bu ilişkinin “doğrusal” olmadığını ve “dolaysız bir nitelik taşımadığını” vurguladı. Bu gayet diplomatik sözler üzerine sunucu, aradaki bu ilişkiyi netleştirmesini istediğinde, elçi, “kanalın, kesin surette, Montrö’nün gereklerini ortadan kaldırmayacağını, geçişlerle ilgili sınırlamaları kesinlikle değiştirmeyeceğini” belirtti. Yerhov bu kapsamda, Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerine tonaj sınırlamasını da özellikle andı.

Program sunucusunun, “Eğer öyleyse, kanalın Montrö üzerinde ne etkisi olabilir?” şeklindeki sorusuna karşılık da şu cevabı verdi:

“Montrö Konvansiyonu, bütün gemilerin Boğazlar Bölgesi’nden serbest geçişini öngörüyor. Boğazlar Bölgesi, Konvansiyon’un girişinde, sadece İstanbul Boğazı değil, sadece Çanakkale Boğazı değil; bu iki boğaz ve Marmara Denizi’nden müteşekkil tek bir kompleks.  Eğer Kanal İstanbul inşa edilirse, bu durumda gene Çanakkale Boğazı’ndan bir trafik gerçekleşecek. Marmara Denizi’nde trafik gerçekleşecek. Tam bu noktada, deniliyor ki, bu yeni ulaşım arteri, Kanal İstanbul, bu kompleksin Konvansiyon’da ortaya konulan gereklerini ortadan kaldırmayacak, Konvansiyon’da düzenlenen genel rejimi ortadan kaldırmayacak.”

Bana öyle geliyor ki, burada kilit kelime “deniliyor”. Bu, Rusya tarafının tutumunu tayin ediyor; ancak tehdidin tam da buradan geldiğinin bütünüyle farkında oldukları anlaşılıyor.

Sunucu, elçiye, eğer Çanakkale’de de bir kanal yapılırsa, bu durumda Montrö Konvansiyonu’na bir tehdit oluşup oluşmayacağını sorduğunda, Yerhov, bu durumda da Montrö’nün temel şartlarının ortadan kalkacağını “sanmadığını”, ancak yeni kanallardan yeni geçiş ücretleri alınacağını ifade etti. Elçi, “Konvansiyon hususunda öncelikle bizim askeri uzmanlarımızı ilgilendiren şu ki, Karadeniz’de kıyısı bulunmayan ülkelerin genel tonajlarının sınırlanması, savaş gemilerini kastediyorum, bu sınırlamalar nasılsa öyle kalacak,” dedi.

Böylece ikinci kilit ifadeyle karşılaşıyoruz: hukuk uzmanları değil askeri uzmanlar.

Yerhov mülakatında, projenin uluslararası değil ulusal bir proje olduğunun altını çizdi. Bununla birlikte, başta Dışişleri Bakanlıkları olmak üzere iki ülke arasında kanalların açık olduğunu vurguladı ve şöyle dedi:

“Karadeniz problematiği, deniz seyrüsefer problematiği dışişleri bakanlıklarımız arasında düzenli olarak görüşülüyor.”

Bu sözlerde dikkat çekici yan, görüş birliğinden değil, sadece görüşmelerin sürdüğünden söz edilmiş olmasıdır.