Beyrut katliamının arkasında ABD büyükelçiliği var

img
Beyrut katliamının arkasında ABD büyükelçiliği var YDH

Lübnan Kuvvetleri’ne katliam yaptırarak iç savaştan medet umması Amerika’nın Lübnan konusunda ne kadar aciz olduğunu gösteriyor.




Semir Caca liderliğindeki Lübnan Kuvvetleri adlı parti üstlendi. Daha doğrusu Lübnan Kuvvetleri Partisi Milletvekili İmad Vakim, yaptığı açıklamayla Beyrut’ta 6 kişinin ölümüne ve 60’tan fazla kişinin de yaralanmasına neden olan silahlı saldırıyı partisinin yaptığını itiraf etmiş oldu. 

İmad Vakim, Kendisine ait Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Başlayan çatışma bir partiyle diğer bir parti arasındadır. Bir taife ile diğer taife veya bir bölge ile diğer bölge arasında değildir. Bu çatışma, Hizbullah ile devletten geri kalan kurumları Hizbullah egemenliğinden korumak için diğer her taifeden özgür Lübnanlılar arasındadır. Bu adaleti korumak içindir” dedi. 

Saldırganların Lübnan Kuvvetleri militanları olduğu zaten biliniyor; ama bu ifadeler saldırının Lübnan Kuvvetleri tarafından yapıldığının resmi itirafı oldu. 

İmad Vakim, Semir Caca liderliğindeki Lübnan Kuvvetleri grubu içinde sıradan bir isim değil. Ortodoks Hıristiyan olan İmad Vakim, kurulduğu tarihten itibaren Lübnan Kuvvetleri Partisinin üyesi. Halen Bu partinin Beyrut milletvekili. 2011 – 2012 yıllarında partinin genel sekreterliğini yaptığı düşünülürse partinin önde gelen liderlerinden biri olduğu söylenebilir. 

1992 ila 2012 yılları arasında Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Rehab mühendislik şirketinde müdürlük; 2013 ila 2017 yılları arasında Mısır merkezli İmariya Yatırım şirketinde yönetim kurulu başkanlığı yaptı. 2014’ten beri de Vakim mühendislik şirketin genel müdürlük yapıyor. 

Lübnan Kuvvetleri, İsrail işgali ve iç savaş yıllarında açıkça İsrail yanlısı olarak Suriye ordusuna ve FKÖ’ye karşı savaşıyordu. O dönemde Lübnan’ı işgal etmiş olan ırkçı İsrail rejimi ordusu adına Sabra ve Şatilla katliamlarını gerçekleştiren bu örgüt, şu an Suudiler tarafından finanse ediliyor. 

İmad Vakim’in bu saldırıyı bu kadar açık bir şekilde üstlenmesi Amerika’nın Beyrut Büyükelçisi Dorothy Shea’nın gözüne girme çabası olarak anlaşılabilir.

 Hizbullah niçin gösteri yapmıştı

Dünkü saldırı Hizbullah, Emel Hareketi ve Marda Partisi’nin Yargıç Tarık Bitar’ı protesto için yaptığı gösteriye yapıldı. Yargıç Tarık Bitar, 2020 yılının ağustos ayında meydana gelen ve çok sayıda Lübnanlının ölümüne ve büyük bir yıkıma sebep olan Beyrut Limanı patlamasıyla ilgili dosyayı siyasileştirmekle ve asıl suçluları aklamaya çalışmakla suçlanıyor. 

Bu patlamaya sebep olan 2 bin 750 ton amonyum nitrat 2013 yılında Beyrut Limanında güvenlikli olmayan şartlarda depolandı. 2013’ten patlamanın meydana geldiği 2020 yılına kadar ülkede başbakanlık yapanlar, limanın yönetiminden sorumlu bakanlar ve limanı yönetenler Lübnan Kuvvetleri partisinin de içinde bulunduğu 14 Mart ittifakının mensupları. 

Ancak aradan geçen bir yıla rağmen bu dosyayla ilgili hiçbir yönetici soruşturulmadı. Tam aksine patlamadan sadece birkaç ay önce başbakan olan Hassan Diyab suçlanıyor. Yargıç Tarık Bitar, konuyla doğrudan ilgisi olmayan eski Adalet Bakanı Emel Hareketi milletvekili Ali Hasan Halil hakkında sorguya gitmemek suçlamasıyla tutuklama kararı verdi. 

Hizbullah, Emel Hareketi ve Süleyman Faranciye liderliğindeki Hıristiyan Marada Partisi, Tarık Bitar’ı soruşturmayı karartmak, asıl sorumluları aklamak ve dosyayı siyasileştirmeye çalışmakla suçluyordu ve bu sebeple de bir gün öncesinden protesto gösterisi yapacağını açıklamıştı. 

Lübnan Kuvvetleri Sözcüsü Şarl Cubur’un Tarık Bitar’ın Hizbullah hakkında tutuklama kararı vereceği ve Nasrullah’ın da bunu bildiği yönündeki iddiası aslında Hizbullah ve Emel’i haklı çıkarıyor. Zira Beyrut limanı patlaması olayı tıpkı Refik Hariri suikastı gibi Hizbullah ve müttefiklerine karşı bir siyasi silah olarak kullanılmak isteniyor. 

Nitekim liman patlamasının olduğu andan itibaren yani henüz limanda dumanlar tüterken hem Lübnan Kuvvetleri, hem onların mensubu olduğu 14 Mart İttifakı ve hem de dış destekçileri olan Suudi Arabistan ve Amerika, patlamadan dolayı hemen Hizbullah’ı sorumlu tutmuş ve patlamanın Hizbullah’ın limanda depoladığı silahlardan kaynaklandığını iddia etmişti.

Bunların doğru olmadığı, patlamanın limanda güvenli olmayan şartlarda depolanmış olan amonyum nitrattan kaynaklandığı ortaya çıkınca bu kez 2013’ten beri limanı yöneten siyasi yetkilileri ve Saad Hariri’nin yakını olan bürokratları koruma telaşı başladı. Amerikalılar şu an bunu tıpkı Refik Hariri suikastı konusunda yaptıkları gibi fırsata dönüştürmeye çalışıyorlar.      

Yargıç Tarık Bitar’ın rolü

Limanda meydana gelen patlamanın 2013’ten beri güvenlikli olmayan şartlarda depolanmış olan 2 bin 750 ton amonyum nitrattan kaynaklandığı artık ispatlandı. Patlamanın Hizbullah’la uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok; tam aksine 14 Martçıların ilgisi ve sorumluluğu var. 

Zira olaydan sonra ihmalleri sebebiyle tutuklanan bürokratların Hizbullah’la değil 14 Martçılarla yakınlığı var. Gümrükler Genel Müdürü Şefik Merai, patlamaya sebep olan 2750 ton amonyum nitratın Beyrut limanına depolandığı 2013 yılından itibaren 2018 yılına kadar yani Necib Mikati, Temmam Selam ve Saad Hariri hükümetlerinde bu görevini sürdürmüş bir isim. Limanın yönetiminden doğrudan sorumlu olan bürokratların başında olan bu kişi 14 Martçıların adamı.  

Patlamanın meydana geldiği Beyrut Limanının Müdürü Hasan Kureytem ise Saad Hariri’ye çok yakın ve onun tarafından korunan biri. Nitekim Hizbullah’ın müttefiki olan Mişel Aun liderliğindeki Ulusal Özgürlük Hareketi, 2019’da Hasan Kureytem’i hedef almaya başlayınca dönemin Başbakanı Saad Hariri Beyrut limanına bizzat gidip Kureytem’i ziyaret emiş ve onun ‘kırmızıçizgi’ olduğunu söylemişti.

Hizbullah ve müttefikleri patlamanın üstünden geçen bir yıla rağmen hala bu bürokratlar ve onları görevde tutan siyasiler konusunda herhangi bir hukuki adım atmayan buna karşın dosyayı karartmaya ve siyasileştirmeye çalışan yargı yetkililerine tepki gösteriyor.

Hizbullah neden Lübnan ordusunun müdahalesini istiyor

Dünkü saldırının hemen ardından Hizbullah Lübnan ordusunu sorumluluğunu yerine getirerek olaya müdahale etmesini istedi. Bu, zayıf olmaktan değil sorumluluk duygusundan kaynaklanan bir çağrıydı.

Zira Hizbullah’ın saldırganları kendi başına cezalandırması tam da Amerika’nın istediği gibi olaya bir Şii Hıristiyan savaşı görüntüsü verir. Lübnan’da tüm devlet kurumlarda olduğu gibi orduda da ülkeyi oluşturan taifeler yani etnik ve mezhebi kesimler temsil ediliyor. Cumhurbaşkanı gibi ordu komutanının da Maruni Hıristiyan olması gerekiyor; ancak bu tüm ordu mensuplarının Hıristiyan olduğu anlamına gelmiyor. Kaldı ki başta bu mesele olmak üzere Lübnan’daki siyasi çelişkilerin kaynağı bir din veya mezhep meselesinden kaynaklanmıyor. 

Hıristiyan Lübnan Kuvvetleri Hizbullah’ın düşmanı; ama Hıristiyan Ulusal Özgürlük Hareketi veya Marada Partisi Hizbullah’ın müttefiki. Hizbullah sadece bu olayda değil, tüm güvenlik meselelerinde ordunun inisiyatif almasını istiyor. Bu, Lübnan ordusunun güvenlik alanındaki gücünden veya başarısından dolayı değil, ülkedeki tüm taifelerin temsil edildiği bir kurum olmasından kaynaklanıyor. Hizbullah orduyu devleti temsil eden tarafsız bir kurum olarak gördüğü için güvenlik konularında her zaman ordunun müdahalesini istiyor.   

Saldırının arkasında Beyrut’taki Amerikan büyükelçiliği var

Amerika, hem Lübnan’da hem de Irak’ta 2018  yılında yapılan seçimlerde yenilgi yaşadı. Çünkü Irak’ta Halk Seferberlik Güçlerinin siyasi temsilcisi olan Fetih İttifakı, Lübnan’da ise Hizbullah liderliğindeki 8 Mart İttifakı hükümette belirleyici oldu. 

Amerikan rejimi de 2019’dan beri Irak ve Lübnan’daki hükümetlere adeta savaş açtı ve bu ülkeleri yönetilemez hale getirdi. Bu ülkelerde nüfuzunun olduğu siyasi gruplar aracılığıyla sokakları kışkırttı Irak’ta Adil Abdulmehdi’yi başbakanlıktan düşürmeyi başardı; Lübnan’ı ise yönetilemez hale getirerek halk ile Hizbullah ve müttefiklerini karşı karşıya getirmeye çalışıyor. 

Amerika’nın Suriye’ye uyguladığı ‘Sezar Yasası’ yaptırımları Lübnan’ı da derinden sarsıyor. Ciddi bir ekonomik kriz yaşayan Lübnan akaryakıt temin edemiyor. Bu ise toplumsal hayatın her alanını derinden etkiliyor. Hizbullah’ın İran’dan akaryakıt alarak Lübnan halkının hayatını kolaylaştırmaya çalışması hem Hizbullah’ın hem de İran’ın halk nezdindeki imajını yükseltince Amerika, Suriye’ye uyguladığı kendi yaptırımlarını kendisi delmek zorunda kaldı. 

Lübnan’ın enerji ihtiyacının karşılanması için Suriye üzerinden Ürdün’den elektrik Mısır’dan ise gaz nakledilmesine izin verdi. Bu Amerika ve ırkçı İsrail rejimi açısından çok sefil bir durumdu; zira hem Hizbullah’ın gemilerini engellemeye cesaret edememiş oldular hem de Suriye’ye uyguladıkları yaptırımı kendileri delmek zorunda kaldılar.

Amerikan rejimi içine düştüğü bu alçaltıcı durumun intikamını Beyrut’un Tayyuna mahallesinde Lübnan Kuvvetlerine öldürttüğü 6 kişiyle almaya çalıştı. Elbette Lübnan’da bir iç savaş çıkması Amerika’nın ırkçı İsrail rejiminin ve Suudilerin hayallerini süslüyor; ancak Lübnan’da istismar edebilecekleri kimlik farklılığına dayalı  bir siyasi kutuplaşma yok. Zira hem Hizbullah liderliğindeki 8 Mart ittifakında hem de Amerika ve Suudi destekli 14 Mart ittifakında Hıristiyanlar, Şiiler, Sünniler ve Dürziler var.

Ayrıca Hizbullah ve müttefikleri, onlara iç savaş çıkarma zemini vermeyecek kadar bilgece ve disiplinli hareket ediyor. 

Lübnan Kuvvetleri’nin tarihi geçmişi ve tetikçilik rolünden yukarıda bahsedildi. Bu parti, bugün Suudiler ve Amerika tarafından kullanılıyor. Lübnan Kuvvetleri; gücü olduğu için değil, Lübnan’da tüm kesimlerin düşman olarak gördüğü İsrail için bile çalışmaya hazır olduğu için kullanılmaya değer bulunuyor. 

‘Lübnan Kuvvetleri’, hiçbir açıdan Hizbullah’ın dengi değil; zira onların kanını içmek için fırsat kollayan Hıristiyan gruplar varken, Hizbullah’a bu konuda sıra bile gelmez.  

Kaynak: Toplumsal



Makaleler

Güncel