Aslında uzunca bir yazı konusu olması gereken Putin’in bugün Valday Forumu’nda yaptığı konuşmayla ilgili hiç değilse birkaç kısa gözlemde bulunmak gerek.
Aslında uzunca bir yazı konusu olması gereken Putin’in bugün Valday Forumu’nda yaptığı konuşmayla ilgili hiç değilse birkaç kısa gözlemde bulunmak gerek.
Konuşma, esas itibariyle kendine has bir “muhafazakâr antikapitalizm” vaazını andırıyor. Burada muhafazakârlık gelenekçilikten ziyade devrim karşıtı olmak anlamına geliyor. Zaten Putin de konuşmasında bunu açıkça söylüyor, ama çok ilginç bir bağlamda: “yeni bir dünya düzeninin önümüzdeki kurulma dönemi epey uzun sürebilir” ve bu düzenin “nihai tasarımı meçhul”. Tam da bu yüzden, “Dünya yapısal bir çöküşten geçerken siyasi bir çizginin temeli olarak makul muhafazakârlığın önemi kat kat büyüdü.” Putin hemen arkasından, “Rusya’nın tarihi tecrübesine” dayanarak, devrimlerin krizlerden çıkmak değil, krizleri derinleştirmek anlamına geldiğini iddia ediyor.
Sosyalizmi savunanlar, buna öfkeyle karşı çıkacaklardır; nihayetinde “devrim, yeni toplumun ebesidir”; ve hiç kuşkusuz bu doğrudur. Ancak Rusya’da bu sözler genellikle, dönüşüme karşı direnme olarak anlaşılmaz. Tersine, bu sözler, dolaysız sonuçları itibariyle devrimlerle karşıdevrimler arasında bir fark görmeyen halk arasında geniş karşılık buluyor. Halk, hâkim ideolojik söylemin dışında da böyle bakar, çünkü kapitalist restorasyonla gelen büyük yıkım, her tür radikal siyasi dönüşümün doğrudan ve ölümcül bir tehdit olarak kavranmasına yol açmıştır.
Rusya söz konusu olduğunda kilit önem taşıyan bu tutum üzerinde “Rusya…” kitabımda da durmuştum. Dolayısıyla, burada aslında yeni bir şey yok. Esas üzerinde durulması gereken, kapitalizm tartışması.
Putin, “kapitalizmin mevcut modelinin kendini tükettiğini” söylerken neoliberalizmi kastediyor. Şüphesiz bunun samimiyeti tartışılabilir, tartışılmalı da. Ancak söylemin kendisi, samimiyetinden daha önemli, çünkü bu söylemi tetikleyen bir takım saikler olduğunu gösteriyor.
Özetle, öyle anlaşılıyor ki Putin neoliberalizme karşı adeta sol-keynesçi bir sosyal adaletçilik vazediyor.
Neden? Sınıf mücadelesi yüzünden.
Aşağı yukarı mayıs ayından beri Rusya’daki seçimlerle ilgili yazılarımda ve twitter ortamında yaptığım paylaşımlarda, seçim anketlerine ve kimi analizlere dayanarak, seçimlerin solun yükselişine sahne olduğunu, bu nedenle iktidarın seçimlerden sonra sola açılmak zorunda kalabileceğini yazmıştım. Ancak seçimlerde beklenmedik bir sonuç daha ortaya çıktı; bu, liberallerin “Yeni İnsanlar” partisinin 15 kişiyle Duma’ya girmeyi başarmasıdır. Bu durumda iktidarın önünde iki yol olduğu iddia edilebilirdi: Ya pek çok başkaları gibi benim de tahminime uygun olarak sola açılacak, ya da liberallerin yükselişine dayanarak onlara yakınlaşacak.
Ancak hem elektronik oylamalarda yolsuzluk iddiaları, ama en çok da seçimlerin son günü Perm Devlet Üniversitesi’ndeki silahlı saldırı, bu tartışmayı gölgeledi. Özellikle ikincisi; zira bu olay, halkın ciddi bir güvenlik ihtiyacı olduğunu da ortaya çıkardı.
İşçi sınıfı Rusya’da her zaman ağır bir yük altındaydı. Pandemi, bu yükü daha da ağırlaştırdı. Dahası, orta burjuvazinin yükselişini sınırlama siyaseti, pandemiyle birlikte küçük burjuvaziye de yayıldı. Seçimlerde solun ve liberallerin yükselişinin temel nedeni, bu süreçtir. Ve tam da bu süreç gerilimi artırıyor.
Birkaç gün önce Ceyda Karan, Rusyalı oligark Oleg Deripaska’nın New York ve Washington D.C.deki evlerine FBI’ın baskın yaptığı haberini paylaştı. Karan’ın da vurguladığı gibi Deripaska dünya çapındaki ününü 2009’da Putin’den kameralar karşısında yediği fırçayla kazanmıştı. Ancak olayı önemli kılan esas yanı, tükenmezkalem meselesi değil, Putin’in bir oligarka karşı işçilerden yana çıkışıdır. Putin, tarafsız, ancak hakkaniyetten yana bir idareci olarak görünmüştür. Bu elbette sistem içi bir çözümdür, kanunu referans gösterir, zira Putin’e göre “işverenler de sendikalar da kanunla verilmiş sorumlulukları yerine getirmelidirler”.
Bu olay, Putin’in karizmasındaki kilometre taşlarından biridir. Sistem içidir, ancak kitleler açısından sistem içi olmak bir sorun değildir; yeter ki kanun uygulansın, devlet düzen sağlasın.
Bu devlet fetişizmi, köklerini Sovyet döneminde bulur.
Putin döneminin siyasi özeti şöyle yapılabilir: Dışarıda Yalta, içeride devlet kapitalizmi. Yalta, Birleşmiş Milletler’in kuruluş ilkelerinin savunulması anlamına gelir; fiiliyatta bu, devletlerin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin korunması demektir. Bu yüzden, Rusya, yerkürenin şurasında veya burasında bu bütünlüğü ihlal etmeye yönelik her girişime karşı duracaktır.
Putin’in Valday konuşmasında da, her zaman olduğu gibi, buna yönelik kesin göndermeler var. Bunlardan aynı zamanda belagatli birini aktarayım: “Soğuk savaşın bitmesinden sonra kendilerini muzaffer hissedenler, kendilerini Olimpus’a ulaşmış gibi görmelerine rağmen, çok geçmeden, bu Olimpus’ta ayaklarının altındaki toprağın kaydığını hissettiler; bugün onlardan hiçbiri, ne kadar muhteşem görünürse görünsün, an’ı durdurabilecek güçte değil.”
Devlet kapitalizmi ise devletin kilit sektörlerde (enerji ve savunma) egemenliği kimseye bırakmayacağı, tersine genişleteceği anlamına gelir; ancak doğrudan tasfiyelerden mümkün olduğunca kaçınır ve genişlemeyi sulh yoluyla yapmayı tercih eder. “Rusya…” kitabımda iki örnek üzerinde durmuştum. Bunlardan ilki, Hodorkovskiy’in tasfiyesiydi; ikincisi ise Norilsk’te geçtiğimiz yıl meydana gelen Nornikel’in neden olduğu korkunç çevre faciasının ardından Yeltsin ailesiyle de bağları olan bu tekele 2 milyar dolarlık ceza verilmesi ve nakit tahsil edilmesiydi.
Ne var ki devlet kapitalizmi, nihayetinde kapitalizm olmasından başka, neoliberal bir kapitalizm; bu, özel sektörde emekçiler üzerinde neredeyse kontrolsüz, yıkıcı bir sömürü demektir.
Gene “Rusya…” kitabımda, bu ülkede rıza mekanizmalarının başka herhangi bir yerde olduğundan daha büyük önem taşıdığını söylemiştim. Rıza dinamiklerinin kaybolması, iktidar için etkili bir muhalefetten daha güçlü tehdittir. Neoliberalizme dayanan devlet kapitalizminin yıkıcılığına karşı sosyal adalet talebinin giderek yaygınlaşması, rıza mekanizmalarının aşınmakta olduğunu gösterir.
Putin’in Valday konuşması, bu aşınmaya karşı tedbir almak ihtiyacının güçlü bir şekilde hissedildiğini gösteriyor.
Bu, üzerinde ciddiyetle durulmuş, teorik bir çerçeveye yerleştirilmeye çalışılmış, Putin’in kendi yüksek ölçülerinde bile belagatini aşan (Çin atasözlerine ve hiyerogliflere kadar göndermelerle dolu) bir konuşma. Radikal değişikliklerin habercisi değil, çünkü zaten ani ve radikal değişikliklerin reddi üzerine kurulu. Ancak tabandan yayılan sosyal adalet talebinin konuşmada yansısını bulması, büyük önem taşıyor.