Arap rejimleri ve Sünni örgütler, İbn Teymiyye'ye atıf yapan rejim ordusu sözcüsü Adrai'nin izinde olduklarını Aksa Tufanı'nda da göstermiş oldu.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Filistin direnişinin 7 Ekim'deki Aksa Tufanı operasyonundan hemen sonra ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile düzenlediği ortak basın toplantısında 'Hamas'ın IŞİD ile aynı olduğu ve Hamas'a da IŞİD'e davranıldığı gibi davranılması gerektiği' şeklinde daha önce dile getirdiği retorik sözleri yineledi.
Kamuoyu önünde dile getirilen bu iddianın hakikati yansıtmadığı, IŞİD'in Hamas'ı yıllar önce 'tekfir etmesinden' anlaşılabilir. Nitekim IŞİD ve el-Kaide'nin son aylarda yaşananlara dair farklı bir tutum aldığı da görülebilir.
Dolayısıyla bu aktörlere, Hamas karşısındaki tutumlarına ve Hamas'ın 7 Ekim'den bu yana kamuoyuna yaptığı açıklamalarda Aksa Tufanı'na nasıl yanıt verdiklerine daha yakından bakmak faydalı olur.
Bunun yanında Filistin direnişinin, bölgede karar alımlarında özerk olmakla birlikte, Suriye, Hizbullah ve Ensarullah ile birlikte aynı eksenin parçası olduğu bilinen hakikat. Şimdiye dek tüm Sünni İslamcı örgütler, Direniş Ekseni’nin İsrail rejimine karşı eylemlerini küçümser tutum aldılar. Söz konusu örgütlerin Aksa Tufanı ve işgal rejiminin Gazze’yi hedef alan saldırılarına ilişkin tavrının nasıl olduğu, yakından bakılmayı hak ediyor.
Sünni cihatçı selefiler
El Kaide ve IŞİD'in Aksa Tufanı'na tepkilerine bakmadan önce, bu iki örgüt ve Hamas tarafından paylaşılan bazı temel tutumları incelemekte yarar var. Öncelikle, bu aktörler arasında İsrail'in Müslüman topraklarını yasa dışı bir şekilde işgal ettiği ve bir devlet olarak varlığının tamamen sonlandırılması gerektiği yönünde hemfikir.
Ancak el-Kaide ve IŞİD gibi Sünni cihatçı selefilerin Filistin konusunda Yahudi düşmanlığının ötesine geçen bir siyasi ve ideolojik tezi yahut çözüm önerisi yok. Onların Yahudilere yönelik düşmanlığı da kendilerinden farklı düşünen tüm Müslüman mezheplere yönelik düşmanlığından farklı değil.
Filistin sorununa yaklaşımlarındaki mesafe de aslında biraz onların bu zihinsel yapısından kaynaklanıyor. Filistin sorunu konusunda sadece Direniş Ekseni’nin fikri, siyasi, askeri ve stratejik bir çabası söz konusu ve Sünni cihatçı örgütlerin ise Direniş Ekseni’ne düşmanlığı İsrail’e olan düşmanlıklarından daha büyük. Nitekim onlar bunu Suriye savaşı sırasında İsrail’den aldıkları destekle açık bir şekilde gösterdiler.
Bugün Filistin direnişinin lokomotifi olan Hamas ve İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın Direniş Ekseni bileşenleri arasında yer alması, selefi cihadi örgütler olarak el-Kaide ve IŞİD açısından en büyük sorunu oluşturuyor. Zira hem el-Kaide hem de IŞİD’in, Direniş Ekseni’ni zayıflatmak amacıyla Suriye ve Yemen'e başlatılan Amerikan-Körfez müdahalesine doğrudan ve dolaylı olarak hizmet ettiği sır değildi.
Sünni cihatçıların Hamas’la ve birbirleriyle sorunu
Demokrasiyi 'küfür' olarak mahkum eden el-Kaide ve IŞİD açısından bir diğer sorun ise, Hamas'ın 2006 yılında Filistin topraklarında yapılan genel seçimlere katılması ve ardından rakibi el-Fetih ile güç paylaşımı anlaşması yapması oldu.
Bu kararlara, Hamas'ın mevcut ulus-devlet düzenini kabul etme ve dolayısıyla dolaylı olarak İsrail'in varlığını kabul etme ve meşrulaştırma yönünde attığı bir adım olarak gören el-Kaide tarafından daha o zaman şiddetle karşı çıkılmıştı. Yine Hamas'ın iktidarı elinde tuttuğu Gazze'de şer’î hukuku uygulamaması da bir diğer 'rahatsızlık' başlığı oldu.
Yukarıda özetlendiği üzere Hamas'a karşı benzer itirazları paylaşmalarına rağmen, el-Kaide ve IŞİD temelde birbirlerine de karşı. El Kaide'nin IŞİD'in Müslüman kardeşlerini tekfir etmesini reddetmesi ve IŞİD'in el-Kaide Genel Komutanlığından gelen emirlere itaat etmemesi, 2014 yılında iki oluşum arasında bölünmeye ve IŞİD'in tamamen bağımsız bir örgüt olarak ortaya çıkmasına yol açtı.
O zamandan bu yana el-Kaide, Hamas gibi diğer aktörler karşısındaki stratejik konumu açısından IŞİD'e kıyasla giderek daha pragmatik bir duruş sergilerken IŞİD, doktrinel olarak katı tutumunu korumaya devam etti ve esasen kendi inanç ve metodolojisinden sapan her türlü örgütü reddetti.
Bu eğilimler, Mayıs 2021'de Filistin direnişi ile İsrail arasında yaşanan son savaşta da kendini göstermişti. Daha o zamandan el-Kaide'nin iki ucu keskin stratejisi belirginleşmişti.
Örgüt, bir yandan Hamas'a ismiyle hitap etmekten kaçınırken, diğer yandan askeri kanadı el-Kassam Tugayları'nın başarılarını övüyor, hatta en üst düzey askeri komutanları Muhammed Dayf'ı 'kahraman lider' olarak nitelendirecek kadar ileri gidiyordu.
Hamas’ı Direniş Ekseni’nden kurtarma ‘cihadı’
IŞİD ise o dönemde Hamas'a sert suçlamalar yöneltmiş, örgütü İran'ın vekili olarak tasvir ederken aynı zamanda el-Kaide'yi İran'la işbirliği yapan bir örgütü (Hamas) desteklediği için riyakarlıkla suçlamıştı.
Buna paralel olarak, 7 Ekim'i takip eden ilk hafta içinde el-Kaide'nin dünya çapındaki tüm önemli bağlı grupları da Hamas'ın operasyonlarına açık destek veren kendi açıklamalarını yayımladılar. Bu açıklamalar, bazı küçük farklılıklar gözlemlense de genel manada birbiriyle uyumlu oldu.
Örneğin, el-Kaide ile ilgili açıklamalardan bir tanesi Gazze'deki direniş örgütlerinin Direniş Ekseni’ne olan bağlılığı 'sorunlu' olarak nitelendiriliyor. Bu bağlamda, el-Kaide'nin Sahel merkezli koalisyonu (Cemaat Nusret el-İslam ve-l Muslimin) ve Mağrip el-Kaide'si ortak bir bildiride Müslümanları Gazze'deki örgütlere mali destek sağlamaya ve böylece onları 'İran'ın şer ekseninden' gelen dış desteğe daha az bağımlı hale getirmeye çağırdı.
Bazı durumlarda el-Kaide'nin bölgesel kolları kendi savaş alanlarındaki olayları Gazze'deki gelişmelerle ilişkilendirmeye çalıştı. Örneğin Somali'deki eş-Şebab, Somalili sivillerin ABD'nin hava bombardımanlarına maruz kalmasını İsrail hava saldırılarının sonucu Filistinlilerin çektiği acılarla kıyas etti.
İdlib'de doğrudan el-Kaide'ye biatlı tek örgüt olan Huraseddin ise Gazze'ye yönelik hava saldırılarını, Suriye'deki cihatçı grupların son on yıldır maruz kaldığı hava bombardımanının 'devamı' olarak andı.
Diğer yandan IŞİD'in açıklama yapması yaklaşık iki hafta aldı. Örgüt, haftalık propaganda dergisi en-Neba'nın 19 Ekim'de yayımlanan 413. sayısında başyazısını ve bir infografiği Gazze'de yaşananlara ayırdı.
Tepki, el-Kaide ve bağlı kolları tarafından yapılan açıklamalara kıyasla ton bakımından düşüktü. Başyazıda 'Yahudilerle savaşmanın önemi' vurgulanmakla birlikte, Yahudilerin ABD ve Avrupa devletleriyle kurduğu komplo nedeniyle bunun yetersiz kalacağı ileri sürülerek sadece Filistin bağlamına odaklanılmaması konusunda uyarı yapıldı.
Başyazı, İsrail'in ancak tüm dış müttefiklerinin aynı anda vurulmasıyla mağlup edilebileceğini savunuyor.
Mevcut olayları küresel terimlerle çerçeveleme teşebbüsü bu nedenle el-Kaide'nin açıklamalarıyla bazı benzerlikler gösterse de IŞİD, açıktan Hamas liderliğindeki operasyona kredi veriyor gibi görülebilecek en ufak kelimeden bile kaçındı.
Örneğin, el-Kaide'nin açıklaması takipçilerini açıkça savaşa dahil olmaya çağırıp, hatta 'Filistin'deki kahramanları' anarken IŞİD, sadece 'orada savaşan Müslüman gençlerden' bahsetti ve Aksa Tufanı terimini de kullanmaktan tamamen kaçındı.
IŞİD'in başyazısı daha ziyade bazı temel operasyonel tavsiyelerle yetiniyor; örneğin Filistinlilere intihar eylemlerine daha fazla başvurmalarını tavsiye ediyor.
‘Hamas ılımlı bir Sünni çizgiye sahip olsa da selefi çizgiyi de dışlamıyor’
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Araştırma Görevlisi Talha İsmail Duman, Selefi camianın Filistin tutumuna yönelik şu yorumu yaptı:
“Selefi grupları kendi içerisinde böyle birkaç parçaya ayırmamız gerektiği kanaatindeyim. Bunlardan bir tanesi, ılımlı Selefilik dediğimiz, yani Suudi Arabistan'a yaslanan bir selefilik anlayışı.
Bunlar, Suudi Arabistan'da çok net bir şekilde oradaki yöneticilere karşı gelinmemesi gerektiğini düşünen, dolayısıyla oradaki yöneticiler ne karar vermişse, nasıl bir pozisyon almışlarsa, o pozisyon bağlamında hareket edilmesi gerektiğini düşünen yapılanmalar.
Bunların önemli bir kısmının Hamas'la karşı mesafeli olduğunu, çünkü Suudi Arabistan'ın Hamas'la arasındaki mesafeden dolayı bunların da mesafesini koruduğunu görüyoruz.
Hamas'ın bu anlamdaki pozisyonların özellikle İran'la yakın ilişkilerin olmasının Suudi Arabistan'ın rahatsız ettiğini ve dolayısıyla Körfez'deki o ‘İlmi selefi’ damarı da rahatsız ettiğini görüyoruz. Bu ‘İlmi Selefiler’ aynı zamanda Hamas'ı İslami düşüncesi ve itikadi yapısı bağlamında da eleştiriyorlar, dolayısıyla Hamas'ı Müslümanlığı noktasında da sorguluyorlar.
Bunun farklı bir versiyonu olarak ‘Cihadi Selefilik’ söz konusu. Bu el-Kaide ve benzeri hareketlerde, hatta IŞİD türü hareketlerde ortaya çıkan selefilik anlayışı. Bunlar Suudi Arabistan'daki monarşiye de itiraz eden, buna karşı da cihat edilmesi gerektiğini düşünen hareketler.
Selefilere göre Hamas İsrail savaşı bir zalimin diğer zalimle savaşı
Fakat bunların da Hamas'a bakışıyla ilgili ciddi sorunlar var. Nedir o sorunlar? O sorunlar aslında üç tane temel esasa dayanıyor. Bunlardan bir tanesi, Hamas'ın özellikle 2006'dan sonra siyasete girmesi ve siyaset yapma biçimi, yani demokrasi vurgusunu öne çıkarması. Bu, Hamas'ın ciddi şekilde eleştirilmesine neden oluyor.
Bu hareketler, Hamas'ın iktidarını, ‘tağutî bir yönetim’ olarak adlandırılıyor. Onu tekfir ediliyorlar, mürted ilan ediliyorlar. Dolayısıyla burada ciddi bir farklılaşmanın söz konusu olduğunu görüyoruz.
İkinci neden burada, Gazze'deki selefi yapılanmalara karşı Hamas'ın aldığı sert önlemler; Hamas o selefi hareketlere uzunca bir zaman müsaade ediyor. Yani onları da İslam dairesi içerisinde gördüğü için ‘benim kurallarımı, buradaki otoritemi kabul ettiğiniz takdirde sorun yok, siz de bulunabilirsiniz’ diyor.
Gazze’de Seyfu’l İslam, Seyfu’l Hakku’l İslam, Cundu Ensarullah, Ceyşu’l İslam gibi hareketler var. İşte bu hareketlerden Cundu Ensarullah, özellikle daha büyük bir hareket olarak İbn-i Teymiyye Mescidi etrafında toplanmış bir hareket iken, Hamas, 2009’da buraya bir baskın yaptı.
Bu baskının temel sebeplerinden bir tanesi şuydu: Bu hareketler Hamas'a sürekli olarak eleştiriler getiriyordu ve aynı zamanda 2008'deki Furkan Savaşı sırasında iki zalim birbirini yesin tarzında bir yaklaşıma sahiplerdi.
Yani İsrail’i zaten kabul etmiyorlar; ama Hamas'ı da dini düşüncesi bakımından çok sağlıklı bulmadıkları için bir zalimin diğer bir zalimi bertaraf etmesi olarak baktılar meseleye. Bunlar, Hamas’ın Gazze'de ciddi operasyonlar yapmasına sebebiyet verdi. Buradaki belli başlı liderleri öldürüldü ve bu çatışmalarda yaklaşık 100 küsur kişinin öldüğü biliniyor. Bu süreçten sonra Hamas'a ilişkin selefilerin oradaki düşmanlığı daha da arttı.
Diğer bir sebep, bu hareketlerin Hamas’tan habersiz olarak İsrail’e füze atması, yani bağımsız bir şekilde hareket edip o koordinasyondan kopmalarıydı. Özetle selefiler Hamas'ın siyaset biçimine karşıydı. Hamas ise Gazze'deki selefi gruplara yönelik sert tedbirler uyguladı. Bu faktörler onların Hamas’a bakışının olumsuz olmasına neden oldu.
Üçüncü neden ise, tabi ki Hamas’ın İran'la yakın ilişki içerisinde olmasıydı. Hamas’ın İran'dan hem ekonomik hem siyasi hem askeri yardım alması ve İsmail Heniye’nin Kasım Süleymani'nin cenazesine katılması, onlara göre Hamas'ın dinden çıkması veya ciddi dini problemleri olduğu anlamına geliyordu.
Fakat bu bağlama rağmen cihadi selefilerin yekpare bir anlayışa sahip olmadıklarını söyleyebilirim. Aksa Tufanı’nda bir kısmı çok sessiz kaldı. Bunlar, ‘Filistin davasını reddettikleri’ için değil, Filistin davasında kendilerine yakın bir aktör olmadığını düşündükleri için sessiz kalıyorlar.
Dolayısıyla Hamas'ı kendilerine yakın olarak görmedikleri için Hamas'a destek açıklaması da yapmadılar. Filistin meselesiyle ilgili olarak da sessiz kalmayı genelde tercih ettiler.
İsrail'in sivil katliamlarına, halka yaptığı zulümlere bir şekilde dikkat çekenler de oldu. Veya Hamas'a eleştirilenlerini sakla tutarak, İsrail'in burada aldığı yenilgiyi doğru buluyoruz ve aldığı yenilgiyi olumlu görüyoruz diyenler de oldu. Ama ‘Hamas’ı da kabul etmiyoruz, Hamas’la ilgili düşüncelerimizi de saklı tutuyoruz’ diyerek bunu yaptılar. Böyle diyenler olduğu gibi hiç sesini çıkarmayan, hiç konuya girmeyen, sanki hiç bu iş yaşanmıyormuş gibi bakan hareketler de oldu bu cihadi selefi hareketlerinin içerisinde.”
Cihatçı selefiler, tabanlarının Hamas’a kaymasından korkuyor
Söz konusu örgütlerin bu tutumu Hamas'a destek değil, Filistin'e destek ve İsrail'in zayıflatılmasına dönük bir tutum olarak anlamak gerektiğini ve Hamas'a doğrudan destek vermekten kaçındıklarına dikkat çeken Duman, "Çünkü bu şekilde yaparlarsa Hamas'ın kendi tabanları açısından meşru bir aktöre dönmesinden korkuyorlar, bu hareketler, meşru bir aktör olması durumunda Hamas'ın siyasi ve dini düşüncesinin de kendileri için tehlike ve tehdit olarak ortaya çıkacağını düşünüyor," dedi.
Hamas’ın kendi bünyesindeki selefi yapılanmaya da değinen Duman, şöyle devam etti:
“Şimdi tüm bunları söyledikten sonra şunu da söylemek lazım belki, örnek verecek olursak, Hamas'ın selefi gruplarla doğrudan bir mesafesi var mı? Kendisine düşman olanlar da elbette var, fakat Hamas ılımlı bir Sünni çizgiye sahip olsa da selefi çizgiyi de dışlamıyor.
Nitekim hatırlayacak olursak İsrail, Lübnan'da Kassam Tugayları’ndan birine arabasında bir operasyon yaptı ve burada iki tane Türk'ün de içerisinde olduğu beş kişi hayatını kaybetti. Halil el-Harras dışındaki dört kişi ikisi Lübnanlı, ikisi Türk, bunlar aslında selefi gruplara mensup isimlerdi.
Dolayısıyla Hamas'ın hala da içerisinde belli başlık klikleri olduğunu ve bu kliklerden kısmen bir kısmının hala da selefilerle yakın temasının olduğunu söylememiz mümkün. Nitekim Hamas'ın içerisinden kopup da Gazze'de daha radikal selefiliğe kayan isimler de oldu. Yani bu geçişkenliklerin olabileceğini göz ardı etmemek gerekiyor.”
Devlet olarak Taliban ve Filistin sorunu
Eylül 2021'de Amerika'nın çekilmesinden sonra Afganistan'da iktidarı ele geçiren Taliban ise Aksa Tufanı'na destek konusunda daha açık davrandı. 7 Ekim günü akşam saatlerinde geçici hükümetin dışişleri bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, İslam İşbirliği Teşkilatı'na doğrudan çağrı yapıldı:
"Afganistan İslam Emirliği Dışişleri Bakanlığı, Gazze Şeridi'nde son dönemde meydana gelen hadiseleri dikkatle izlemekte ve bu tür olayların meydana gelmesini, İsrailli Siyonistler tarafından mazlum Filistin halkının haklarının ihlal edilmesinin ve Müslümanların kutsal mekanlarına dönük tekrarlanan hakaret ve saygısızlıkların ve Filistin halkının özgürlük için her türlü savunma ve direnişinin bir sonucu olarak değerlendirmektedir.
Afganistan İslam Emirliği, Filistin halkının tarihi topraklarında bağımsız bir devlete sahip olma yönündeki meşru, tarihi ve yasal hakkını desteklediğini beyan etmekte ve İslam ülkelerini, İslam İşbirliği Teşkilatı’nı, uluslararası toplumu ve özellikle bölgedeki etkili ülkeleri, işgalci İsrail güçlerinin masum Filistin halkına yönelik şiddetini önlemeye ve Filistin meselesini Filistinlilerin meşru haklarının verilmesi temelinde çözmeye çağırmaktadır."
Taliban’ın ‘diplomatik çağrı’ ile sınırlı desteği bile aşamalı olarak azaldı
Fakat Taliban'ın Dini Lideri Hibetullah Akhundzade'nin hararetli açıklamaları ve en son Gazze'deki el-Ehli Hastanesi’ni hedef alan saldırının ardından örgütün Filistin direnişine destek beyanları azalarak sona erdi. Bunun gerekçeleri birkaç maddede açıklanabilir.
İlk olarak, Taliban uluslararası meşruiyet kazanmak, uluslararası yardım almak ve rejim üzerindeki yaptırımların kaldırılması için ABD desteğinin kritik önemde olduğunun haberdar.
Taliban, Filistin direnişine aktif destek vererek sahaya inmesi halinde Amerika'nın kendisine yönelik yaklaşımının değişebileceğini düşünüyor. Şu an için Taliban, Afganistan'ın karşı karşıya olduğu zorlukların aşılmasında ABD'nin desteğine muhtaç ve Hamas'ı açıkça destekleyerek ABD ile olan denklemini tehlikeye atmaya girişmedi.
Aynı zamanda iktidarda iki yılı aşkın bir süre kalmasına rağmen Taliban yönetiminin uluslararası toplum tarafından henüz tanınmamış olmasının nedenlerinden biri de rejimin Batı'dan gelen talepleri sürüncemede bırakması olabilir.
Siracuddin Hakkani'nin Gazze savaşına verdiği tepki de diğer ülkelerin iç işlerine karışılmaması gerektiği mesajının bir ifadesiydi.
Konuyla ilgili yorum yapan tek üst düzey Taliban yetkilisi İçişleri Bakan Vekili Hakkani olmuştu ve "Biz başkalarının iç işlerine karışmayız... Ancak Müslümanlara karşı inanç temelli bir sempatimiz var," demişti.
İç işlerine dışarıdan müdahale edilmesine karşı hassasiyetleri göz önünde bulundurulduğunda Taliban, Gazze savaşına müdahale etmeyerek belki de dünyayı iç işlerine karışmamaya ikna etmek istiyor.
Dolayısıyla Afgan Taliban'ının mevcut Gazze savaşına örgüt gibi davranmaktan ziyade otorite perspektifinden baktığı fark edilebilir. Taliban'ın verdiği ‘ölçülü’ reaksiyon, kendi çıkarlarının bir tezahürü oldu.
Devlet olan Taliban ılımlı olmaya çalışıyor
Dr. İsmail Duman Taliban’ın tavrıyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:
“Tüm bunlar aslında bize şunu söylüyor, İhvan içerisindeki hareketleri ne de selefi hareketleri yekpare bir şekilde değerlendirmemek gerekiyor. Taliban daha ılımlı Sünni bir ekol olan Hanefilikten geliyor. Fakat zaman içerisinde el-Kaide'ye giden yolda radikalleşiyor. Ancak 2012 sonrasında tekrar Taliban kendi yönetimi içerisindeki bazı isimleri, daha radikal isimleri tasfiye ederek eski çizgisine, daha ılımlı çizgiye doğru dönmeye çalışıyor.
İşte bugün Çin'le ilişkilerin vs. aslında bu bağlamda değerlendirilmesi lazım. Örneğin Taliban'ın Aksa Tufanı'na katılacağına dair bir haberler dolaşmıştı. Fakat bunun daha sonra yalan olduğu ortaya çıktı. Şu anda Taliban'ın sessiz kaldığını, Filistin'e desteklerini açıkladığını, fakat Hamas'a doğrudan destek açıklaması yapmadığını, doğrudan Hamas'ın arkasında durmadığını ve adeta bunu bir iç mesele olarak gördüğünü ifade edebilirim.”
Müslüman Kardeşler ve Filistin sorunu
Müslüman Kardeşler’in tutumu ise doğrudan destek şeklinde ifade edilse de konu, Hamas’ın geçmişi de göz önüne alarak değerlendirmeyi hak ediyor. Arap rejimlerinin nüfuzu altındaki örgütleri Aksa Tufanı konusunda belli bir pozisyon almaya yönlendirdiğine dikkat çeken Dr. İsmail Duman, Müslüman Kardeşler örgütünün tavrıyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:
"Müslüman Kardeşler (İhvan) kökenli hareketlerin genel olarak Hamas'ın yanında durduğunu ve büyük çoğunluğunun Filistin davasına sahip çıktığını görüyoruz. Hamas’ın kökenleri 1940’lara dayanıyor, Filistin İhvan'ı olarak kuruluyorlar, daha sonra 1987'de Hamas ismiyle yola devam ediyorlar. Diğer İhvan hareketleri Hamas ile olan ilişkilerini sürekli olarak canlı tutmaya çalışıyorlar. Ama bu bağ, organik bağ anlamına gelmiyor."
Bütün İhvan hareketlerinin yekpare olduğu fikrinin aldatıcı olduğuna dikkat çeken Duman, şu değerlendirmeleri yaptı:
“Mısır’daki İhvan’ın diğer İhvan hareketlerini yönlendirdiği, dolayısıyla bütün İhvan hareketlerinin bütüncül bir tutuma sahip olduğu söylenemez. Hamas kendi başına biz özne, kendine özgü farklı politikaları var. Filistin'in kendi konjonktürel durumları var. Ama en nihayetinde tüm bunlara rağmen Hamas, İhvan ideolojisine yaslanan bir hareket. Dolayısıyla İhvan’a yakın ve biraz daha ılımlı hareketlerin, Filistin davasına net bir şekilde sahip çıktıklarını, dolayısıyla Hamas'ın da yanında durduklarını söylememiz mümkün. Bu bağlamda mesela Pakistan'da Cemaat-i İslami'yi görüyoruz. Cemaat-i İslami, Pakistan'da Filistin davasına ve Hamas'a çok net bir şekilde destek sunan hareketlerden bir tanesi. Yine burada belki direkt olmasa da benzer şekilde Milli Görüş hareketi Türkiye'de biraz daha İhvan çizgisine yakın bir hareket olarak Filistin davasına sonuna kadar sahip çıkan bir hareket olarak zikredilebilir."
'İhvancı örgütlerin tavrını bulundukları ülkelerin şartları belirliyor'
İhvan hareketlerinin konjonktürel bağlamda ve tarihsel süreç içerisinde Amerikan-Suudi Arabistan eksenine daha fazla yakınlaştığını anımsatan Duman, şu ifadeleri kullandı:
“Arap Baharı öncesinde İhvan hareketlerinin önemli bir kısmı, Direniş Eksini’ne çok sempatiyle bakıyordu. Suriye'deki savaşla birlikte, durum farklılaştı. Yani Suriye'de özellikle Suriye İhvan’ının pozisyonu sebebiyle belli başlı İhvan hareketleri Direniş Ekseni’ne mesafelenmeye başladılar.
Dolayısıyla Filistin meselesindeki farklılaşmada bunlar ciddi anlamda önemli saikler. İhvan kökenli hareketler Filistin davasına ve Hamas'a her zaman sahip çıkmıştır. Fakat süreç içerisinde yaşanan gelişmeler, İhvan'ı da bir yekpare hareket olmaktan çıkarmıştır; İhvan'ın şubelerinin farklı tavırlar ortaya koymasına sebebiyet vermiştir. Dediğim gibi Suudi Arabistan ile yakınlaşan bazı hareketler var. Bunlar da biri Yemen İhvan'ı, Islah Partisi olarak geçiyor.
Bir tanesi Lübnan İhvan'ı, Cemaat-i İslami olarak geçiyor. Daha önce saydığım Pakistan'daki Cemaat-i İslami'den farklı bir hareket. Pakistan'daki Cemaat-i İslami, daha geniş, Pakistan'da önemli bir yapılanma. Lübnan'daki ise büyük İhvan ekolünün bir parçası. Yemen'deki ve Lübnan'daki İhvan hareketleri Suudi Arabistan ile daha yakın ilişkilere sahipler.
Bölgesel konjonktür bağlamında burada, bu ilişkilerinin de karşılığı olarak Filistin meselesiyle, daha doğrusu Hamas ile ilişki süreçlerinde de farklılaştıklarını biz görüyoruz. Örneğin Yemen İhvan'ı, savaşın yaşandığı Yemen'de Suudi koalisyonunu destekleyen bir hareket.
Ancak Ensarullah'ın Hamas'a destek verdiğini biliyoruz. Ve daha da ötesinde Ensarullah'ın iki esir takaslarında Hamas'ın bazı üyelerini Suudi Arabistan hapishanelerinden kurtarması söz konusu oldu. Dolayısıyla bu bağlamında Hamas ile Ensarullah'ın ilişkileri bir süredir iyi.
Hatta Hamas'ın Yemen Temsilcisi Muaz Ebu Şemmale, 2021'de Ensarullah'ın yüksek siyasi konsey üyesi Muhammed Ali Ali Husi'yle görüştü. Ve bu görüşme, Islah Partisi'ni çok ciddi anlamda sinirlendirdi. Aksa Tufanı'nda Islah Partisi Hamas'ın Husileri öven açıklamalarını kınadı.
Lübnan'da ise durum biraz daha farklı, Lübnan'ın doğrudan İsrail'e sınır olması bakımından Filistin meselesini çok net bir tavırları var. Orada da Hamas'ı destekliyorlar. Dolayısıyla Lübnan İhvan'ının Yemen İhvan'ıyla süregelen ilişkilerinin iyi olduğunu ama Yemen İhvan’ıyla aynı tepkiyi vermediğini görüyoruz. Bununla birlikte İhvan'ın ana gövdesinin çoğunlukla Hamas'ın yanında durduğu söylenebilir."
'Aksa Tufanı normalleşmeyi akamete uğratı ama bitirmedi'
Bununla beraber Aksa Tufanı'nın Emirlikler ve Bahreyn ile başlayan ve İsrail'le normalleşmeye yönelik İbrahim Anlaşmalarını akamete uğrattığını; fakat tamamen bitirmediğini, yalnızca ertelediğini dile getiren Duman, şöyle devam etti:
"Evet, Hamas'ın bu operasyondaki temel amaçlarından bir tanesi burada bu sürecin normalleşme ileri durdurmasıydı. Bu normalleşme antlaşmaları kısmen durdu veya durmak zorunda kaldı. Fakat bunların tamamen bittiğini düşünmüyorum. Bunlar bir erteleme süreci sadece. Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri bu süreçte dahi Hamas'ı kınayan bazı açıklamaları yaptı. Suudi Arabistan'ın ise hala daha bu normalleşme sürecini devam ettirmekten yana tavır aldığını, görüyoruz. "
Sonuç
Direniş Ekseni’nin Filistin'e yönelik somut desteği -ki burada silah tedariki, eğitim ya da medya desteği gibi unsurlar söz konusu- yıllardır aktif biçimde ve ideolojik herhangi bir ayrışmayı gözetmeksizin devam ederken Arap rejimleri gibi Sünni İslamcı örgütlerin desteği son derece sınırlı oldu.
Telegram kanalları ve sosyal medyanın geri kalanı her ne kadar öfke ifade eden satırlarla dolu olsa da sahada Filistin'in yararına hiçbir somut adımın atılmadığı açıkça görülüyor.
Nitekim IŞİD’in tutumu da baştan aşağı Filistinli örgütlerin iradesini yok sayma üzerine kurulu ve ‘devletleşen’ Taliban, herhangi bir Körfez rejiminden çok da farklı olmayan, hatta Katar’a fazlaca yakınsayan bir tavır sergiliyor.
Suriye hadisesinde bahsi geçen örgütlerin, Direniş Ekseni bileşenlerine karşı ne kadar agresif ve sahada aktif oldukları biliniyor. Buradaki riyakarlığı görmek zor olmamalı; zira Direniş Ekseni’ne karşı açılan her cephe, İsrail'in bekasının devamını amaçlıyordu.
Burada son olarak İsrail Ordu Sözcüsü Avihay Adrai’nin Ocak 2018’de yayımladığı ünlü görüntülü mesajı hatırlatmakta yarar var. İsrail Ordu Sözcüsü Avihai Adrai, İbn Teymiyye’yi, Vahhabiliğin kurucusu Muhammed Abdulvahhab’ı ve Yusuf Karadavi’yi referans göstererek Şiilerin Hıristiyanlardan ve Yahudilerden daha tehlikeli olduğunu anlatıyordu.*
Avihai Adrai, el-Kaide, IŞİD ve benzeri örgütlerin liderleri veya Arap ülkelerinin müftüleri ile aynı jargonu kullanarak, aynı dini referanslara atıf yaparak İran tarafından ilan edilen Dünya Kudüs Günü yürüyüşlerine katılmanın onları dinden çıkaracak kadar tehlikeli olduğunu anlatmıştı.
Arap rejimleri ve bahsi geçen Sünni örgütler, Avihai Adrai’nin izinde olduklarını Aksa Tufanı’nda da göstermiş oldu.
(*) Youtube, Al Masdar TV, 2018, أفيخاي ادرعي: يوم القدس العالمي بدعة وحركة حماس شيعية مستشهداً بكلام الوهابية!