İsrail'in jeopolitik kumarı ve İran'ın yaklaşmakta olan cevabı

img
İsrail'in jeopolitik kumarı ve İran'ın yaklaşmakta olan cevabı YDH

Analiz, ABD-İsrail ilişkilerinin değişen dinamiklerine ilişkin üç potansiyel senaryo sunarken Netanyahu'nun dönüşen manevralarının bölgede yol açtığı istikrarsızlığa vurgu yapmakta ve İran'ın verdiği karşılığın Tel Aviv için maliyet ve kayıpların artması anlamına geleceğini eklemektedir.




YDH- Lübnan'dan yayın yapan The Cradle'da yayımlanan makalenin yazarı araştırmacı Ali Salehiyan, İsrail'in bölgedeki stratejik hesaplarını yönlendiren iç siyasi baskılar ile dış jeopolitik mülahazalar arasındaki karmaşık etkileşimin altını çiziyor; İsrail'in isterik askeri hamlelerinin Batı Asya'da daha militarize ve istikrarsız bir manzaraya neden olduğunu vurguluyor. 

Dış ilişkiler bağlamında, karar verme aşamasında iki mühim husus göze çarpar: iktidar ve arzu. İktidar, ulusların pratikte kararları uygulamak için ellerinde bulundurdukları kaynakları ve yetkiyi kapsar. İlgili tarafların bilişsel çerçevesi de aynı derecede önemlidir.

Arzu veya ihtiraslar, politika tercihlerinin fayda-maliyet değerlendirmesiyle karmaşık bir şekilde bağlantılı hale gelir. Bir devlet ya da devlet dışı kuruluş hem önemli hem de yeterli iktidara sahip olduğunda ve düşük ya da yönetilebilir masraflarla önemli avantajların farkına vardığında harekete geçmeye daha meyillidir.

Örnek olarak, İsrail işgal devleti sadece istediği hedefleri vurma kabiliyetine sahip olmakla kalmamış, aynı zamanda özellikle dış politika değerlendirmelerinde fayda-maliyet dengesinde önemli bir değişim yaşamıştır. Batı Asya'da son dönemde yaşanan gerilimi tırmandırıcı olaylar, özellikle de analistler düşmanların olası hesaplamalarını ve karşı hamlelerini değerlendirmek için acele ederken, bu iki temel dinamiğe dikkat çekmektedir.

Rasyonalitenin yıkımı: İsrail daha riskli stratejilere yöneliyor

Geçtiğimiz Ekim ayında Aksa Tufanı Operasyonu'nun başlatılmasından bu yana İsrail varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olan bir aktör olarak algılandı ve bu da daha büyük riskleri kabul etme isteğini artırdı.

Ancak direniş operasyonunun başlamasından sadece bir ay sonra Politico'nun aktardığına göre eski Mossad direktörü Tamir Pardo, Başbakan Benyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Joe Biden'ı "İsrail'in varoluşsal bir krizle karşı karşıya olduğu" izlenimini körüklemekle suçladı.

Zihniyetteki bu değişim İsrail'in 1 Nisan'da Şam'daki İran konsolosluğuna düzenlediği saldırıyla açığa çıktı. Bir gün sonra Savunma Bakanı Yoav Gallant İsrail'in amacının düşmanlarının güç biriktirmesini önlemek için her gün, her yerde harekete geçmek olduğunu söyledi. Tel Aviv'in karar alma süreci iki temel faktörden etkileniyor: 

Birincisi ABD, ikincisi ise İsrail içindeki derin devlet ya da müesses nizam. 

Bu unsurlar, ya İsrail'in aşırılık yanlıları arasında rasyonelliği artıracaktır ya da riski kabul ederken o riske harcanılması gereken ihtiyatı azaltacaktır. 

İsrail'in karar alma mekanizmasındaki mevcut dönüşüm işte bu iki faktörden biri ya da her ikisi tarafından şekillendiriliyor. İran'ın Nisan ortasında gerçekleştirdiği ve İslam Cumhuriyeti'nin askeri kapasitesini sergileyen Gerçek Söz Operasyonu, İsrail'in risk alabilmesini bir ölçüde kısıtladı. 

Ancak Tümgeneral Yahya Rahim Safevi'nin misilleme operasyonu sırasında İran'ın füze kabiliyetlerine vurgu yaparken altını çizdiği gibi, geniş çaplı bir savaş potansiyeli ve bunun yüksek maliyetleri gibi endişeler önceliklendirildi:

''Gerçek Söz Operasyonu sırasında, saniyede bir füze hızıyla, sadece 100 saniye içinde İsrail'e 100'den fazla füze fırlatıldı. Ne ABD, ne İsrail ne de bölgedeki vekilleri, İran'ın böylesine hassas ve geniş çaplı bir operasyon gerçekleştirebileceğini tahmin edebilirlerdi.''

Hesaplı tırmanışlar 

Benny Gantz'ın Haziran ayında savaş kabinesinden istifa etmesi Tel Aviv'in sert tutumunu artırabilir. Başkan Biden'ın özellikle Kasım ayında yapılacak 2024 ABD seçimleriyle birlikte odak noktasını değiştirmesi de bazı hesaplamaları etkiler, etkilemiştir de. Analiz ve muhakemeye dayanarak uygun bir yanıta rehberlik etmesi gereken kilit soru şu olacaktır: Netanyahu neden bu kadar çok cephede gerilimi tırmandırmayı tercih etti?

Çeşitli yorumlar var, farklı açıklamalar var. Bazıları bunu genel stratejiyi değiştirmeden hedefe yönelik, yüksek profilli suikastlar gerçekleştirmek için operasyonel bir fırsat olarak görüyor.

Diğerleri ise Beyrut ve Tahran'da eşzamanlı suikastları, işgal devletinin ilgili maliyet ve riskleri kabul etmesiyle birlikte, Netanyahu'nun "Washington'a yaptığı yüksek riskli ziyareti" takiben stratejik bir değişim olarak yorumluyor.

Bu ziyaretten yaklaşık bir hafta sonra en az iki provokatif terör eyleminin gerçekleşmesi dikkat çekicidir. 

Siyasi karar alıcılara yönelik suikastlar için sadece operasyonel bir fırsatın olması, bu suikastların gerçekleştirilmesini haklı çıkarmaz. Bu da Tahran ve müttefiklerinin tepkisini çekeceği neredeyse kesin olan suikast riskinin dikkatle değerlendirildiğini gösteriyor.

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safedi bile İran'ın yeni seçilen Cumhurbaşkanı Mesud Pizişkiyan ile yaptığı görüşmede bu hamlenin Netanyahu'nun bölgede çatışmayı yayma girişimi olduğunu belirtti.

Washington ile yüksek riskli diplomasi 

Özellikle politika düzeyinde veya türünde stratejik bir değişimin meydana geldiğini kabul edersek, son ziyaretlere dayanarak ABD'nin İsrail ile etkileşimleri için üç olası senaryo öne çıkıyor:

Birincisi, Netanyahu Donald Trump'ın zaferini istiyor ve muhtemelen Biden yönetimini göz ardı ederek gerilimi tırmandırmak için ondan yeşil ışık aldı. Bu senaryo, Trump'ın bölgesel bir savaş istemediğini ancak seçimler öncesinde Biden yönetimi üzerindeki baskının artmasını ve Siyonistlerin desteğini memnuniyetle karşılayabileceğini gösteriyor.

İkinci olarak, son operasyonlar Biden yönetimi tarafından onaylanmış olabilir. Biden, Netanyahu'nun davranışlarını yumuşatmak istese de, bölgesel bir savaşa dönüşmemesini umarak seçim nedenleriyle suikastlara rıza göstermiş olabilir. Bu, Siyonistleri ve onların etkili ABD lobisini Kasım ayında Demokratların arkasında hizalamak karşılığında Netanyahu'ya yapılan bir iyilik olarak görülebilir.

Üçüncü olarak, hem İsrail hem de ABD'nin aktif katılımını içeren bölgesel bir savaş tasarımı, görevdeki hükümetlerin savaş sırasında seçim zaferleri elde etme eğiliminde olduğu inancıyla ortaya çıkmış olabilir. Bu da Demokratların bölgesel çatışma ve askeri angajmanlardan yararlanmayı başkanlık seçimlerinde zafer elde etmek için bir strateji olarak görebilecekleri anlamına gelir.

Bu senaryolar arasında üçüncüsü, savaşın yüksek maliyeti ve öngörülemezliği, devam eden Ukrayna çatışmasındaki aksilikler, ABD'nin iç zorlukları ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in Netanyahu ile olan anlaşmazlıkları nedeniyle en az olası görünüyor.

İlk iki senaryo ya da bunların bir kombinasyonu daha akla yatkın görünüyor ve Tel Aviv'in son suikast çılgınlığının da gösterdiği gibi yüksek riskli davranışlar sergileyen daha proaktif ve bağımsız bir İsrail'in ortaya çıktığını gösteriyor. Aynı zamanda İsrail ve Batı, Direniş Ekseni'nin bölgesel bir savaş istemediği gerçeğine güveniyor olabilir.

Direniş'in hamlesi budur

Netanyahu'nun stratejik değişimi ve yüksek profilli cinayetler işleme kararı, Washington'un mevcut veya gelecekteki karar vericileriyle Batı Asya'daki gerilimleri tırmandırmak ve bir kriz durumunu sürdürmek için bir anlaşma sağlamayı amaçlıyor.  

Buna bölgede bir "yeni normal" oluşturmak diyelim. Bu manevra, özellikle yaklaşan seçimler veya değişen ittifaklar bağlamında Tel Aviv'in eylemlerini ABD'nin daha geniş stratejik çıkarlarıyla uyumlu hale getirmek için tasarlanmış gibi. 

Hamas'ın siyasi lideri İsmail Heniye'nin öldürülmesi önemli olmakla birlikte bölgede stratejik bir oyun değiştirici olmaktan ziyade taktiksel bir hamledir. Ancak Heniye'nin Tahran'da, özellikle de İran'ın yeni cumhurbaşkanının göreve başlamasının ardından ve ateşkes görüşmelerine ara verildiği bir dönemde hedef alınması derin stratejik sonuçlar doğurabilir. 

İran'ın güç-güvenlik imajına meydan okur ve zaten istikrarsız olan bölgesel durumu daha da kötüleştirir. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah da yaptığı bir açıklamada bu durumun altını çizerek "İran'ın kendisi de bu teröre karşılık vermekle yükümlüdür" demiştir.

Buradan çıkarılacak sonuç açık: İran ve Direniş Ekseni'nin İsrail'e ödeteceği bedeli artırması muhtemel. Bu da İsrail'in çatışmaya girme isteğini önemli ölçüde etkileyebilecek ve karşı taraf için maliyetleri arttırabilecek daha yüksek düzeyde organize askeri faaliyetlere geçiş anlamına geliyor. 

Bölgesel bir savaşa yönelik bu hazırlık, birden fazla cephede koordineli eylemleri içerecek, potansiyel olarak hedefli saldırılar ve önemli kayıplarla sonuçlanacaktır. The Wall Street Journal tarafından alıntılanan İranlı bir diplomatın sözleriyle: "Cevabımız çabuk ve şiddetli olacaktır."

Çeviri: YDH