Saldırı yoluyla savunma

img
Saldırı yoluyla savunma YDH

“Önümüzdeki aylarda, eğer siyasi yönelimler değişmezse, bazı rejimlerin devrilmesine tanık olabiliriz.”




YDH - Filistinli gazeteci Zahir Ebu Hamde, el-Ahbar gazetesinde kaleme aldığı köşe yazısında, İsrail'in Gazze ve Lübnan cephelerinde geniş çaplı askeri saldırılarla direnişi kırmaya çalıştığı bir dönemde, Hizbullah'ın stratejik bir savunma yürüttüğüne dikkat çekiyor.

Aslında işgalci, her ne kadar saldırgan görünse de savunma refleksinden doğan bir saldırganlık gösteriyor. Gazze’den 7 Ekim’de gelen saldırı ve Lübnan’dan 8 Ekim’de gerçekleştirilen operasyonlar sonrasında verdiği tepki, taktiksel olarak sahneyi değiştirme ve caydırıcılığı yeniden tesis etme çabasıyla tuzağa düşerek darbeler aldığını gösterdi. Bu nedenle, Lübnan’a yönelik saldırılar yoğun hava bombardımanlarıyla geldi: Ortaya çıkan görüntü parçalanmalı ve yeni bir sahne yaratılmalıydı. İşgal ordusu, istihbarat teşkilatları, hükümeti ve yerleşimcileri, bilinçli ya da bilinçaltında şu soruyla meşgul: Kuzey cephesindekiler kim? Savaşı kim başlatıyor ve kurallarını kim belirliyor? Cevap net: Onlar varoluşsal tehdit üçgeninin (Gazze, Batı Şeria ve Lübnan) en güçlü unsuru olan Hizbullah’tır ve “askeri kuşatma” kırılmalı, denklemler değiştirilmeli ve en azından sembolik bir yenilgi yaşatılmalıdır.

Bunu başarmanın üç yolu var: Birincisi, askeri liderleri (kurmay komutanlar, saha komutanları gibi) suikastlarla etkisiz hale getirmek. İkincisi, Suriye’de Masyaf’ta olduğu gibi direnişin askeri altyapılarını, silah fabrikalarını, depolarını ve lojistik yollarını bombalamak. Üçüncüsü ise, daha geniş bir sosyal yapıyı parçalamak. Bu saldırılar, Hizbullah’ın mümkün olduğu kadar çok üyesini etkisiz hale getirmeye ve örgütün liderliğine karşı toplumsal tepkileri artırmaya yönelik. Savunma, saldırı gerektirdiğinden, üç temel noktada baskı kurulmaya çalışıldı: Gazze ile Lübnan cepheleri arasındaki bağı koparmak, işgalcileri kuzeye geri çekilmeye zorlamak ve Celile'de bir “Lübnan 7 Ekim’i” senaryosuna saplanmak. İlk aşamada, geniş çaplı saldırılar başlatıldı. İkinci aşama, Bekaa ve sahil bölgelerine çıkarma yaparak kara harekâtına yönelmekti. Üçüncü aşamada ise hayati altyapılara ve Beyrut’un güney banliyölerine saldırılar düzenleniyor. İşgalciler, 2014 yılında Gazze’ye yaptığı saldırıya benzer bir şekilde, geniş çaplı bir savaş çabasına girdi.

Kaçınılmaz olarak işgalciler başarısız olacak. Direniş ise hedef alanını genişletme stratejisini akıllıca uyguluyor. Sınır hattından başlayarak Nahariye ve Safed'e, ardından batıda Tiberya’ya ve doğuda Hayfa'ya doğru genişledi. Mühimmat fabrikaları ve askeri üsler kasten hedef alındı, füzeler işgalcinin savunma sistemine ve Batı Şeria’daki yerleşimlerin kuzeyine kadar ulaştı. Savaş genişlerse, direnişin daha yıkıcı füze saldırılarına girişmesi bekleniyor. Direniş karada savunma manevralarını sürdürüyor ve düşman hatlarının gerisine sızmak için belirleyici anı bekliyor. Deniz operasyonları ise hava savunma birimlerinin aktif hale gelmesi beklentisiyle sürprizlerle dolu olacak.

Sahadaki çatışmalar, siyasi müzakerelerle ivme kazanıyor, ancak tarafların en azından Aksa Tufanı’nın birinci yıl dönümüne kadar çatışma durumunda kalmaları bekleniyor. Bu tufanın ikinci dalgasının nasıl sonuçlanacağı belirsiz. Yemen’den gelen Filistin-2 hipersonik füzesi, Kadir-1 ve Lübnan’dan fırlatılan diğer füzeler, Irak’tan yapılan insansız hava aracı saldırısıyla birleşerek bir deneme süreci oluşturdu. İran’ın her an karşılık vermesi bekleniyor. Olası senaryolar arasında, işgal altındaki Filistin topraklarında intihar saldırıları, Batı Şeria yerleşimlerine sızma veya sınır ötesi operasyonlar yer alıyor.

Sonuç olarak, işgal saldırarak savunmaya çalışırken direniş, 2021'deki “Kudüs’ün Kılıcı” savaşından bu yana benimsediği yöntemle –cepheler ve alanlar arasındaki bağları güçlendirmek– ilerliyor. Bu yaklaşım genellikle savaşan taraflarda değil, tarafsız ya da katılımcı aktörlerde güç dengesinin değişmesine yol açıyor. Önümüzdeki aylarda, eğer siyasi yönelimler değişmezse, bazı rejimlerin devrilmesine tanık olabiliriz. Halkın öfkesi birikiyor ve ne zaman patlayacağı kestirilemiyor. En önemlisi, Filistin halkının büyük öfke patlaması henüz gerçekleşmedi. Nüfusun önemli bir kısmı henüz harekete geçmedi, fakat o zaman işgalciler savaşı genişletmek yerine erken sonlandırmayı dileyecekler.

Çeviri: YDH