"Her zamanki gibi, kararlı ve sofistike bir düşmanla uzun soluklu bir savaşın ortasında zafer kutlamalarına girişmek akıllıca değil. Baklavaları bekletmek daha iyi olur."
YDH - Haaretz yazarı Amos Harel, İran'ın Vaade Sadakat-2 operasyonundan sonra Siyonist rejimin bölgesel bir savaşın içinde olduğuna işaret ediyor. Harel, 'kararlı ve sofistike bir düşmanla uzun soluklu bir savaşın ortasında zafer kutlamalarına girişmenin akıllıca olmayacağına' dikkat çekiyor.
Yaklaşık bir yıl süren çatışmaların ardından, salı akşamı itibariyle İsrail bölgesel bir savaşın içine girmiş durumda. İsrail ve Hizbullah arasında son iki haftada yaşanan olayların ardından, İran, İsrail topraklarına eşi benzeri görülmemiş bir füze saldırısı düzenleyerek çatışmanın merkezine yerleşti. İsrail’in bu saldırıya sert bir misilleme yapması bekleniyor.
Şaşırtıcı bir şekilde, İran’ın saldırısı ciddi can kayıplarına yol açmadı, fakat ülkenin merkezinde bulunan birçok ev, özellikle önleyici füzelerden gelen şarapnel parçaları nedeniyle zarar gördü. Saldırıdan bir saatten kısa bir süre sonra, İç Cephe Komutanlığı, sivillerin güvenli bölgelerden çıkmalarına izin verdi.
İlk değerlendirmelere göre İran, İsrail'e yaklaşık 180 balistik füze fırlattı. Bu füzelerin çoğu etkisiz hale getirildi ya da açık alanlara düştü. Bu sayı, İran’ın nisan ayında gerçekleştirdiği saldırının neredeyse yarısı kadar, ancak bu kez balistik füzelerin oranı daha yüksek olduğundan, ortaya çıkan hasar daha büyük. İran, önceki saldırının sonuçlarını analiz etmiş ve dersler çıkarmış gibi görünüyor. Buna rağmen, İsrail’in bölgesel hava savunma sistemi, saldırının etkisini tamamen engelleyemese de büyük oranda başarılı oldu.
İsrailliler, özellikle de ülkenin merkezinde yaşayanlar, bu ölçekte bir saldırıyla daha önce karşılaşmamıştı. Buna rağmen, siviller yüksek bir kişisel disiplin sergiledi; hava kuvvetleri ve hava savunma sistemi ise ABD’nin yardımıyla saldırıyı büyük bir ustalıkla savuşturdu. Saldırının, hava kuvvetleri üsleri de dâhil olmak üzere askeri ve güvenlik tesislerini hedef alması bekleniyordu, ancak sivil bölgeler de vurularak halkta terör ve kaos yaratılması amaçlandı.
Son tırmanış, çatışmanın tüm taraflarını farklı bir aşamaya taşıdı. İsrail'in Hamas ve Hizbullah ile süren savaşları, İsrail-İran çatışmasının gölgesinde kalmaya başladı. Yafa'da altı İsraillinin hayatını kaybettiği saldırı da İran saldırısıyla eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiş gibi görünüyor. Bu olay, 7 Ekim’deki Hamas katliamından bu yana Yeşil Hat içindeki en ölümcül saldırı olarak kayda geçti. Tel Aviv, İkinci İntifada'dan bu yana bu ölçekte bir saldırıyla karşılaşmamıştı.
Böylesi bir saldırının, en az büyük bir balistik füze saldırısı kadar halk arasında endişe ve güvensizlik duygusu yaratması kaçınılmazdır. Batı Şeria’daki Filistinliler tarafından İran ve Hizbullah’ın desteğiyle yapılabilecek benzer saldırılar da ihtimaller arasında. Ayrıca, İsrailli Araplar arasında aşırılık yanlısı grupların ya da suç örgütlerinin oluşması riski de göz ardı edilmemeli.
İsrail'in, İran'ın bu büyük çaplı saldırısına güçlü bir karşılık vermesi bekleniyor. İsrail ordu sözcüsü Tuğamiral Daniel Hagari, saldırının 'sonuçları olacağını' belirtti. Başkanlık seçimlerine beş haftadan az bir süre kalan ABD’nin de bu çatışmaya istemsizce çekilmesi olası. Bu durum hem İsrail’in güvenliği hem de küresel ekonomi ve Amerika’nın dünya üzerindeki rolü açısından geniş kapsamlı sonuçlar doğurabilecek küresel bir kriz niteliği taşıyor. Birleşmiş Milletler'deki İran delegasyonunun yaptığı tehditler de İsrail ve İran arasında karşılıklı saldırıların devam edeceğini açıkça ortaya koyuyor.
Hizbullah lideri Hasan Nasrullah’ın ölümünün ardından İsrail’de yapılan kutlamaların üzerinden sadece birkaç gün geçti ve durum şimdiden tamamen değişti. Her zamanki gibi, kararlı ve sofistike bir düşmanla uzun soluklu bir savaşın ortasında zafer kutlamalarına girişmek akıllıca değil. Baklavaları bekletmek daha iyi olur.
İsrail’in Lübnan saldırısında İran doğrudan zarar görmemiş olsa da İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’den sonra direniş ekseninin en önemli ikinci ismi ortadan kaldırılmış oldu. Tahran, İsrail’e saldırı kararını birkaç gün önce aldı. İsrail ordusu, tüm İsraillilere uyanık olmaları gerektiği yönünde uyarılar yayımladı.
Bu koşullar altında, eylül ortasına kadar ana cephe olarak görülen Gazze'deki savaş, İsrail'in öncelikler listesinde alt sıralara düşmüş durumda. Bu durum, zaten uzun süredir askıya alınmış olan rehine anlaşmasına varma ihtimalini de daha da zayıflatacak gibi görünüyor. Salı günü gerçekleşen İran saldırısından önce bile, İsrail ordusu kuzeyde görev yapacak yedek askerleri çağırıyordu. Şimdi ise bölgesel kriz ve farklı cephelerdeki gerilimin daha da artma riski nedeniyle bu çağrıların daha da artacağı neredeyse kesin.
Şin Bet bu hafta, detayları kamuoyuna açıklamasa da İran'ın hem İsrail’de hem de yurt dışında üst düzey İsrailli yetkililere yönelik suikast girişimlerini engellediğini duyurdu. İran, bazıları internet üzerinden işe alınan ve ödeme vaadiyle yönlendirilen İsrailli ajanları kullanıyor. Bu girişimlerde, İsrail'in yeraltı suç dünyasında verimli bir zemin bulmuş görünüyorlar. İran'ın bu tür çabalarına devam edeceğini varsaymak mantıklı.
ABD’ye bağımlılık
İran’dan gelen bu acil tehdit, İsrail’in ABD'ye olan bağımlılığını bir kez daha gözler önüne seriyor; özellikle de son haftalarda Başbakan Benyamin Netanyahu’nun Amerikalı müttefiklerini kızdıran hamleleri düşünüldüğünde. İsrail, ABD’ye sadece hava savunmasını koordine etmek için değil, aynı zamanda saldırı operasyonları için sürekli silah tedarikinde de bağımlı.
Bu gerçekler, Netanyahu’nun Beyrut’taki başarılarından sonra Amerika ile koordinasyon kurmadan İran’ın nükleer tesislerine saldırma fantezisi içinde olan fanatik destekçilerinin gözünden kaçmadı. Bu mesihçi görüşler, televizyon stüdyolarında yüksek sesle dile getirilmeye başladı. Fakat gerçek şu ki, İran’ın nükleer sorunu söz konusu olduğunda, İsrail Amerika ile tam koordinasyon içinde hareket etmek zorunda. Hem İran’a uzun vadeli ve ciddi zarar vermek hem de kendini savunmak için gerekli desteği ancak bu şekilde alabilir.
Televizyondaki bu tartışmalardan daha endişe verici olan ise, bu fikirlerin karar alıcı çevrelere sızmış olması. Netanyahu’nun kendisi de pazartesi günü, bölgesel fırtınanın zirvesindeyken, doğrudan İran halkına hitap eden bir video yayımlayarak Ayetullahların baskıcı rejimine karşı çıkma çağrısı yaptı.
Bu noktada, gazeteci Thomas Friedman’ın yaklaşık bir ay önce New York Times’taki köşesinde yaptığı uyarıyı hatırlamakta fayda var. Friedman, Biden yönetiminin, Netanyahu’nun İsrail’i, İran’ın nükleer tesislerine saldırı da dahil olmak üzere doğrudan bir savaşa sürüklemesinden ve bunun Kasım’daki ABD seçimlerine etkisinden endişe duyduğunu belirtmişti.
Netanyahu’nun Demokratların adayı Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in kazanmasını istemediği aşikâr. Yine de ABD hem İsrail’e olan ilkesel bağlılığı hem de İsrail’in Amerikan çıkarları açısından stratejik önemini göz önünde bulundurarak İsrail’e yardıma devam edecektir. Ancak Biden, Harris ve danışmanları bu süreçte temkinli olmaya devam edecek gibi görünüyor.
'Şok ve dehşet'in dönüşü
İsrail ordusu, Lübnan’ı görünüşte sonsuza kadar terk etmesinin üzerinden 24 yıl ve başarısız bir macera için geri dönmesinin ardından 18 yıl geçtikten sonra, güney Lübnan’a bir kez daha dönüyor. Pazartesi gecesi, birlikler bu kez sınırlı ve odaklanmış bir operasyon olarak tanımlanan bir harekât için Şii Müslüman köylerinin dış mahallelerine ve yoğun araziye giriş yaptı. Bu bölge, İsrail sınırına nispeten yakın bir konumda bulunuyor.
İsrail Genelkurmay Başkanlığı ve İsrail'in siyasi liderliği, Hizbullah’ın son iki haftada aldığı ciddi hava ve istihbarat darbeleri göz önüne alındığında, burada birkaç hafta sürecek yoğun askeri faaliyetlerin beklenenden daha az direnişle karşılaşmasını umuyor. Bu harekâtın amacı, Hizbullah'ı ve onun İranlı hamisini sınır bölgesinden geri çekilmeye zorlayarak, bir yıllık zorunlu tahliyeden sonra İsrailli sivillerin evlerine güvenli bir şekilde dönebileceklerini sağlamak.
Salı akşamı İran’ın İsrail’e gerçekleştirdiği füze saldırısı, İsrail'in önceliklerini ve özellikle İsrail Hava Kuvvetlerinin gelecekteki eylemlerini etkileyecek. Şu ana kadar sınır boyunca yaşanan çatışmalar ve Lübnan tarafındaki gelişmeler göz önüne alındığında, İsrail'in, sınırın güneyindeki terk edilmiş yerleşimcileri geri döndürme konusunda başka bir seçeneği kalmadığı görülüyor. Ancak, önceki çatışmaların tarihi, İsrail'in planlarının sahadaki gerçeklik karşısında genellikle paramparça olma eğiliminde olduğunu gösteriyor. Savaşta, özellikle de kara harekâtlarında, beklenmedik durumlar her zaman yaşanabilir. Düşman, genellikle hazırlanan planlara uymak istemez.
Tartışmasız olan şu ki, Hizbullah birkaç hafta öncesine göre tamamen farklı bir yerde. 8 Ekim 2023'te, Hasan Nasrullah, Hamas’ın bir gün önce güneyde başlattığı savaşa katılma kararı verdiğinde, Hizbullah militanları saldırılarını tanksavar füzeleri, kısa menzilli roketler ve daha sonra da insansız hava araçlarıyla sınırlamıştı. Amaç, Lübnan sınırında çok sayıda İsrail askerini sıkıştırarak, kuvvetleri İsrail’in içlerine yöneltmeden Gazze’deki Filistinli grupların mücadelesine katkıda bulunmaktı.
Nasrulah’ın bu stratejisi, yaklaşık 11 ay boyunca etkinliğini korudu; ancak sınır boyunca yaşanan çatışmalarda 500’e yakın militanının ölmesi ve bazı üst düzey komutanlarının öldürülmesiyle ağır bir bedel ödedi. İsrail, eylül ortasında harekâtta yeni bir aşamaya geçmeye karar verdiğinde, Hizbullah’ın ödemesi gereken bedel hızla arttı. İsrail’e atfedilen bir dizi operasyon -çağrı cihazı ve telsiz saldırıları, Nasrallah ve iki üst düzey komutan İbrahim Akil ve Ali Karaki’nin öldürülmesi, Rıdvan Birliği hiyerarşisinin çökertilmesi ve Hizbullah’ın silah stoklarına yönelik sistematik hava saldırıları- İsrail ordusu birlikleri güney Lübnan’a girmeden önce bile sınır boyunca tamamen yeni bir durum yarattı.
Amerikalılar, 2003 yılında başlayan Irak Savaşı’nda 'şok ve dehşet' adını verdikleri bir saldırı konsepti geliştirmişti. Bu konseptin temel unsuru, düşmanı tüm sistemlerinden şok ederek kabiliyetlerini felç eden açılış darbeleriydi. İsrail'in Hizbullah'a karşı son haftalarda yaptığı da tam olarak bu oldu. Her ne kadar yaklaşık bir yıl süren belirsiz ve stratejik sonuçlar doğurmayan bir çatışmanın ardından gelmiş olsa da bu operasyon Hizbullah üzerinde büyük bir baskı oluşturdu.
Bu başarıda, İsrail Hava Kuvvetlerinin sabırla çalışarak Lübnan üzerinde hava üstünlüğü sağlaması kritik bir rol oynadı. Hizbullah’ın uçaksavar kapasiteleri büyük ölçüde tespit edildi, imha edildi ya da devre dışı bırakıldı. Bu sayede İsrail uçakları, beklenenden daha geniş bir hareket serbestisine sahip oldu ve operasyonlarını daha az riskle gerçekleştirdi.
Hizbullah’ın İsrail iç cephesine verdiği sınırlı zarar da bu başarıların en açık göstergesi. Örgütün şimdiye kadar sınırlı bir tepki vermesinin ana nedeni, füze stoklarındaki eksiklik değil, üst kademelerindeki şok ve şaşkınlıktır. İsrail’in füze stoklarına yönelik saldırılarına rağmen, Hizbullah’ın elinde hâlâ yüzlerce füze bulunuyor. Ancak komuta kademesi toparlandığında, daha isabetli saldırılar gerçekleştirme potansiyeline sahip olacaklar.
Güney Lübnan'da kara harekâtının zorlukları
Yine de güney Lübnan’a karadan giriş yapmak, sınırlı da olsa, çok daha zorlu bir operasyon olacaktır. Hizbullah’ın köylerdeki savunma sistemleri, İsrail istihbaratı tarafından kısmen görünür hale getirilebilmiş olabilir; fakat örgütün sınır boyunca oluşturduğu yeraltı tünelleri ve sığınakları hava operasyonlarıyla imha etmek zor. Kara harekâtı kararı da bu nedenle alındı. Sonuç olarak, ordunun geçtiğimiz ekim ayı sonunda Gazze’de karşılaştığı türden iki büyük zorluk burada da beklenebilir: beklenmedik direniş ve karmaşık yeraltı yapıları.
İsrail ordusu güney Lübnan’a yönelik operasyonlarına devam ederken, bu operasyonun iki büyük zorlukla karşılaşması bekleniyor. İlk olarak, düşmanın direnişi karmaşık ve sistematik askeri sistemlerden ziyade, kritik bölgelerde iyi konumlanmış gerilla birliklerine dayanacak. Bu birlikler, orduya ciddi kayıplar verdirebilecek potansiyele sahip. İkinci zorluk ise zaman faktörü. Ordunun Gazze’deki operasyon planı başlangıçta tahmin edilenden çok daha uzun sürdü; bunun temel nedeni, meskûn alanlar ile yeraltı tünelleri arasındaki etkileşimin operasyon süresini büyük ölçüde uzatıp karmaşıklaştırmasıydı. Eğer tankların ve zırhlı araçların Sina’daki Altı Gün Savaşı’ndaki gibi hızlı bir ilerleme kaydedeceğini düşünenler varsa, bu beklenti muhtemelen boşa çıkacak.
Perşembe günü İsrail ordusu, özel harekât birimlerinin geçtiğimiz ekim ayından bu yana sınır boyunca 70’ten fazla baskın düzenlediğini açıkladı. Bu operasyonlarda, Hizbullah’ın savaş alanları, sınırın yakınına görünmeden yaklaşmalarını sağlayan tüneller ve çok sayıda savaş aracı ortaya çıkarıldı. Ancak çit boyunca benzer yerleşimlerin daha fazlasının bulunduğu da biliniyor. Operasyonun diğer hedeflerinden biri, temas hattındaki köyler olacak. Aynı zamanda İsrail ordusu, güneydeki halka evlerini boşaltma talimatı verirken, bu emir kuzeyde Lübnan’ın Sur kentinin dış mahallelerine kadar genişletildi.
Subaylardan ve onlar aracılığıyla televizyon stüdyolarındaki emekli generallerden duyduğumuz melodiler oldukça tanıdık: Bu operasyon, Hizbullah'ı sınırdan geri püskürtmek, güvenliği yeniden tesis etmek ve tahliye edilen yerleşimlerin sakinlerini geri getirmek amacıyla yürütülen sınırlı bir harekât olarak tanımlanıyor. Ancak her zamanki gibi daha az bahsedilen riskler de var. Ele geçirilen ilk tepeyi korumak için saldırıya geçilen ikinci tepe arasında bazen kendinizi bir "kaygan yokuşta" bulabilirsiniz. Böyle bir durumda, farkında olmadan kendinizi yabancı bir toprakta 18 yıl, belki daha uzun süre sıkışmış halde bulabilirsiniz.
Kesin olan tek şey ise, bu toprakların gelecek 40 yıl boyunca sakin kalmayacağıdır.
Çeviri: YDH