El-Meyadin'deki makaleye göre, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri'nin, direniş hareketleri üzerindeki süregelen yetersizliklerinin temel nedeni, yaşamın ortaya konulduğu bir mücadelenin niteliğini okuyamıyor olmalarında yatmaktadır.
YDH- Lea Akil'in el-Meyadin'de yer bulan makalesi, Direniş'in ortaya çıkışı ile Amerika ve İsrail gibi rejimlerin oluşumu arasındaki temel ayrımı vurgulayarak birincisinin tamamen farklı bir ethostan doğduğunu öne sürüyor; Direniş'in özünün, aidiyet ve sadakat hissinde gömülü olduğunu, İsrail ve Amerika'nın da bu derinliği anlayamamasının doğal olduğunu açıklıyor.
İsrail ve ABD'nin özellikle Lübnan ve Filistin'deki direniş hareketlerini zayıflatmaya yönelik sürekli tekrarladıkları girişimlerine rağmen, bu çabaların etkisiz olduğu defalarca kanıtlandı. Bu başarısızlığın temel nedeni şudur: Batı, Direniş'in kendisini yanlış okuyor. Direniş’in tarihsel adaletsizlikler ile bağı köklerdedir; sağlam bir ideolojik temeli vardır ve dikkate değer bir adaptasyon kabiliyeti gösterir. Liderler hedef alınıp ortadan kaldırılsa bile, adalet ve özgürleşmeye olan sarsılmaz bağlılıkları sayesinde hareketler devam eder.
Yıllar içinde Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Komutan Hac İmad Muğniye ve Komutan Fuad Şukur gibi kilit isimlere yönelik suikastlar Hizbullah'ın çöküşüne sebep olmadı. Aksine Direniş daha da güçlenerek İsrail ve ABD'nin Lübnan Direnişi'nin dinamiklerini tam olarak anlayamadığını gösterdi. Bu hareketler bireysel liderlere bağlı değildir; kolektif direnç olgusunda kökleşmişlerdir ve suikastlara rağmen yeşermeyi sürdürürler.
Gazze savaşının başlangıcından bu yana, ABD'nin tam desteğini alan İsrail’in Hizbullah'ı kararlı saldırılarla dağıtmaya çalıştığı açıktır. Bu strateji Temmuz ayı sonunda Komutan Fuad Şukur’un öldürülmesiyle başladı, sonra bunu çağrı cihazı saldırısı ve daha fazla Hizbullah yetkilisinin öldürülmesi izledi. Seyyid Nasrullah'ın şehit edilmesi ise Hizbullah'ın çöküşünü ve iç parçalanmasını tetiklemeyi amaçlayan kritik bir darbe olarak tasarlanıyordu. Ekonomik yaptırımlar, askeri müdahaleler ve hedefli suikastlar gibi yaygın taktikler ABD ve İsrail tarafından Direniş gruplarını dağıtmak için defalarca kullanılmıştır.
Gelgelelim tarih bu stratejilerin başarısız olduğunu gösteriyor. Örneğin 2007'den beri kuşatma altında olan Gazze Şeridi'ni ele alalım. İsrail sadece amansız askeri saldırılar ve abluka yoluyla Filistin Direnişini ezmeye çalışmakla kalmadı, aynı zamanda Gazze halkının insani acılarını derinleştirerek onları Direnişe karşı kışkırtmaya çalıştı. Plan açıktı: halkı aç bırak, onları temel ihtiyaç maddelerinden mahrum bırak ve yaşanan zorluklardan Direnişi sorumlu tutmalarını sağla. Ancak İsrail'in kuşatması ilişkileri koparmak yerine tam tersi bir etki yarattı. Bombardımanlardan geçim kaynaklarını darboğaza sıkıştıran ablukaya kadar günlük vahşet, Gazze'deki pek çok kişi için direnişin hayatta kalmaları ve onurları için neden gerekli olduğunu bir kez daha teyit etti.
Direnişin doğuşu
Hizbullah, İsrail'in 2000 yılına kadar süren Lübnan işgaline doğrudan tepki olarak 1982 yılında kurulmuştur. Direniş hareketi İsrail ordusunu Lübnan topraklarından geri çekilmeye zorlayarak İsrail’in ilk kez resmi bir ateşkes anlaşması olmadan geri çekilmesini sağladı. Bu önemli zafer büyük ölçüde Hizbullah'ın sarsılmaz direniş çabalarına atfedildi.
İsrail'in çekilmesi Hizbullah'ın bölgesel etkisini arttırdı ve Hizbullah'ı Lübnanlı bir direniş grubundan daha fazlasına dönüştürerek onu İsrail işgaline karşı bir Arap meydan okumasının sembolü haline getirdi.
“Yenilgiler çağı bitti. Şimdi zaferlerin zamanı.”- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, 25 Temmuz 2006
Bu zafer Hizbullah'ın sadece askeri itibarını güçlendirmekle kalmamış, aynı zamanda Lübnan'ın siyasi manzarasında merkezi bir güç olarak konumunu güçlendirmiş ve siyasi etkisini askeri gücüyle iç içe geçirmiştir. Bununla birlikte, Hizbullah'ın savaş ve işgalden son derece dirençli bir örgüt olarak çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Hizbullah'ın yapısı kayıplara dayanacak şekilde tasarlanmış olup, liderlik kadrosunu yeniden oluşturmasına ve yeni nesil askeri komutanlar üretmesine olanak tanıyarak, her türlü aksiliğe rağmen operasyonlarının devamlılığını sağlamaktadır.
ABD-İsrail'in Hizbullah ve Seyyid Nasrullah'ı yanlış okuması
27 Eylül'de ABD'nin desteğiyle Seyyid Nasrullah'a suikast düzenleyen İsrail, bunun direniş hareketinin çöküşüne neden olmasını umuyordu. Seyyid Nasrullah'ın şehadetinin Hizbullah ve daha geniş Direniş Ekseni üzerindeki etkisini tam olarak değerlendirmek zor olsa da bu Hizbullah'ın çöküşe yakın olduğunu göstermez.
Hizbullah’ın dayanıklılığı tek bir liderin ötesine uzanmaktadır.
İsrail-ABD onun liderliğinin gerçek özünü kavramakta başarısız oldu. İnsanlar O’nun arkasında sadece kişiliği için toplanmadı; onu desteklediler çünkü O, adaletin ve özgürlüğün mücadelesini temsil ediyordu. Her ne kadar saygı duyulan bir şahsiyet olsa da temsil ettiği dava O’nun yaşamının ötesinde de varlığını sürdürecektir.
“Lübnan'da da dünyada da binlerce İmad Muğniye vardır’’- Seyyid Hasan Nasrullah, 2010
Seyyid Nasrullah olmadan Hizbullah'ın dağılacağına inanmak ciddi bir yanlış anlama ve köklü bir hareket olan Hizbullah’ı tek bir kişiye indirgeyen bir sanrıdır. Bu, Orta Doğu örgütlerinin güçlü kurumlara, dirence ve toplum desteğine sahip olmak yerine sadece karizmatik liderlere bağlı olduğu klişesini pekiştirmektedir. Ayrıca, Batılı olmayan grupların tek bir liderin kaybından sonra ayakta kalabilecek karmaşık siyasi veya askeri örgütler olarak faaliyet gösterebilme kabiliyetlerini göz ardı eden daha geniş kapsamlı bir Batılı zihniyetini de göstermektedir.
Benzer şekilde, İsrail'in Hizbullah'ın bazı askeri liderlerini hedef alması diğer birçok ülkeyi zayıflatabilecek önemli bir gerileme olsa da Hizbullah'ın İsrail'e saldırmaya devam edebilmesi operasyonel olarak güçlü ve organize olduğunu göstermektedir. Hizbullah'ın böylesine büyük kayıplarla başa çıkabilmesinin nedeni, zor zamanlarda bile yumuşak geçişlere izin veren güçlü liderlik yapısıdır.
Hizbullah'ın kurumsal dayanıklılığı
Hizbullah’ın dayanıklılığı özellikle 2008 yılında en üst düzey askeri lideri Hac İmad Muğniye'yi kaybetmesiyle net bir şekilde ortaya çıktı. Muğniye sadece kilit bir figür değil aynı zamanda Direniş'in “Yeni [hibrit] Savaş Okulu”nun da mucidiydi. Onun ve halefi Seyyid Mustafa Bedreddin'in 2013 yılında şehit edilmesi Hizbullah'ı zayıflatmak yerine örgütün askeri gücünde önemli bir artışa neden oldu. Hizbullah'ın taktikleri o zamandan beri Direniş Ekseni'ndeki müttefikleri tarafından benimseniyor.
Hac İmad'ın öldürülmesinin ardından Hizbullah, onun kurduğu sağlam temel üzerine inşa ettiği roket teknolojisini ve stratejik yaklaşımını önemli ölçüde geliştirdi. Grup daha sofistike, daha uzun menzilli ve hassas güdümlü sistemler edinerek füze kabiliyetlerini geliştirirken, güçlü bir kuvvet olarak büyümesini sağlamak için askeri taktiklerini ve operasyonel planlamasını iyileştirdi. Ayrıca Hizbullah siber yeteneklerini de geliştirerek istihbarat operasyonları yürütmeye ve siber savaşa girişmeye başladı. Hizbullah'ın geçirdiği evrimin en iyi örneklerinden biri, 2013'teki kritik Kuseyr ve Halep Savaşları sırasında Suriye'de sergilediği performanstır; Hizbullah burada küresel konumunu önemli ölçüde güçlendiren bir dizi taktiksel, stratejik ve lojistik güç sergilemiştir.
Benzer şekilde, 30 Temmuz'da Seyyid Fuad Şukur’un öldürülmesinden sonra Hizbullah askeri operasyonlarını önemli ölçüde arttırarak sadece roket saldırılarıyla misilleme yapmaktan daha hassas ve etkili saldırılar gerçekleştirmeye doğru stratejik bir değişim göstermiştir. Grubun Tel Aviv'e hassas güdümlü füze saldırıları düzenleyebilmesi askeri kabiliyetlerinde önemli bir ilerleme olduğunu göstermiş ve Hizbullah'ın önemli bir askeri liderini kaybetmesine rağmen sadece karşılık vermekle kalmayıp doğrudan İsrail'in merkezini hedef alabileceğini göstermiştir.
Seyyid Nasrullah'ın öldürülmesinin ardından Hizbullah da operasyonlarını tırmandırarak daha yüksek değerli hedefleri vurdu ve İsrail’in merkezini vurarak hassas bir şekilde saldırma yeteneğini sergiledi. Bu sadece grubun gücünü pekiştirmekle kalmadı, aynı zamanda askeri gücünü tam olarak ortaya koymadan operasyonel kabiliyetlerinin derinliğini de gösterdi.
“Siz Beyrut'u vurursanız, biz de Hayfa'yı… Hayfa'nın da ötesini vururuz.’’ – Seyyid Hasan Nasrullah
Hizbullah birden fazla komuta kademesinin olduğu bir sistem kurmuştur. Birden fazla kişinin birbiriyle örtüşen rolleri vardır, bu da ölen liderlerin bıraktığı boşlukların hızla doldurulmasına yardımcı olarak hızlı bir şekilde yeniden örgütlenmeyi ve operasyonların devam etmesini sağlar. Bu liderlik yenileme kabiliyeti Hizbullah'ın dayanıklılığı için çok önemlidir çünkü liderlerin kaybı hareketi hiçbir zaman sekteye uğratmamıştır.
İdeolojik dayanıklılığın rolü ve bağlılık
Hizbullah'ın direnci, İsrail’e karşı direnmeye ve Lübnan'ın egemenliğini savunmaya olan derin ideolojik bağlılığından kaynaklanmaktadır. Grubun yerel toplumla olan güçlü bağı, askeri liderliğinin direnişi sadece siyasi bir tercih olarak değil, hayatta kalmak için hayati bir gereklilik olarak gören insanlardan yaygın destek almasını sağlamaktadır.
Hizbullah'ın Gazze'deki direniş gruplarına verdiği destek, İsrail işgaline karşı verilen daha büyük mücadeledeki önemli rolünü göstermektedir. Liderlerini kaybetmiş olsa bile Hizbullah, bölgedeki Direniş çabalarını destekleme ve etkileme konusunda güçlü olmaya devam etmektedir. Hizbullah, İsrail'in varlığına karşı çıkmaya adanmış müttefik ağının bir parçasıdır ve bu koordinasyon İsrail ve Batılı müttefiklerinin başarılı olmasını zorlaştırmaktadır.
''Şehitler ve yaralılar adına, gözlerini ve avuçlarını kaybedenlerin adına, Gazze'yi destekleme sorumluluğunu üstlenen herkes adına, sabır ve metanet içinde bir yanıt arayanlar adına şunu söylüyoruz: Gazze'deki savaş sona erene kadar Lübnan cephesi durmayacak.'' - Seyyid Hasan Nasrullah, 19 Eylül 2024.
Otuz yıl boyunca dünyanın dört bir yanındaki insanların beklediği bir adam vardı. Beyrut'un banliyölerinde, Lübnan'ın güneyinde, savaşmak için büyüdüğü güçler tarafından saldırıya uğrayan bir yerde büyüdü. Acımasız işgal altında acı çeken insanların arasında yaşadı ve onların öfkesini taşıdı. Yine de yalnız değildi. Kendisinden önce gelenlerin, kurtuluş için savaşanların açtığı yolda yürüdü. Birlikte, bugün üzerinde durduğumuz temeli, işgal zincirlerinden kurtulmuş bir ülkeyi inşa ettiler. Onun mirası sadece bir direniş değil, aynı zamanda bir sürekliliktir; nesilden nesile aktarılan bir alevdir…Yıllar boyunca, Lübnan'ın kurtarılmış güneyindeki memleketlerimize gittiğimizde, her zaman onun bize kazandırdığı zaferleri anan şarkılarla yolculuk yaptık. O bize zaferi verdi, gururumuzu tazeledi ve itibarımızı geri kazandırdı.
Evet, büyük bir kayıp yaşadık, Seyyid Hasan Nasrullah'ı kaybettik.
Ancak bu kayıp, Hizbullah'ın sarsılmaz direnişini asla sekteye uğratmayacak. Batı'nın ve İsrail işgalinin fark etmediği şey şu: Artık intikam için dökecek daha fazla kanımız var.
Topraklarına, ilkelerine, kimliklerine sadakatle bağlı olmayan hiç kimse kanını isteyerek dökmez. Her taş, her karış toprak, nehirlerce kana bedeldir. İşte İsrail ve ABD'nin kavrayamadığı şey de bu: İçimizdeki direnç, dünyanın damarları gibi akmakta…
Ama ben onların karışmış kafalarını doğal buluyorum. Bir apartheid devleti çalınmış topraklar üzerinde dururken toprakla olan bağı nasıl kavrayabilir? Çalıntı fikirler ve kültür üzerinde dahası, çalıntı bir tarih üzerinde dururken. Yerli halklarının yerinden edilmesi ve öldürülmesiyle doğan Amerika, toprağı ve onunla kurulan bağı nasıl anlayabilir?
Bir annenin şehit oğlunun tabutuna pirinç atarken, onun fedakarlığından gurur duyarak nasıl feryat edebildiğini kim anlayabilir? Bizler için vermekten, sevmekten, kendini toprağa adamaktan daha büyük bir onur yoktur. Bizim tohumlar gibi olduğumuzu asla anlamayacaklar, bizi her gömmeye çalıştıklarında, topraktan filizlenerek, daha güçlü ve daha meydan okuyan bir şekilde yeniden doğuyoruz.
Bu nedenle Lübnan'daki İslami Direnişi asla ortadan kaldıramayacaklar.
‘’Gerçekten de iddiası sahte olanın oğlu bize iki seçenek bıraktı: Zillet ve ölüm. Heyhat! Zillet bizden uzaktır.’’ - İmam Hüseyin bin Ali
Çeviri: YDH