"Türkiye Cumhurbaşkanı'nın kavgacı sözleri Tel Aviv'i kızdırabilir, ancak eylemler sözlerden daha yüksek sesle konuşuyor ve Ankara'nın İsrail'e ihracatı katlanarak artıyor."
YDH - Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışında yaptığı konuşmada İsrail'in Filistin ve Lübnan’dan sonra Türkiye’ye yönelebileceğini iddia ederek sert açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın bu çıkışları, Türkiye-İsrail ilişkilerinde gerilimi artırabilir, ancak bu söylemin iç politikaya yönelik olduğu düşünülüyor. İsrail’in Türkiye’ye askeri bir tehdit oluşturmadığına dair değerlendirmeler yapılıyor. The Cradle portalında yer bulan makalesinde Suat Delgen, Erdoğan'ın sert söylemlerine rağmen iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştiğini anımsatıyor.
1 Ekim'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) üçüncü yasama yılının açılışında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İsrail'le ilgili ciddi endişelerini dile getiren bir konuşma yaptı:
"Açıkça söylüyorum, vaat edilmiş topraklar hezeyanıyla ve tamamen dini fanatizmle hareket eden İsrail yönetimi, Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü vatanımıza dikecektir... Kendini dev aynasında gören Hitler nasıl durdurulduysa, Netanyahu da aynı şekilde durdurulacaktır."
Erdoğan'ın İsrail'e karşı tonu yükseliyor
Bu açıklamalar Türkiye-İsrail ilişkilerindeki gerilimi daha da tırmandırmış ve Türkiye'de İsrail'e karşı duyulan öfkeyi artırdı. Bölgedeki askeri stratejiler, jeopolitik gerçekler ve mevcut siyasi dinamikler göz önüne alındığında, İsrail'in Türkiye'ye askeri bir saldırıda bulunma ihtimali var mı? Tel Aviv ve Ankara birbirlerini gerçekten askeri tehdit olarak mı algılıyorlar? Yoksa bu sadece iç seçmenlere hitap eden jingoistik bir söylem mi?
Bir hafta sonra TBMM, İsrail saldırılarını ve bölgedeki gelişmeleri görüşmek üzere kapalı bir oturum düzenledi ve bu oturumda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Savunma Bakanı Yaşar Güler Meclis üyelerine bilgi verdi. TBMM'deki kapalı oturumlar milli güvenlik, dış ilişkiler, devlet sırrı ve olağanüstü haller gibi gizli konuların görüşüldüğü özel toplantılar.
Bu oturumlar basına açık değildir, tutanakları 10 yıl süreyle gizli tutulur ve katılımcıların üst düzey görüşmelerin ayrıntılarını açıklamaları yasaktır.
Ancak toplantının ardından Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Özgür Özel, İsrail'in gözünü Türkiye'ye diktiği yönündeki son söylentileri değerlendirdi:
"Biz kendi değerlendirmelerimizi yaptığımızda İsrail'in Türkiye'ye saldırmasının akılla, mantıkla, İsrail'in gücüyle, Türkiye'nin gücüyle, uluslararası kuruluşların görevleriyle mümkün olmayacak bir şey olduğunu biliyorduk."
Eğer Erdoğan hükümeti İsrail'in Türkiye için yakın bir tehdit oluşturduğuna gerçekten inanıyorsa, atabileceği somut adımlar var. En önemlisi, bir NATO üyesi olarak Türkiye, NATO Antlaşması'nın 4. maddesine başvurabilir:
Taraflardan herhangi birinin görüşüne göre, taraflardan herhangi birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı veya güvenliği tehdit edildiğinde, Taraflar birlikte istişarede bulunacaklardır.
Ancak Ankara, algılanan İsrail tehdidi konusunda böyle bir istişare çağrısında bulunmadı.
Boru hattı siyaseti
Azerbaycan'ın İsrail ile çok yakın siyasi ve askeri bağları bulunuyor. Aynı zamanda, Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerini “iki devlet, tek millet” olarak tanımlıyor. İki ülke arasında 15 Haziran 2021'de imzalanan Şuşa Deklarasyonu, bağımsızlıklarının, egemenliklerinin, toprak bütünlüklerinin veya ulusal güvenliklerinin tehdit altında olması halinde birbirlerini destekleme taahhütlerini de içerecek şekilde ikili ilişkiyi ittifak seviyesine yükseltti. Bu, gerektiğinde karşılıklı askeri yardım anlamına geliyor.
Dolayısıyla, Türkiye İsrail'den gerçekten askeri bir tehdit bekliyorsa, Şuşa Deklarasyonu uyarınca Bakü'den Tel Aviv ile ilişkilerini gözden geçirmesini ve diplomatik destek sağlamasını talep edebilir. Fakt yine de böyle bir talepte bulunulmadı.
İsrail, petrolünün yaklaşık yüzde 40'ını Hazar Denizi'nden Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye üzerinden Türkiye'nin Ceyhan limanına ve oradan da tankerlerle İsrail limanlarına uzanan kritik bir enerji güzergahı olan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı üzerinden alıyor.
Boru hattı öncelikle Azerbaycan'ın Azeri-Çırak-Derin Su Güneşli (ACG) sahasından petrol ve Şah Deniz sahasından kondensat taşıyor. British Petroleum (BP), ACG sahasını uluslararası petrol şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum olan Azerbaijan International Operating Company (AIOC) adına işletiyor.
BP, SOCAR, MOL, Equinor, TPAO, Eni, TotalEnergies, ITOCHU, INPEX, ExxonMobil ve ONGC Videsh'in dahil olduğu bir başka konsorsiyum ise BTC boru hattını işletmekte ve petrolü küresel olarak pazarlıyor. BP, 10 Mayıs itibariyle bu konsorsiyumun boru hattının yönetimine dahil olduğunu açıkladı.
Halihazırda boru hattı Hazar Denizi'ni Akdeniz'e bağlayan ve günde 1.2 milyon varil (bpd) taşıma kapasitesine sahip çok önemli bir güzergah.
Azerbaycan Devlet İstatistik Komitesi'nin verilerine göre BTC boru hattı üzerinden taşınan petrol hacmi 2023 yılında yüzde 1,6 artarak Ceyhan'da 313 tankere yüklenen 30,2 milyon tona ulaştı. Kazak ve Azeri petrolünün İsrail'in ham petrol arzındaki önemli payı göz önüne alındığında, BTC boru hattı bu enerji ticaretinin kolaylaştırılmasında son derece önemli bir rol oynuyor.
Yasal kısıtlamalar aşılabilir
İsrail'in Ceyhan limanından gelen petrole olan bağımlılığına rağmen, BP liderliğindeki konsorsiyumla imzalanan anlaşmalara göre Türkiye'nin mücbir sebepler dışında petrol akışını durdurma yetkisi bulunmuyor. BTC Boru Hattı Projesi'nin temelini oluşturan Ev Sahibi Hükümet Anlaşması (HGA) ve Hükümetlerarası Anlaşma (IGA), kesintisiz petrol akışını sağlama konusunda Ankara'yı yasal olarak bağlıyor.
Bu anlaşmalar, Türkiye de dahil olmak üzere imzacı ülkeleri tipik uluslararası anlaşma hukukunun ötesinde yükümlülüklere bağlayan hükümler içeriyor. Özellikle, imzacı ülkeleri, nedeni ne olursa olsun, herhangi bir inşaat veya petrol taşıma gecikmesinden kayıtsız şartsız sorumlu kılıyor. Bu durum uluslararası konsorsiyuma ulus-devletler karşısında ayrıcalıklı bir hukuki konum kazandırmakta ve üyelerinin yasama ve yargılama hakları gibi bazı egemenlik yetkilerinden feragat etmelerini gerektiriyor.
Dolayısıyla, Türkiye siyasi nedenlerle İsrail'e petrol akışını durdurmak istese bile, BTC anlaşmalarındaki katı sorumluluk maddeleri ve diğer hükümler muhtemelen yasal bir engel teşkil edecek.
Bununla birlikte, The Cradle'ın haziran ayında belirttiği üzere, konsorsiyumdan ayrılmak neredeyse imkânsız olsa da Türkiye için potansiyel bir “çıkış” İsrail'in Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kararlarını ihlal etmesini gerekçe göstermek olabilir. Bu, Türkiye'ye anlaşmaları yeniden müzakere etmek için yasal zemin sağlayacaktır. Bu olası hukuki yola rağmen, yeniden müzakere için böyle bir talepte bulunulmadı.
Türkiye'nin Filistin üzerinden İsrail ile ticareti
Türkiye'nin İsrail ile tüm ticareti durdurduğuna dair resmi iddialarına rağmen, Türk şirketlerinin ihracatlarını Filistin üzerinden kanalize ederek bu yasağı deldiği görülüyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verileri, İsrail'in malların transit geçişi üzerinde tam kontrol uyguladığı işgal altındaki Filistin topraklarına yapılan Türk ihracatında önemli bir artış olduğunu gösteriyor.
Son verilere göre, 2023 yılında 156 bin dolar olan Türkiye'nin Filistin'e çelik ihracatı, bu yıl yüzde 43 bin 500 gibi olağanüstü bir artışla 68 milyon dolara ulaştı. Benzer şekilde, Türkiye'nin Filistin'e kablo ihracatı 2023 yılında sadece 1366 dolar iken, sadece Ağustos 2024'te bu ihracat yüzde 128 binlik çarpıcı bir artışla 1,75 milyon dolara yükseldi.
Raporlar, resmi olarak işgal altındaki Filistin topraklarına yönelik olan bu ihracatın aslında İsrail'e ve özellikle de İsrail ordusuna ulaştığını gösteriyor. Denizli'deki Pamukkale Kablo Şirketi'nin İsrail ordusunun en önemli kablo tedarikçilerinden biri olduğu bildiriliyor.
Siyasi duruşa karşı pratik ilişkiler
Bu gelişmeler, Türkiye'nin İsrail'i ulusal güvenlik tehdidi olarak görmesine ilişkin soru işaretlerini artırıyor. Erdoğan hükümetinin saldırgan söylemlerine rağmen İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Büyük Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı'nda yaptığı konuşmada İsrail'in Türkiye'ye karşı düşmanca bir niyeti olmadığını söyledi ve Türkiye'ye karşı hiçbir zaman planları olmadığını teyit etti:
"Aksine, biz Türkiye halkına büyük saygı duyuyoruz, onlar da İsrail halkına büyük saygı duyuyor. Halklar arasında uzun yıllara dayanan ilişkilerimiz var ve halklar dostluk ve bir arada yaşama karşıtı tüm seslere üstün gelecektir."
Bu da her iki devletin de aksi yöndeki siyasi tutumlarına rağmen, pratikte birbirlerini varoluşsal tehdit olarak görmediklerini gösteriyor.
Kısacası, Türkiye ve İsrail arasındaki gergin siyasi söylem, iki ülkenin birbirlerini askeri tehdit olarak algıladıkları anlamına gelmiyor. İktisadi bağlar, jeopolitik gerçekler ve uluslararası anlaşmalar ikili ilişkilerde önemli bağlayıcı faktörler olarak işlev görüyor.
Erdoğan'ın beyanları, giderek artan İsrail karşıtı iç seçmenlerine yönelik mesajlar olarak değerlendirilebilir. Fakat bu söylemin uzun vadede Türkiye-İsrail ilişkilerini nasıl etkileyeceği ve bölgesel dinamikleri nasıl şekillendireceği belirsizliğini koruyor.
Şimdiye kadar Türkiye'nin işgal devletine ihracatı devam etti ve hatta İsrail'in bir yıl önce Gazze'ye yönelik acımasız askeri saldırılarını başlatmasından bu yana büyük ölçüde arttı. İki ülke arasındaki karmaşık ilişkinin sürdürülmesi her iki başkent için de öncelikli görünmekle birlikte, Türk kamuoyunun onaylamadığı bir şekilde sessizce yönetilecektir.
Çeviri: YDH