"Caca, İsrail’in Hizbullah’ı ortadan kaldırarak 'Şii siyasetinin' sona ermesini sağlayacağını, aynı şekilde Saad Hariri’nin çekilmesiyle 'Sünni siyasetinin' de zayıfladığını, böylece kendisine alan açıldığını düşünüyor."
YDH - Lübnan'da Dürzilerin temsilcisi olan İlerici Sosyalist Parti lideri Velid Canbolat'ın iddia ettiğine göre, Nasrullah’ın varlığı Lübnan’daki bazı hassasiyetlerin gözetilmesini sağlarken, onun şehadetinden sonra Hizbullah’la doğrudan diyalog kurmak "zorlaştı". El-Ahbar gazetesine mülakat veren Canbolat, Siyonist rejimin bölgedeki etkisini artırmaya çalıştığını, ancak Lübnan’ın "diğer ülkelere bağımlı bir savaş alanı haline gelmesine" karşı olduğunu söylüyor. Taif Anlaşması'na dikkat çeken Canbolat, mezhepsel siyaseti tamamen ortadan kaldırmanın imkânsız olduğunu belirtiyor.
Velid Canbolat, karamsarlığını gizlemiyor ve İran ile İsrail arasında Lübnan’da süren "açık savaştan" çıkış yolu olarak henüz bir umut ışığı göremiyor.
Canbolat, Hizbullah’ın genel sekreteri, merhum Hasan Nasrullah'ın suikasta uğramasından sonra, "Lübnan’ın koşullarına saygı duyan" bir muhatap kalmadığını ifade ediyor. Aşağıda bu söyleşinin tam metnini bulabilirsiniz:
Hâlâ savaşın uzun süreceğini mi düşünüyorsunuz?
Savaşın duracağını kim söyledi? Bir yerlerden müzakereler olduğuna dair bazı söylentiler duyuyoruz ama bu konuda ciddi bir şey işitmedim. Savaşın yakında sona ereceğine dair elimde hiçbir veri yok.
ABD seçim sonuçları yeni bir gelişme değil mi?
Ne değişti ki? Bence önemli bir şey yok.
Peki, bir çıkış yolu görüyor musunuz?
Temel ve önemli bir husus var. Hasan Nasrullah suikasta uğramadan önce, Hizbullah ile bazı Lübnanlılar arasında doğrudan bir diyalog kurma imkânı vardı. Ben, parti içindeki Koordinasyon ve İrtibat Birimi Başkanı Vefik Safa aracılığıyla Nasrullah ile dolaylı olarak iletişim kuruyordum. Nasrullah, Lübnan'ın ve güneyin durumu konusunda asgari bir anlayışa sahipti.
Fakat 27 Eylül’de, İsrailliler onu öldürdüğünde, her şey değişti. Artık yerli bir muhatap kalmadı ve Lübnan bugün İran İslam Cumhuriyeti ile İsrail arasında açık bir savaş alanına dönüşmüş durumda.
Hasan Nasrullah zamanında, bu önemli, Meclis Başkanı Nebih Berri ve Başbakan Necib Mikati deniz sınırlarını belirleme konusunda anlaşmaya varmıştı.
Daha sonra Berri, özellikle Amos Hochstein aracılığıyla, kara sınırlarının belirlenmesi ve 13 tartışmalı noktanın çözümü için çaba sarf etti.
Ayrıca hatırlatmak isterim ki, benim tavrım her zaman Şebaa Çiftlikleri ve Kefr Şuba Tepeleri’nin şu anda Suriye toprağı olduğu yönünde olmuştur; bunlar ancak Lübnan ve Suriye tarafları kabul ettiğinde iki ülke arasında çizilebilir.
Bunu söylüyorum çünkü bugün kiminle diyalog kuracağımızı bilmiyoruz ve Nasrullah'ın suikasta uğramasından sonra savaşın tamamen açık hale geldiğini düşünüyorum.
Yani Hizbullah’ta artık bir liderlik kalmadığını mı söylüyorsunuz?
Bana göre, Lübnan’ı anlayan bir muhatap artık yok. Bugün, Hizbullah’ın medya ilişkileri sorumlusu Muhammed Afif, müzakerelerden haberdar olmadıklarını söyledi.
Ben bunu söyleyebilirim, zira müzakerelerden uzaktayım, fakat o Hizbullah adına konuşuyor. Bence en iyisi, doğrudan İran İslam Cumhuriyeti ile diyaloğa geçmek. Bu arada, yaklaşık üç hafta önce İran İslam Cumhuriyeti’nden bir yetkili benimle görüşmek istedi ama reddettim.
Neden?
İran İslam Cumhuriyeti, Lübnan’ı ABD ve İsrail ile vekalet savaşlarının ya da çatışmaların yaşandığı bir açık saha olarak gördüğü sürece buna hazır değilim. Filistinlilerden başlayarak, Suriye yönetimi dönemine kadar süregelen vekalet savaşlarından artık bıktık.
Hizbullah bugün iç yapılanmasını yeniden düzenliyor ve diğer partilerle, gruplarla iletişim kurmaya başladı. Sizinle bir temas oldu mu?
Yalnızca mülteci meselesi konusunda Demokratik Buluşma’nın milletvekilleri ile milletvekilleri Hasan Fazlullah ve Emin Şeri arasında bir iletişim var. Ancak genel siyasi meselelerde herhangi bir temas yok.
İran’ı sorumlu tutuyorsunuz ama saldırıların boyutuna ve Netanyahu’nun açıklamalarına bakarsak, bu savaşın amacının bölgenin çehresini değiştirmek olduğunu, yani bunun İsrail’in önceden planlanmış bir projesi olduğunu söyleyemez miyiz?
İsrail konusundaki fikrim değişmedi; İsraillilerin bugün Gazze, Batı Şeria ve Ürdün Vadisi’ndeki Filistinlilere karşı uyguladığı Tevratçı yaklaşımlar hâlâ geçerli.
İsrail’de Ben-Gurion’dan bu yana, Batı Şeria’daki Filistin gerçekliğini ya da Filistin kimliğini tanıyan kimse olmadı. Bazı Araplar, örneğin Yaser Arafat, İzak Rabin’i barış adamı sanmıştı.
Fakat Rabin’in istediği şey Filistinlilerle değil, Suriye ile bir anlaşma yapmaktı. Siyonist söylemde, Filistin’de ya da Batı Şeria’da "Filistin" diye bir şey yok.
Bazılarımız,ya cehalet nedeniyle ya da Camp David Anlaşması’nın sonucunda, iki devletli çözümü kabul etti. Fakat biri çıkıp da bize, bugün Filistin Devleti’nin nerede kurulacağını söyleyebilir mi? Siyonist söylemde bu yok.
Biz kabul etmesek bile, Batı Şeria’da yaklaşık 600 bin yerleşimci var. Hangi uluslararası ya da Amerikan yönetimi bu yerleşimcileri çıkarabilir?
Bu emelleri dikkate alırsak, direniş dışında başka seçenekler var mı?
Lübnan’ın iradesine en azından asgari bir saygı gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Belki Lübnan’ın yarısını temsil eden bazı Lübnanlılar, güneyde uluslararası kararların uygulanması, ordunun güneyde konuşlandırılması ve Lübnan’ın tekrar bir açık savaş alanı olarak kullanılmasına karşı. Benim görüşüm farklı olabilir.
Ben, Meclis Başkanı Berri’nin sınırların belirlenmesi konusunda attığı adımları destekliyorum. Burada hatırlatmak isterim ki, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te gerçekleştirdiği operasyondan sonra, Nasrullah ilk konuşmasında farklı bir tavır sergilemişti ve konuşmasından, Hamas’ın operasyonundan haberdar olmadığını anladım.
İkinci konuşmasında ise bu farklı tavır ortadan kalktı ve Lübnan (Gazze ile birlikte) tek bir savaş alanına dönüştü. Benim cevabım, açık demeçlerim ve Vefik Safa aracılığıyla gönderdiğim mesajlarla oldu: Bizi savaşa sürüklememeye çalışın.
Peki, Hizbullah geçen yıl boyunca çatışma kurallarına saygı göstermedi mi?
Doğru ama Lübnan’ın hassasiyetlerine biraz da olsa saygı göstererek çatışma kurallarını koruyabilecek bir kişi vardı. İsrailliler onu öldürdü ve her şey altüst oldu.
Artık oyunun kurallarını kontrol edebilecek kimse yok; savaş tamamen serbest hale geldi. Diyalog kurabileceğimiz birini kaybettik ve artık çatışma kararı tamamen Lübnan'da alınmıyor.
Savaşın Suriye, Irak ve İran’a da yayılabileceğini düşünüyor musunuz?
Bence Netanyahu, ABD’yi İran ile bir savaşa sürüklemek istiyor. Bilmiyorum. Ayrıca bizim de açık bir savaş alanı olarak kalmamızı istemiyoruz.
İran'ın bazı Iraklı örgütleri ya da Yemen'i İsrail ile savaşında kullanmasına karşıyım. Lübnan’da, açık bir cepheye karşıyım; sınırların çizilmesini, ateşkesin sağlamlaştırılmasını ve güçlendirilmiş bir ordunun güneye gönderilmesini destekliyorum. Savunma Bakanı (Moris Selim)’in, orduda en azından bir miktar asker alınmasına karşı çıkması ise bana tamamen anlamsız geliyor.
ABD ve Avrupa’nın bu savaştaki rolü nedir?
ABD’ye gelince; uluslararası kararların uygulanmasını desteklediğini söylüyor. Ateşkesi sağlayabilir mi, uluslararası güçlere saldırıları durdurabilir mi, orduyu ciddi bir şekilde silahlandırabilir mi?
Tabii ki, İsrail’in sahip olduğu silahlara denk bir şey kastetmiyorum, zira Arap dünyasında bu kapasitede silah sahibi kimse yok.
Ama en azından minimum düzeyde bir silahlanma olmalı ki Litani Nehri’nin güneyinde toprakları kontrol edebilecek bir gücümüz olsun, uluslararası güçlere destek verelim ve ateşkes anlaşmasını geliştirilmiş bir şekilde sürdürelim.
Zira bugünle 1949 yılı arasında büyük bir fark var. Avrupa’ya gelince, Fransa’nın durumu dışında diğer ülkeler İsrail’e tamamen destek veriyor. İrlandalılar, İspanyollar ve Belçikalılar gibi Filistin davasını destekleyenler dışında Avrupa'da farklı bir tutum söz konusu değil.
Hochstein Lübnan'ı ziyaret edecek mi ve ondan ne gibi bir beklenti var?
Bilmiyorum. Onunla sadece bir kez görüştüm. İşi Meclis Başkanı Berri ile; ona büyük bir güven duyuyorum ve bazı direniş örgütlerinden onun rolünü görmezden gelenleri eleştiriyorum.
Başbakan Mikati’nin rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Mükemmel.
Ateşkes sağlanmadan önce mi, sonra mı cumhurbaşkanının seçilmesini destekliyorsunuz?
Öncelik ateşkesin tesis edilmesinde. Ancak bu, yürütme erkinin tamamlanması ve Lübnan adına müzakere edebilmesi için bir cumhurbaşkanının gerekliliğini ortadan kaldırmıyor. Bugün vekaleten müzakere ediyoruz ve bazıları uzaktan gereksiz yorumlar yapıyor.
Samir Caca, Şii milletvekilleri olmadan bir cumhurbaşkanının seçilmesinde bir sakınca olmadığını düşünüyor.
Bu konuda onunla aynı fikirde değilim ve bu konuyu konuşmak üzere kendisiyle görüşmeye hazırım.
Bu konuda neyi konuşacaksınız?
Bu önemli bir anayasal ve siyasi konu, sayı meselesi değil.
Bu tür çağrılardan dolayı Taif Anlaşması’nın tehlikeye girmesinden endişe ediyor musunuz?
Kimse Taif Anlaşması’nı yeniden gündeme getirmiyor.
Caca, İsrail’in Hizbullah’ı ortadan kaldırarak "Şii siyasetinin" sona ermesini sağlayacağını, aynı şekilde Saad Hariri’nin çekilmesiyle "Sünni siyasetinin" de zayıfladığını, böylece kendisine alan açıldığını düşünüyor. Eğer Taif Anlaşması konusunda bazı görüşleri varsa, bunu konuşmak üzere kendisiyle görüşmeye hazırım.
Hiç kimse herhangi bir mezhebi ya da unsuru tamamen devre dışı bırakamaz. Hizbullah’a gelince, parti hâlâ varlığını sürdürüyor ama kiminle diyalog kuracağımızı bilmek istiyoruz. Sahada muhatap alınacak biri var mı, yoksa doğrudan İran’a mı yönelmeliyiz?
Bir iç savaş ihtimalinden endişe ediyor musunuz?
Hayır, endişelenmiyorum. Ama herkesin bir araya gelip bu korkulardan kurtulması, ordunun, iç güvenliğin ve güvenlik birimlerinin güçlendirilmesi konusunda uzlaşması gerekiyor. Aynı zamanda, her iki tarafta da iç savaş hakkında medyada konuşan bazı önemli şahsiyetlere karşı çıkmalıyız.
Ordu komutanının görev süresinin uzatılmasından yana mısınız?
Ordunun Komutanı etrafında neden bu kadar gürültü koparıldığını anlamıyorum. Ülkeye hizmet etti ve orduyu en iyi şekilde yönetti. İç çekişmeler dışında neden karşı çıkılıyor ki?
Yani komutanın performansından memnunsunuz?
Kesinlikle. Ordunun ve şehit veren askerlerin performansından memnunum. Savaş sırasında orduyu eleştirecek değiliz, bu akıl dışı olur!
Bu övgünüz, onun cumhurbaşkanlığına aday olması konusunda da geçerli mi?
Cumhurbaşkanlığı meselesi, Meclis Başkanı Berri’nin diyalog masasına kalmış bir konu. Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda herhangi bir isim belirtmeyeceğim. Bu karar Demokratik Buluşma’ya bağlı.
Genelkurmay Başkanının atanması kesinleşecek mi?
Bunu talep ettim, fakat Savunma Bakanı karşı çıkıyor. Ancak yine de ordu komutanının atanması kaçınılmaz, zira bu makamın dolu olması, ordu Komutanına daha fazla hareket özgürlüğü sağlayacaktır.
Çeviri: YDH