"İran ve müttefikleri açısından mevcut gerçeklik, sahada güçlü bir varlık göstermeye devam etmeyi zorunlu kılıyor."
YDH - İsrail Başbakanı Netanyahu, Trump döneminde ABD’nin dış politikasında etkili olacak “Siyonist rüya takımını" dört gözle bekliyor. Bu ekip, İsrail’in Batı Şeria’yı ilhakını ve Filistin meselesinin tamamen tasfiye edilmesini hedefleyen bir strateji izliyor. Trump yönetimi, İsrail’i bölgede Batı’nın çıkarlarını koruyan bir güç olarak yeniden konumlandırmayı amaçlarken, aynı zamanda İran’a yönelik iktisadi ve askeri baskıyı artırmayı planlıyor. El-Ahbar yazarı Bedir el-İbrahim'e göre ABD’nin İsrail’i desteklemesi, rejimin bölgesel caydırıcılık ve güvenlik üstünlüğünü sürdürebilmesine bağlı. Aynı zamanda İsrail, Trump’ın ekibinin yardımıyla “Yüzyılın Anlaşması” gibi planları yeniden gündeme getirme fırsatını değerlendiriyor. El-İbrahim, İsrail ve ABD’nin, Filistin direnişini ve İran’ın bölgesel etkisini kırmayı hedefleyen bir strateji izlediği, bu süreçte “böl ve yönet” politikalarının yeniden devreye sokulduğunu ve bölgesel normalleşme adımlarıyla Siyonist rejimin hegemonyasının güçlendirilmeye çalışıldığın ifade ediyor.
Netanyahu, Trump döneminde Amerikan dış politikasını yönetecek "Siyonist rüya takımının" kurulmasını kutlayabilir.
Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Savunma Bakanı Pete Hegseth gibi isimler, aşırı sağcı Siyonizm'i güçlü bir şekilde destekliyor.
Bu isimlere, İsrail’in sınırlarının "Yahudiye ve Samiriye’yi" (Batı Şeria) kapsadığını savunan yeni ABD Büyükelçisi Mike Huckabee de ekleniyor.
Bu ekip, aynı zamanda İran’a karşı sert bir tavır sergileyen şahsiyetlerden oluşuyor ki bu, Netanyahu’nun İsrail’i çevreleyen İran "ateş çemberini" kırmak, İran’ı geri çekilmeye zorlamak ve nihayetinde rejimini devirmek adına tam da ihtiyaç duyduğu şey.
Bu süreçte, İsrail’in bölgedeki caydırıcılığını ve üstünlüğünü yeniden kazanabileceğini göstermesi bekleniyor.
Bununla birlikte, yeni başkanın bölgedeki savaşın devamını desteklemeye veya İran’a karşı Netanyahu lehine bir savaş başlatmaya hevesli olmadığı yönünde spekülasyonlar da var.
Trump, dış politika yönetiminde neocon (yeni muhafazakâr) şahinlere ve aşırı muhafazakâr Evanjelistlere yer vererek İran ve Çin üzerindeki baskıyı artırmayı hedefliyor.
Fakat nihai amacı, bir iş adamı olarak gurur duyduğu başarılı anlaşmalar mantığına uygun bir şekilde, mümkün olan en iyi anlaşmaya ulaşmak.
Eğer Trump’ın gerek bölgesel savaş gerekse İran’ın nükleer meselesiyle ilgili olarak bir "anlaşma" peşinde olduğunu varsayarsak, bu hedefe ulaşmak için birkaç araç kullandığı söylenebilir: Savaş gerçeği ve İsrail'in askeri operasyonlarını avantaj olarak kullanmak, İran’a yönelik ekonomik baskıyı artırmak gibi.
Washington’daki "Siyonist rüya takımının" Netanyahu’ya verdiği destek, temel olarak İsrail’in Batı’nın bölgedeki çıkarlarını güvenle koruyan bir bekçi olarak yeniden konumlandırılmasını sağlamaya yönelik.
Bu, esasen Biden döneminde başlatılan sürecin devamı. Bu da ABD’nin İsrail’in soykırım politikalarına verdiği desteğin temelde değişmeyeceğini gösteriyor.
Ancak bu destek, belirli koşullara bağlı: Netanyahu’nun, İsrail’in Batı için taşıdığı rolü başarıyla yerine getirebilmesi ve bölgedeki Amerikan yükünü azaltması gerekiyor. Aksi takdirde, ABD için bir yük haline gelmesi kabul edilemez.
İşte Netanyahu, Gazze, Lübnan ve diğer cephelerde düşük yoğunluklu ateşle bu meydan okumayı sürdürüyor.
İsrail’deki iktidardaki sağcı blokun önceliği, Trump ekibinin yardımıyla gerçekleştirmek istediği hedef, Filistin meselesini tamamen tasfiye etmek ve İsrail’in güvenliği üzerinde stratejik bir tehdit oluşturan bu meselenin varlığını ortadan kaldırıyor.
Bu hedef, öncelikle Gazze ve Batı Şeria’da bir Filistin devleti kurulma ihtimalini (hatta Ramallah’taki Filistin Yönetimi’ne benzer sınırlı bir devlet biçimini bile) tamamen ortadan kaldırmayı gerektiriyor.
Bu bağlamda Trump'ın ekibi, ABD'nin Netanyahu için Batı Şeria’nın ilhakına yönelik bir onayı anlamına gelen "Yüzyılın Anlaşması" planını yeniden canlandırma yönünde bir fırsat sunuyor.
Siyonist liderler, Gazze’de Hamas yönetimini ortadan kaldırmaya çalışırken, esas odakları Batı Şeria’da.
Burada, direniş ceplerine darbeler indirerek ve Filistinlileri yerleşimci ordularının iradesine boyun eğdirmeye çalışarak süregelen bir mücadele yürütüyorlar.
İkinci olarak, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki hedeflerine ulaşabilmesi için, Filistinliler ile çevrelerindeki destekçileri arasında irtibatın koparılması gerekiyor.
Özellikle devam eden savaşta onlara askeri destek sağlayan unsurların izole edilmesi, ardından bölgesel normalleşme adımlarının atılması hedefleniyor.
Netanyahu, açıkça "cephelerin birliğini" bozmanın ve Gazze’yi destekleyen cephelerden, özellikle de Lübnan cephesinden ayırmanın stratejik önemini vurguladı.
İsrail açısından iki cephede aynı anda savaşmak oldukça zorlu bir senaryo. İsrail, Gazze cephesindeki çatışmaları düşük yoğunluklu olarak değerlendirse de Cibaliya'da İsrail askerlerinin yıpratılması devam ederken, güney Lübnan’daki güçleri şiddetli direnişle karşılaştı ve bu esnada Kuzey Filistin ile İsrail’in derinliklerine dönük füze saldırıları sürdü.
İsrailliler şu anda bu iki cepheyi birbirinden ayırarak, Lübnan cephesinde bir anlaşmaya varmayı ve böylece tüm dikkatlerini Gazze’deki hedeflerini tamamlamaya yöneltmeyi amaçlıyor.
Bu, esasen destek cephelerinin açıldığı ilk günden bu yana hem ABD’nin hem de İsrail’in ortak bir arzusu oldu.
Fakat Amerikalı arabulucunun (ki bu arabulucu aynı zamanda saldırının sponsoru konumunda) 1701 sayılı BM Kararı kapsamında bir anlaşma teklif etmesi, İsrail’in bu anlaşmaya sadık kalacağı anlamına gelmiyor.
İsrail, Suriye’de olduğu gibi, tehdit olarak gördüğü her unsuru istediği zaman vurmasına izin veren Amerikan garantileri alacak.
Bu tür bir garanti yazılı bir anlaşmada yer almasa bile, ABD’nin İsrail’in "kendini savunma hakkını" desteklemesi beklendiğinden, İsrail’in eylemleri karşısında herhangi bir itiraz gelmeyecektir.
Aynı zamanda, İsrail, Hizbullah’ın bir ateşkes anlaşmasıyla eli kolu bağlanmış durumda, özellikle Lübnan halkı önünde, büyük bir karşılık vermeyeceğini hesap ediyor.
Cephelerin ayrılmasını kabul etmenin beklenen sonuçları, sadece Filistinlilerin İsrail ve Amerikan sağının planları karşısındaki acısını artırmakla kalmayacak, aynı zamanda bu cephelerin kendi pozisyonlarını da zayıflatacaktır.
Bu durum, onları sürekli bir kuşatma ve zaman zaman gelen saldırılar karşısında savunmasız bırakacaktır.
Zira İsrail, sınırlarında stratejik tehditlerle –ister Gazze ister Lübnan gibi cephelerde olsun, hatta Yemen cephesi gibi daha uzak tehditlerle– yaşamayı kabul etmeyecektir.
İsrail, bölgesel bir hegemon güç olarak kendisini kabul ettirme çabasından vazgeçmeyecek ve bu çabayı Trump ve ekibine, İsrail’i desteklemenin ve ona güvenmenin önemini göstermek için kullanacaktır.
Bu hedefin ilk adımı, klasik sömürgecilik ilkelerinden biri olan "böl ve yönet" politikasını yeniden devreye sokmaktır.
Bölgedeki çatışma tarihine bakıldığında, Arap cephelerinin "milli kurtuluş" girişimlerinin akıbeti bu politikanın ne kadar etkili olduğunu gözler önüne seriyor.
İran ve müttefikleri açısından mevcut gerçeklik, sahada güçlü bir varlık göstermeye devam etmeyi zorunlu kılıyor.
Bu, Trump’a tüm tarafları tatmin eden bir anlaşmaya ihtiyaç duyulduğuna dair net bir mesaj göndermek anlamına geliyor.
Bölgede "Yüzyılın Anlaşması" fırtınalarından kaçınmanın tek yolu bu gibi görünüyor.
Zira taleplerden taviz vererek uygun bir çözüm bulmak mümkün değil; İsrail ve Amerika'nın hırsları sürekli büyüyor.
Yeni bir nükleer anlaşma umudu ise oldukça uzak bir ihtimal. ABD, Batı Asya’da İran’ı zayıflatmak ve bölgesel hâkimiyetini pekiştirmek için bir fırsat yakaladığına inanıyor.
Bundan sonra, Doğu Asya’ya sessiz bir geçiş yaparak Çin’le yüzleşmeye hazırlanmayı hedefliyor.
Çeviri: YDH