"Bizim için nihai karar ne Lahey’de ne Washington’da alınacak. Karar, mücadele meydanlarında; çadırlarda, Marun er-Ras’ta, Şam’da ve Kudüs yolunda verilecek."
YDH - 2008 küresel mali krizi sırasında, Barack Obama liderliğinde ABD, "batamayacak kadar büyük" bahanesiyle bankacılık sistemini kurtarırken, milyarlarca dolar harcadı ve milyonlarca insanın mağduriyetine neden oldu. Bu süreç, Batı hegemonyasının, kapitalist sistemin çıkarlarını korumak adına bireylerin haklarını ve yaşamlarını göz ardı ettiğini gösterdi. Günümüzde bu hegemonyanın İsrail'e verdiği sınırsız destek, Filistin ve diğer halklara karşı işlenen suçlarda kendini gösteriyor. İsrail'e yapılan askeri yardımlar, medya propagandası ve muhalefeti bastırma çabaları, Batı'nın ikiyüzlü tutumunu gözler önüne seriyor. El-Ahbar yazarı Cemal Gosn'un değerlendirmesi.
2008 yılında, küresel sermaye piyasalarının kriziyle birlikte, dönemin başkanı Barack “Değişim” Obama liderliğinde kapitalist küresel hegemonya sistemi, “batamayacak kadar büyük” (too big to fail) bahanesiyle emperyalist bankacılık sistemini kurtarmak için harekete geçti.
Sistem savunucuları, bankacılık sektörünün çöküşünün küresel iktisadi düzen üzerinde feci etkileri olacağı ve bunun yüz milyarlarca dolarlık destekle önlenmesi gerektiğini öne sürdüler.
Ancak bu kurtarma, aşırı açgözlülükleriyle krizi yaratan bankaları kurtarırken, milyonlarca insanın evlerini kaybetmesine yol açtı.
MIT’den Deborah Lucas’ın çalışmasına göre, Obama’nın kurtarma paketinin gerçek maliyeti 500 milyar dolar olarak tahmin ediliyor.
O dönemde sistem, vatandaşı otuz yıl boyunca gelirini ipotek altına koymaya ve ödeme kapasitesini aşan borçlanmalara ikna etti; böylece bir gün kendi evi olabileceği hayaliyle yaşamaya mecbur bıraktı. Fakat sonuçta bu vatandaş, bankacılık sektörünün başarısızlığının kurbanı oldu.
Bugün, Batı hegemonyası sadece insanları evlerinden atmakla suçlanmıyor; şimdi kendi tanımlamalarına göre, insanlığa karşı işlenebilecek en ağır suçların içinde yer alıyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Roma Statüsü, soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarını tanımlıyor; bu tanımlar, İsrail'in mevcut saldırılarında olduğu gibi, pek çok Batılı ülkenin de uygulamalarına uyuyor.
Ancak bu yasalar ve sınıflandırmalar, hiçbir zaman hegemon güçleri hedef almadı. Bu sistemde de bazı sektörler veya sömürgeci projeler “batamayacak kadar büyük” olarak görülüyor. İşte bu, “İsrail” için geçerli bir durum.
Batı hükümetlerinin eylemleri ve söylemleri, İsrail’e olan açık desteği gözler önüne seriyor. Batı, İsrail projesinin yenilgisine izin veremeyeceğini, zira böyle bir yenilginin gezegenin dört bir yanında, hegemonya iddiaları üzerinde telafisi imkânsız bir darbe olacağını düşünüyor.
Bu yaklaşım, savaş alanında çeşitli şekillerde somutlaştı. Suç işleyenlere silah desteği hiç kesilmedi, bilakis Filistin ve ardından Lübnan halkı üzerine atılan bombalarda oluşan eksikleri telafi etmek için pek çok ülkeden İsrail'e hava köprüleriyle mühimmat sevkiyatı artırıldı.
Büyük medya kuruluşları, İsrail askeri sansürüne başvurmaya bile gerek duymadan Siyonist propagandayı yaymak için seferber oldu.
Londra, Paris, Berlin, Washington ve New York’taki (ve bunlara bağlı Abu Dabi ile Riyad’daki) haber merkezleri, İsraillileri kurbanlarının kanından aklamak konusunda İsrail’in kendisinden bile daha istekli davrandı.
Bu ülkelerin hükümetleri ise, soykırıma karşı sesini yükselten kendi halklarını bastırmada çeşitli yöntemler kullandı.
Bu yöntemler, Filistin’le dayanışma içeren tek bir kelimenin bile kişinin geçim kaynağını tehlikeye atabileceği tehditlerinden, doğrudan polis şiddetine kadar uzandı. Polis şiddeti, hak için ayağa kalkanların bedenlerinde izler bırakmayı da ihmal etmedi.
Bu nedenle, "şımartılmış çocukları" İsrail’in, halkımıza karşı işlediği suçlarda açıkça sergiledikleri ikiyüzlülük, basitçe göz ardı edilemez.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, suçlular Netanyahu ve Gallant hakkında yakalama kararları yayımlamasının ardından, pek çok hükümet ve yetkili, bir zamanlar kendi halklarına karşı kullanılmayacağını varsaydıkları yasaları desteklediklerini açıklamak için acele etti.
Fakat bu acelecilik, bir yandan Netanyahu ve eski savunma bakanına karşı bireysel suçlama getirme çabası olarak görülürken, diğer yandan şu amaçları taşıyor:
İsrail’i bir devlet olarak soykırım suçlarından aklamak. İsrail’in kuruluşundan beri temel işlevi zaten bu tür suçlardır.
Ortakların kendilerini aklama çabası. Macron, Trudeau ve diğerleri, Netanyahu ve Galant gibi, çocuklarımızın kanına bulanmış ellerini gizlemeye çalışıyor.
Sadece Washington, yani Joe Biden yönetimi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü’nü hiç benimsemediği için, mahkeme kararını reddederek kendi suçlularının yanında durdu.
Washington, “iyi askeri” Netanyahu’yu kurban etmeyeceğini açıkça ifade etti ve dolaylı olarak bizim halkımıza karşı işlenen suçlara ortak olduğunu kabul etti.
Beyaz Saray, böyle bir örnek oluşturmanın kabul edilemez olduğunu düşünüyor ve "evrenin adaletinde son sözün kendilerine ait olduğunu" ima ediyor.
Washington, kibirli tavrıyla bizden bir aklanma talep etme gereği bile duymuyor. Zira biz, onu geçmişte suçlarından aklamadık sadece; onu bir arabulucu olarak da kabul ettik.
Ancak bizim için nihai karar ne Lahey’de ne Washington’da alınacak. Karar, mücadele meydanlarında; çadırlarda, Marun er-Ras’ta, Şam’da ve Kudüs yolunda verilecek.
Çeviri: YDH