HTŞ, Suriye'nin AKP'si mi olacak?

img
HTŞ, Suriye'nin AKP'si mi olacak? YDH

"Buraya kadar anlattıklarımız bizi merkezi soruya geri döndürüyor: Türkiye'deki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Suriye versiyonu ile mi karşı karşıyayız?"




YDH - Selefi İslamcı bir geçmişten gelen Ebu Muhammed el-Colani (ya da son dönemdeki yeni adıyla Ahmed eş-Şaraa), son on yılda fikirlerinde değişimler olduğunu öne sürüyor. Ancak bu değişimin boyutu ve gerçekliği şüpheli. Eş-Şaraa, Suriye’nin istikrarı için düşmanlık yerine dostane ilişkiler kurmayı vurgularken, İsrail ile doğrudan ilişki kurmayı reddetti, ancak ülkesinde İsrail karşıtı unsurları dışarıda tutmayı tercih etti. Batı ile gerçekçi ilişkiler kurma niyetini dile getirirken yaptırımların kaldırılmasını istiyor ve Suriye’nin kimse için tehdit oluşturmayacağına dair mesajlar veriyor. Ayrıca, demokratik bir anayasa ve yeni yasalar vadetmekte, ancak şeriat uygulamaları konusunda net bir tavır sergilemiyor. El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin'e göre eş-Şaraa’nın asıl önceliği, Suriye’nin askeri ve güvenlik kurumlarının yapılandırılması gibi kritik meseleler. Silahların devlet kontrolüne alınması ve farklı grupların silahsızlandırılması çabaları, bu bağlamda öne çıkıyor. Fakat, bu hedeflere ulaşmanın kolay olmayacağı ve uluslararası iş birliğine ihtiyaç duyacağı aşikâr.

Heyet Tahrir eş-Şam lideri Ahmed eş-Şaraa'nın siyasi konumlanışlarını anlama konusundaki kafa karışıklığı, onun dile getirdiği konuların anlaşılmaz olmasından değil. Asıl mesele, onun İslami cihadist siyaset dünyasından gelmiş olması ve bu dünyanın kendine özgü düşünce kuralları ile fıkhının, bugün söylediği pek çok şeyi yapmasını engellemesi gerektiği varsayımında yatıyor.

Bu noktada asıl soru, son on yıl içinde zihniyetinde meydana gelen değişimin gerçekliği ve boyutu oluyor. Rakipleri ise onun "önce tahkim" ilkesine bağlı kaldığını iddia ediyor.

Siyaset bilimciler, özellikle İslami kökenli olan Suriye muhalefet güçlerinin, Türk etkisine en yakın aktörler olduğunu düşünse de Irak, Şam ve Kuzey Afrika’da yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin tamamen farklı hesaplarla hareket ettiğini ortaya koydu. Tıpkı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi.

Erdoğan, halifelik düzenini yeniden canlandırma arzusunu gizlemese de bunun düşünüldüğü kadar kolay olmadığını gördü ve her ne kadar her namazdan sonra Atatürk’ü lânetlediği söylense de hâlâ onun portresinin altında oturmayı sürdürüyor.

Fakat Suriye’de yaşananları anlamak için aynı analiz yöntemine başvurmak her zaman işe yaramıyor. Bu ülkenin sorunlarını analiz ederken, dış müdahalelerin boyutlarını göz önünde bulundurup, Suriye’yi yeni bir yönetim altında birleştirmenin neredeyse imkânsız bir görev olduğunu düşünebiliriz. Ancak, bu durum gerçekten kaçınılmaz mı?

Ahmed eş-Şaraa örneğinde, sadece medyada söylediklerine dayanarak bir değerlendirme yapmak mantıklı olmayabilir. Zira bugüne kadar Suriye halkıyla doğrudan konuşmuş değil. Onun tüm açıklamaları ve mülakatları, esasen dış dünyaya hitap etmeyi amaçlıyor. Öncelikli olarak Batı’ya, ardından Körfez ülkelerine, sonra İsrail’e ve nihayet komşu ülkelere. İran, Rusya ve hatta Irak gibi savaştığı ülkeler dahil olmak üzere, Suriye’de etkin olan diğer tarafları da unutmadan...

Eş-Şaraa'nın şu ana kadar söylediği her şey, kendisinin geçmişte bilinen kişi olmadığını vurgulamak üzerine kurulu. Bu noktada, Suriye devriminin Beşşar el-Esed'in düşüşüyle sona erdiğini açıkça belirtti. Batı’ya hitap ederken oldukça netti ve dünya ile iyi ilişkiler kurma arzusunu dile getirdi.

Ancak, dünyanın kendisine inanmasını beklemeyeceğini defalarca ifade etti. Şu anda önceliğinin Suriye halkıyla işleri düzene koymak olduğunu söylüyor. Buna rağmen, yeni yönetimle uyum içinde olduğu anlaşılan bir dizi temel ilkeyi de belirtti:

Birincisi, Suriye’nin kimseyle düşmanlık edecek bir konumda olmadığını ve içsel zorlukların, herkesle dostane ilişkiler kurmayı zorunlu kıldığını ifade ediyor. Bu yaklaşım, ülkenin istikrarını sağlamak ve yeniden inşa süreci için dostane bir ortam oluşturmak adına önemli.

İkincisi, Suriye’nin İsrail’i bir devlet olarak tanıdığını ama şu anda onunla bir ilişki kurma zamanının gelmediğini söylüyor. Yine de Suriye ile İsrail arasında geçmişte yapılan anlaşmalardan bahsediyor ve sınır ilişkilerinin Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenmesi gerektiğini belirtiyor. Ayrıca, yeni Suriye’nin İsrail’le savaşmayı düşünmediğini, İsrail’i rahatsız eden aktörlerin –özellikle İran ve Hizbullah– Suriye’den çıkarıldığını açıkça ifade ediyor. Filistinlilerden ise silahlarını teslim etmelerini istemiş durumda.

Üçüncüsü, eş-Şaraa, Gazze'deki olaylarla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmadı, Lübnan'a yönelik saldırıya değinmedi, Hamas hareketinden veya Filistin direnişinden bahsetmedi. Ne Filistin'de ne de başka bir yerde İsrail'e karşı direnenlerin yanında yer aldığını da açıklamadı. Rejimin düşüşünden önce sıkça tekrarladığı Kudüs ve Mescid-i Aksa ile ilgili söylemleri tamamen ortadan kayboldu. Suriyeli hiç kimsenin kendisini bu konuda hesaba çekmeyeceğini düşünen biri gibi davranıyor; direniş güçlerinin kendisine herhangi bir sitemde bulunmadığı da ayrıca belirtilmeli.

Dördüncüsü, eş-Şaraa açıkça Batı ile gerçekçi bir ilişki kurmak istediğini belirtti. Batı'dan kendisine ve Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılmasını talep ediyor ve Batılı ülkelerin bireysel haklar ve azınlıklar konusundaki genel söylemlerini (ki kendisi Batılı hükümetlerin bu konulara gerçekten önem verdiğine inanmıyor) dikkate almaya hazır olduğunu söylüyor.

Yeni Suriye'nin dünyada kimse için rahatsızlık kaynağı olmayacağını belirtti; devrim ihracı olmayacak, Batı'nın gördüğü şekliyle teröre ev sahipliği yapılmayacak ve İsrail düşmanlarına sığınak olmayacak. Bunların ötesinde, sosyalist sistemi ve önceki rejim döneminde var olan kısıtlamaları (teorik olsa bile) kaldırdığını açıkladı ve (hükümetindeki yetkililerle kapalı kapılar ardında yapılan toplantılara dair bilgilere göre) özelleştirme sürecine dahil olsa bile yabancı yatırımlara kapıyı açmaya hazır olduğunu duyurdu.

Beşincisi, eş-Şaraa dünyaya, Suriye halkının temsilcilerini seçebilmesi için mekanizmalar oluşturacağına dair söz verdi. Yeni bir anayasa ve yeni yasalardan genel hatlarıyla bahsetti. İslam şeriatı kuralları meselesini belirsiz bıraktı; bu, Batı'yı kızdırmamak için değil, "Türk formülünün" kendisine İslami bir partiye liderlik etme ve sivil bir devleti yönetme imkânı sağlaması nedeniyle. Bu formül, kendilerini bu kurallara uymak zorunda hissetmeyenleri rahatsız etmeden, "İslami metnin ruhuna dayanan yasal düzenlemeleri" geçirmesine olanak tanıyacak yasal çözümler üretmesini sağlayabilir.

Buraya kadar anlattıklarımız bizi merkezi soruya geri döndürüyor: Türkiye'deki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Suriye versiyonu ile mi karşı karşıyayız?

Kesin olan şu ki, eş-Şaraa'nın önünde bugün merkezi bir yükümlülük bulunuyor. Burada söz konusu olan, Ulusal Diyalog Komitesi'nin nasıl oluşturulacağı ya da Suriyeli muhalefetin çeşitli kesimlerinin yönetim kurumlarında temsil edilmesine olanak tanıyacak uzlaşmaların niteliği değil. Suriye gibi bir ülkede uzun ömürlü olması istenen herhangi bir proje için merkezi bir görevden (Suriye'nin askeri ve güvenlik kurumlarının yapılandırılması) bahsediyoruz.

"Silahın devlet tekeline alınması" sloganını eş-Şaraa, daha önce İdlib'deki HTŞ kontrolündeki bölgelerde zorla uygulamıştı. "Cihat tüfeğinin birleştirilmesi" mücadelesini verirken otoritesi dışında kalmaya çalışan herkesi devirdi. Bugün de aynısını gerçekleştirmek istiyor. Bu nedenle, sadece Türkiye ve Katar sınırlarında durmayan, dış iş birliğine ihtiyaç duyuyor. Özellikle, bir yandan "Kürt meselesini" ele almasına olanak tanıyacak, diğer yandan İsrail'in Dürzileri özerk yönetim kurmaya veya talep etmeye kışkırtmasını engelleyecek temel bir Amerikan iş birliğine ihtiyaç duyuyor.

Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile çatışmaya girmek istemiyor. Bu ülkeler gerek Suriye'nin güneyinde gerek bazı çöl bölgelerinde veya kuzeydoğuda, ayrıca Irak sınırına yakın aşiretler arasında destekledikleri grupları teşvik edebilir. Bu gruplar çok sayıda olsa da eş-Şaraa, bunların kendisine karşı birleşebileceklerine inanmıyor. Yine de gerekirse gönüllü olarak veya zorla silah bırakmaya zorlayabilecek askeri bir güç çekirdeği oluşturmak için "HTŞ" ve "Milli Ordu" milislerini ilgilendiren başlangıç noktasından işe başlayacak.

Tüm bunlar, olayların gidişatını tahmin etmeyi zorlaştırıyor. Fakat çatışmanın kaçınılmaz olduğunu peşinen kabul etmek akıllıca olmayabilir. Zira bu varsayım üzerine kurulu politikalar, Suriye sahnesini şu anki durumundan daha karmaşık hale getirebilir. Eş-Şaraa'yı sevenler ya da sevmeyenler şunu kabul etmeli: Bugün Suriyeli çoğunluk, onun tarafsızlık fikrinin ve kimsenin olduğundan daha uzun yaşatamayacağı bazı iktidar yapıları dışında pek bir şey kalmayan bir ülkede yaşamı yeniden inşa etme çabasının yanında duruyor.

Çeviri: YDH



Makaleler

Güncel