Suriye’de hızlı çöküş ve muhtemel senaryolar

İsrail liderliğinde bir bölge düzeni için Amerika açısından tehdit görülen devletler, Amerika ve müttefikleri tarafından çökertiliyor.

2012’de ABD liderliğindeki bölge ülkelerinin dayattığı vekalet savaşına 12 yıl direnen Şam, 10 gün içinde düştü.

Bu sonuç, sadece Şam’ın müttefikleri için değil, saldırıyı başlatan gruplar için de sürpriz oldu. 

Zira 2015’ten beri İdlib’i kontrolü altında tutan silahlı grupların 27 Kasım’da başlattıkları saldırının hedefi Şam’ı ele geçirmek değil, M-5 karayolunu kontrol altına almaktı.

Saatler içinde Halep kırsalının, günler içinde de Halep ve Hama’nın savaşmadan bırakılması, 8 Aralık’ta Şam’ın düşmesini beraberinde getirdi.

Bu hızlı çöküşü hayret verici kılan aslında Suriye’nin güçlü, silahlı grupların ise zayıf konumuydu. Zira Suriye, geçen yıllar içinde kendisine yönelik kuşatma ve yalnızlaştırmayı kırmış, silahlı gruplar ise yalnızlaşmıştı.        

2012’den 2018’e kadar İran, Rusya ve Çin dışındaki tüm dünya tarafından yalnızlaştırılan, kuşatılan ve ağır yaptırımlara maruz bırakılan Suriye, önce Körfez ülkeleriyle, ardından Arap Birliği’yle ilişkilerini normalleştirmiş hatta Türkiye bile Şam karşıtı tavrını yumuşatmıştı.  

Suriye’ye vekalet savaşı dayatan ABD liderliğindeki ‘Dostlar Grubu’nun 12 Aralık 2012’deki Marakeş toplantısına 150 ülke ve uluslararası örgüt katılmıştı. 

Dostlar Grubu, silahlı grupları örgütlemekle kalmamış dışarıdan on binlerce militan ithal etmiş ve onları silahlandırmıştı.

Ancak tüm bu olumsuz şartlara rağmen Suriye ordusu ve General Kasım Süleymani komutasındaki müttefikleri 2016 yılının aralık ayında Halep’i, 2017 yılı boyunca da Irak sınırına kadar olan toprakları kurtarmış ve Lübnan sınırı bölgesini temizlemişti. 

Silahlı gruplar ise 2018’de İdlib’e sıkışmış ve Türkiye tarafından dahi terör listesine alınmış ve yalnızlaşmıştı.

Suriye ordusu ve müttefikleri İdlib’in kurtarılması için hazırlıklarını sürdürürken denklemi değiştiren adım Astana formatının ortağı olan Türkiye’den geldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerikan Wall Street Journal gazetesine yazdığı makalede İdlib’i “köprüden önce son çıkış” olarak tanımladı.[1]  

Dönemin ABD Başkanı Donald Trump, kimyasal silah iddialarını tekrarlayarak Suriye’ye müdahale tehdidinde bulundu ve Rusya da Amerika ile çatışmadan kaçınmak için operasyondan vazgeçerek Soçi mutabakatı sürecini başlattı. 

Astana ortağı olmasına rağmen İdlib operasyonunda ısrar etiği için İran’ın rolü sınırlandı, İdlib konusu Rusya ve Türkiye tarafından yönetildi. 

Rusya Amerika ve İsrail ile gerilim yaşamamak için İran’ı etkisizleştirmeye Ankara ile Şam’ı yakınlaştırmaya çalıştı. Nitekim 2022’de Türkiye-Rusya-Suriye Savunma Bakanları ve istihbarat başkanları Moskova'da bir araya geldi.[2]

Putin’le Erdoğan’ın İdlib’de “silahlardan arındırılmış bölge oluşturmak” için 17 Eylül 2018’de imzaladığı Soçi anlaşmasından[3] Şam’ın düştüğü 8 Aralık 2024’e kadar İdlib, derin dondurucuya kaldırılmış oldu.

Ancak 17 Eylül 2018’te “silahtan arındırılmış bölge” kurulmasına karar verilen İdlib’in 17 Eylül 2024’te herkesin gözü önünde yeniden dış destekle silahlandırıldığı ortaya çıktı. 

Rusya’nın Ria Novosti haber ajansı “Kiev rejiminin ABD ile koordineli olarak” HTŞ’ye İHA üretimine yönelik yeni teknolojiler konusunda eğitim verdiğini bildirdi.

Habere göre bir grup Ukraynalı gizli servis görevlisi, Rus kuvvetlerine karşı saldırıları koordine etmek ve planlamak için bir aydan fazla bir süre önce İdlib'i ziyaret etmişti. 

Bu, sadece Rus basınının iddiası değildi, Suriye’nin el-Vatan gazetesi de İdlib'deki muhalif kaynaklardan alıntı yaparak “Ukrayna Savunma Bakanlığı Ana İstihbarat Dairesi Başkanı Kirill Budanov'un HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani ile sürekli temas halinde” olduğunu belirtiyordu. 

Habere göre HTŞ, “Ukrayna istihbaratının desteği ile Sovyet sonrası bölge ülkelerinden militan devşiriyordu ve bu militanlar iki aydır da Ukrayna'da eğitim görüyordu.”[4]  

Ağustos böceği kaderi

Ria Novosti’nin ve ondan bir gün önce yayımlanan el-Vatan gazetesinin haberi, 27 Kasım tarihli HTŞ saldırısının Suriye devleti de dahil olmak üzere herkes tarafından beklendiğini gösteriyor. 

Suriye devleti geçen 6 yıl içinde bir ‘teröristan’ ile sınır komşusu olmaktan tedirginlik duymamış, Soçi anlaşmasının kendisine güvenlik getireceğine inanmış olmalıydı. 

Şam’ın İdlib çevresinde savunma hatları oluşturmadığı ve nihayet gazete haberlerine dahi konu olan açık istihbarata rağmen İdlib’de gözler önünde büyüyen tehdidi ortadan kaldıracak adımlar atmadığı 27 Kasım’da görüldü. 

Buna karşın HTŞ, bölgesel gelişmeleri fırsata dönüştürmeyi başardı. 

Tüm tarafların terör listesinde olmasına rağmen Soçi anlaşması sayesinde ‘teröristan’ını korudu. 

Ukrayna savaşı sayesinde silah ve yabancı militan elde etti. Direniş Ekseni bileşenlerinin İsrail’le savaşla meşgul olmasını fırsata dönüştürdü. 

İsrail’in Lübnan saldırısına ve Suriye’yi açıkça kara harekatıyla tehdit etmesine rağmen Şam, Türkiye’nin normalleşme teklifini silahlı gruplara verilen desteğin kesilmesi şartına bağladı. 

Halbuki Şam, güneyden İsrail’in kuzeyden ise silahlı grupların tehdidi altındaydı ve Gazze savaşına rağmen Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri de olduğu gibi devam ediyordu. 

Nitekim İsrail iç istihbarat şefi Ronen Bar, HTŞ saldırısından 9 gün önce Türkiye’ye gelerek MİT Başkanı İbrahim Kalın’la görüşmüştü.[5]

İsrail’in Golani Tugyları kara saldırısıyla Lübnan’ı işgal edemedi. 

İsrail’in asker kaybı ve Hizbullah füzelerinin yarattığı yıkım sebebiyle ateşkes yapmak zorunda kaldığı 27 Kasım’da Colani’nin adamları Halep’e saldırdı. 

Netanyahu, İsrail’in Lübnan saldırısı ile Suriye’nin hızlı çöküşü arasındaki bağlantıyı şöyle açıkladı:

“Bu çöküş bizim doğrudan Esad'ın ana sponsorları olan Hizbullah ve İran'a karşı şiddet eylemlerimizin bir sonucudur.”[6]

27 Kasım’da M-5 Karayolunun kontrol altına alınması için başlatılan saldırıların 10 gün içinde Şam’ın düşmesiyle sonuçlanması, Suriye ordusunun ve bürokrasisinin tomografisiydi.

Ordusu Halep ve Hama’yı savaşmadan bırakan Suriye devleti, İran’ın askeri güç gönderme teklifinide İsrail’in saldırganlığını kışkırtacağı gerekçesiyle reddetti. 

Dolayısıyla silahlı grupları bile hayrete düşüren hızlı çöküş kaçınılmaz oldu.

Suriye için çok ihtimal tek gerçek: ‘çökmüş devlet’

Suriye, 8 Aralık öncesine kadar toprak bütünlüğünü kaybetmiş olsa da kurumsal devlet yapısı ve geleneksel ittifak ilişkileri sebebiyle Batılıların ‘failed state’ yani ‘çökmüş devlet’ diye tabir ettikleri felaketten uzaktı.     

Çökmüş devletin ne anlama geldiği veya bölgesini nasıl etkilediği Somali, Afganistan ve Libya ileSuudi müdahalesi sonrası Yemen ile şu anki Sudan örneklerine bakılarak anlaşılabilir.

8 Aralık öncesi Suriye, birbirine rakip tarafların müdahale alanıydı. 

8 Aralık sonrasında ise ister bölünsün ister federasyona dönüşsün veya isterse 2011 sınırlarında üniter yapısını yeniden kazansın birbirine düşman ülkelerin çatışma alanı haline gelecek.

Etnik veya mezhebi temelde bölünmüş bir Suriye en iyi ihtimalle Lübnan’a; federasyona dönüşmüş bir Suriye ise en iyi ihtimalle bugünkü Irak’a benzer olacak. 

Lübnan’ın ve Irak’ın ortak özelliği, seçim yapabilen ama dış müdahale olmadan kendi başına hükümet dahi kuramayan devletler olması. 

Suriye’nin 2011 öncesi sınırlarda üniter yapısına geri dönmesi şu an en uzak ihtimal olarak gözüküyor. 

Çünkü böyle bir devletin kurulabilmesi şu an devrim kutlaması yapanların kendi aralarında bile uzlaşamadıkları konularda tüm Suriye halkıyla uzlaşmasını gerektiriyor.

Halbuki demokrasinin küfür rejimi olup olmadığı konusunda devrim kutlaması yapanların kendi arasında bile uzlaşma yok.  

İsrail liderliğinde bölge düzeni için çökmüş devlet ihtiyacı

Amerika 11 Eylül’den beri İsrail liderliğinde bölge düzeni kurma hedefini gizlemiyor. Bu düzenin kurulabilmesi çökmüş devletlerin sayısının artmasına bağlı. 

Çökmüş devletler, içeride şiddet ve kaos; bölgede ise istikrarsızlık sarmalı oluşturuyor.

Bu kısır döngü şöyle gerçekleşiyor: Çökertilmek istenen devlette iç savaş zemini yaratılıyor. 

İç savaş içeride kaos, bölgede ise istikrarsızlık yaratıyor. 

Bu durum dış müdahalelerin bahanesi oluyor. 

Dış müdahaleler bu devletleri kendi kendini yönetemez hale getiriyor. 

Kendi kendini yönetemeyen bu devletler doğal olarak kaosa sürükleniyor. 

2003’te Irak, 2011’de Libya, 2015’te Yemen ve 2023’te Sudan çökmüş devlete dönüştü.

8 Aralık devrimi de Suriye’ye ‘çökmüş devlet’ten başka bir gelecek vaat etmiyor. 

İsrail liderliğinde bir bölge düzeni için Amerika açısından tehdit görülen devletler, Amerika ve müttefikleri tarafından çökertiliyor.

İsrail, askeri altyapısını yok edip karadan işgal ederek çöküşü derinleştirirken, çökmüş bir devlete dönüşen Suriye’de ve sınırdaş ülkelerde tekbirlerle zafer kutlaması yapılıyor. 

Suriye'nin çökmüş devlet haline gelmesi sebebiyle Direniş Ekseni'nin ağır bir darbe aldığı doğru. Ancak bundan dolayı sevinenlerin göz ardı ettiği bir şey var. Çökmüş devlet haline gelen bir Suriye, İsrail'in olduğu kadar başkanalarının da manevra alanı haline gelir.  

 

 


[1] AA, 11 Eylül 2018, Erdoğan'dan WSJ'deki makalesinde İdlib uyarısı

[2] AA, 28 Aralık 2022, Türkiye-Rusya-Suriye Savunma Bakanları ve istihbarat başkanları Moskova'da bir araya geldi

[3] AA, 17 Eylül 2018, İdlib'de silahsız bölge kararı

[4] Ria Novosti, 17 Eylül 2024 Источник: Киев договорился с террористами о борьбе с ВС России в Сирии

[5] Barak Ravid, 18 Kasım 2024 tarihli X gönderisi

[6] YDH, 8 Aralık 2024, Netanyahu Suriye'yi işgal emri verdi