"Düşmanın üzerine bahis oynadığı asgari hedef, Hizbullah’ın kapasitelerini yeniden inşa etmesini ve geliştirmesini engellemek."
YDH - El-Ahbar gazetesi, Netanyahu’nun Lübnan’ı Hizbullah’tan “kurtarma” stratejisini, ABD politikalarını ve Lübnan’ın iç dinamiklerini nasıl kullandığını ele alıyor. Gazete, 1701 kararının uygulanmasının zorlukları, direnişin Lübnan’ın savunmasındaki rolü ve Lübnan’ın istikrarı ile ulusal birliği üzerindeki jeopolitik etkilere işaret ediyor.
Lübnan’da 1701 sayılı kararın pratikte uygulanmasına yönelik tutumların farklılaşması, yorum farklılıklarından değil, Lübnan’ı ve güvenliğini tehdit eden risklere karşı siyasi güçlerin ve devletin benimsediği stratejik tercihlerden kaynaklanıyor.
Bu durum, her kurum ve siyasi figürün, düşmanın savaşla gerçekleştiremediği hedeflere yönelik tutumunu yansıtıyor.
Dolayısıyla bu mesele, Lübnan’ın geleceğini, istikrarını, ulusal birliğini ve nihayetinde ortak bir arada yaşamı belirleyecek en önemli başlıklardan ve zorluklardan birini oluşturuyor.
Düşmanın, 1701 sayılı kararın uygulama alanını Litani Nehri’nin güneyinden kuzeyine ve Lübnan’ın diğer bölgelerine genişletme konusundaki ısrarı, direnişin Lübnan’ın savunma ve korunmasında bir güç olarak kalmasıyla bağlantılı bir İsrail stratejik hedefidir.
Son savaşta, güneyi işgal etme teşebbüsünün maliyetinin düşman için katlanılamaz olduğu ve 1982 senaryosunun tekrarlanmasının hedeflenen amaçlara ulaşmayı imkansız hale getirdiği kanıtlanıyor.
Bu nedenle, düşmanın elinde, Lübnan içindeki araçlarla ve Amerika'nın desteğiyle mümkün olanı gerçekleştirme çabasından başka bir seçenek kalmıyor. Bu seçenek, savaş sırasında Hizbullah’ı ortadan kaldırma veya zayıflatma bahsinin başarısız olması ve düşmanın siyasi ve stratejik hedeflerine ulaşmasını sağlayacak koşulları dayatma şansının kalmamasıyla şekilleniyor.
Ateşkes anlaşması, Benyamin Netanyahu’nun Lübnan sahnesinde dönüşümler yaratarak Orta Doğu’yu değiştirme hedefinden oldukça uzak kalıyor.
Bu manzarada, Amerika'nın planı, direnişle yüzleşmeyi onun arka cephesine, yani Lübnan’ın iç sahnesine taşımak, ancak farklı araçlarla yapmaktı.
Savaşın hedeflerine ulaşamamasının ardından direnişle yüzleşmek için Lübnan içindeki hareketliliği kullanma çabası sadece bir analiz değildir. Bu çaba, açıkça ifade edilen tutumlara ve planlara dayanıyor.
Düşmanın başbakanı Netanyahu, savaş sırasında 8 Ekim’de Lübnanlılara seslenirken, “Ülkenizi Hizbullah’dan kurtarın,” diyerek bu durumu doğruluyor ve Hizbullah’ın savaş sonrasında “eskisinden daha zayıf” hale geldiğini belirtiyor.
Netanyahu ayrıca, Lübnan halkının Hizbullah’dan kurtulması için “on yıllardır var olmayan” bir fırsatın doğduğunu ifade ediyor. Görüldüğü gibi, Netanyahu doktrini, Lübnan ve direnişe karşı savaşın, iç muhalifler için Lübnan’ı Hizbullah’dan “kurtarma” yönünde stratejik ve tarihi bir fırsat sunduğu ve bunun Amerika'nın politikaları aracılığıyla gerçekleştirilebileceği üzerine kurulu.
Aynı bağlamda, düşmanın üzerine bahis oynadığı asgari hedef, Hizbullah’ın kapasitelerini yeniden inşa etmesini ve geliştirmesini engellemek.
Bu mesele, savaşın durdurulması müzakereleri sırasında İsrail liderliğinin en büyük endişelerinden biri oluyor. İsrail, Hizbullah’ın tüm kapasitelerini yok etmenin imkansız olduğunu kabul ediyor çünkü savaş sırasında Hizbullah’ın uzun süreli bir çatışmaya girme ve savaş uzadıkça İsrail’in derinliklerini vurma yeteneğine sahip olduğu ortaya çıkıyor.
Bu endişeler, Hizbullah’ın kapasitelerini kısa sürede yeniden geliştirebilecek bilgi birikimi ve altyapıya sahip olduğunun İsrail tarafından fark edilmesinden de kaynaklanıyor.
Dolayısıyla Netanyahu, Suriye üzerinden Hizbullah’ın “oksijenini kesme” çağrısında bulunuyor ve bu amaçla ABD ile İsrail’e savaş sonrası dönemde saldırgan bir hareket alanı tanıyan bir mutabakat oluşturuyor.
Düşmanın Lübnan’ın içine yönelmesi, ordusunun Hizbullah’ın kapasitelerini yok edip liderlerini öldürdükten ve savaş iradesini kırdıktan sonra bu içeride kendisine destek bulacağı varsayımına dayanıyor.
Bu, direniş güçlerinin siyasi karar alma sürecinden dışlanmasını veya en azından marjinalleştirilmesini ve direnişe karşı olan bir siyasi otoritenin üretilmesini gerektiriyor.
Fakat düşmanın ve Amerikan yönetiminin hedeflediği, Lübnan’ın gerçekleri ve ulusal birliği ile istikrarını tehlikeye atabilecek dengelerle çelişiyor. Bu durum, öncelikle, direnişin geniş bir halk iradesine dayandığını ve toplumsal açıdan büyük bir güç oluşturduğunu anlaması beklenen Lübnanlı yetkililerin tercihlerine bağlı.
Ayrıca, İsrail’in Lübnan’ın bugünü ve geleceği üzerindeki tehditlerine karşı nasıl bir tutum alınacağının belirlenmesi gerekiyor.
Son yıllarda hızla değişen ve stratejik ve varoluşsal riskler barındıran gelişmeler karşısında Lübnan’ın kaderinin ipotek altına alınmaması gerektiği aşikar.
Çeviri: YDH