Filistin hakkında üç yalan

img
Filistin hakkında üç yalan YDH

"Bu kültür ve pratiğin harmanlandığı yüksek standartlardaki tablonun karşısında, zihinleri Siyonistleşmiş ve İsrail’in suçları karşısında vicdanları sızlamayan, özgürlükler, demokrasi ve insan hakları hakkında nutuk atan aydınlarımız var!"




YDH - İsrailli tarihçi Ilan Pappé, Siyonizm’i eleştirerek, nehirden denize kadar uzanan, demokratik ve sivil bir Filistin önerisinde bulunmuştu. Pappé, bu toplumun, ayrımcılığı reddederek tüm etnik ve dini grupları kucaklamayı hedeflediğine dikkat çekmişti. El-Ahbar gazetesi yazarı Cafer el-Hüseyni, Siyonist ideolojiye ve Filistin davasına dair aydınlatıcı bir perspektif sunuyor.

Arap rejimleri ve ona açıkça ya da fısıltıyla inanan kalabalıklar, Filistin meselesindeki ihmalkarlıklarını ya da ihanetlerini meşrulaştırmak için üç yalanı sürekli tekrarlıyorlar.

Birinci yalan: Filistinliler topraklarını sattı. Bu, İsrail’in resmi tarihinin bile dile getirmediği bir iddia.

İsrail resmi tarihi, Nekbe ile ilgili gerçekleri çarpıtsa da bu yalana başvurmadı. Bunun yerine, “yüz binlerce Filistinlinin geçici olarak evlerini ve köylerini terk edip topraklarını Arap ordularına bırakarak yeni kurulan Yahudi devletini yok etmeye gelen işgalci güçlere yer açtığı” gibi başka bir hikaye uydurdu.

Gerçekte, Yahudilerin eline geçen toprakların sadece yüzde 6'sı satın alınmıştı ve bunların çoğu, bazıları Filistinli bile olmayan toprak ağalarından alınmıştı.

Bu ağalar, başlangıçta bunun sadece normal bir alışveriş olduğunu düşünmüşlerdi. Ancak 1930'larda Siyonist projenin Filistin'i ele geçirme planı ortaya çıkınca, bir karış toprak bile satılmadı.

İsrail’in kurucusu olan terörist Ben Gurion’un, hala büyük bir kısmı gizli tutulan anılarında, Filistinli mültecilerin hayatını zorlaştırıp onları Ürdün’e sürmek gerektiği yazıyor.

Daha da vahimi, bu anılarda kansere neden olan bir maddenin üretiminden bahsediliyor ve sanırım bunun amacını açıklamaya gerek yok.

İsrailli tarihçi Adam Raz, “Bağımsızlık Savaşı Sırasında Arap Mülklerinin Yağmalanması” adlı kitabında (s. 321), “Filistinli mülklerinin Nakba sırasında yağmalanmasının, İsrail devletinin ve toplumunun şekillenmesinde belirleyici bir rol oynadığını” açıklıyor.

Böylece Filistinliler, katliamlar, tecavüzler ve terör yoluyla topraklarından sürüldüler. İsrailli ünlü tarihçi Ilan Pappé’nin “Filistin’de Etnik Temizlik” kitabını okurken insan şok ve hayrete düşüyor.

İkinci yalan: Araplar, hem devletler hem de halklar olarak, Filistin meselesiyle yarım yüzyıldan fazla uğraşarak yoruldular ve bu mesele onlara faydadan çok zarar getirdi (Kuveyt’te çıkan el-Caride gazetesi, 19 Haziran 2007). Gerçek şu ki, Arap devletleri Filistin için sadece 1948’de savaştı.

Diğer savaşlar ise İsrail tarafından dayatıldı ve Filistin’in kurtarılması ya da Filistin halkının çektiği acıları hafifletmekle uzaktan yakından alakası yoktu.

Örneğin, İsrail 1963’te Filistin’in geri kalanını işgal etmek için bir plan hazırladı ve en ince detaylarına kadar hazırlandı. Bu, 1967 Haziran Savaşı’na yol açtı ve bu durum, bilinen tarihsel anlatıyı çürütüyor (Ilan Pappé’nin “Yeryüzündeki En Büyük Hapishane” kitabına bakınız, s. 5 ve devamı).

2020’de basılan ve alt başlığı “İşgal Altındaki Toprakların Yeni Tarihsel Anlatısı” olan bu kitapta ortaya çıkan bu ciddi bilgi üzerinde uzun uzun düşünmek gerekiyor.

Arap subayların ve askerlerin kahramanlıklarını ve fedakarlıklarını takdir etmekle birlikte, Arap ordularının ilk savaştaki performansı içler acısıydı ve eğitim, silah, teçhizat gibi her şeyden yoksundular (örneğin, Irak ordusu komutanının raporuna bakınız, Bakanlıklar Tarihi, cilt 7, s. 297).

Hükümetler ise düşmanla işbirliği içindeydi (Avi Shlaim’in “Kral Abdullah, Siyonist Hareket ve Filistin’in Bölünmesi” kitabına bakınız).

Hatta Iraklı bir bakan, anılarında, kendi ülkelerinin ordusuyla savaşan İsrail ordusuna benzin satan Irak yetkililerini ifşa etti (Rafael Buttı, “Irak Hafızası”, cilt 2, s. 140).

Üçüncü yalan: Taksim Kararı’ndan Gazze Savaşı’na kadar kaçırılan fırsatlar. Sanki baştan beri böyle fırsatlar varmış gibi!

İsrail belgeleri, Mısır, Irak ve Ürdün liderlerinin, Filistin’in bölünmesi ve Filistinlilerin Yahudi kısmından Arap ülkelerine sürülmesi konusunda İsrail ile gizlice anlaştığını ortaya çıkardı (Benny Morris, s. 95-97).

Fakat Ben Gurion, taksimi sadece İsrail’in kurulmasına giden bir ara aşama olarak gördü. Yahudi devleti, güç kullanarak tüm Filistin’i kapsayacak şekilde genişlemeyi planlıyordu.

Ve işte Araplar, en azından 1982 Fas Zirvesi’nden bu yana İsrail’e barış teklif ediyorlar. Ancak bu teklifler bazen reddediliyor, bazen inkâr ediliyor, bazen de sürekli ertelenip oyalanıyor.

Filistin Kurtuluş Örgütü, İsrail ile Oslo Anlaşması’nı imzaladı ve sonuç olarak İsrail, Batı Şeria’nın yüzde 42’sini ele geçirdi, su kaynaklarının yüzde 87’sine, ormanlarının yüzde 90’ına ve yollarının yüzde 49’una el koydu. Ayrıca binlerce Filistinliyi evlerinden çıkardı ve özel Filistin topraklarının yüzde 49’una yerleşimler inşa etti.

Doğu Kudüs’ü ilhak etti, birçok mülküne el koydu, sakinlerini yerinden etti ve Gazze’yi devasa bir hapishaneye dönüştürdü. Artık Batı Şeria ve Gazze’de gerçek bir Filistin devleti kurmak imkansız hale geldi.

Hatta Mısır, 1979’daki barış anlaşmasına harfiyen uymasına rağmen, bir Kore modeline dönüşmedi ve hep arada kaldı.

Okur, Mısır’daki art arda gelen rejimlerin ülkenin kalkınmasını engellemekten sorumlu olduğunu düşünebilir. Ancak Kore, 1960’larda Amerika’nın elinden tuttuğunda, koşulları Mısır’dan daha iyi değildi ve rejimleri de daha iyi değildi.

Ancak temel ve basit bir sebep var: Arap merkez ülkelerinin bir gün İsrail’e denk olmasına izin verilmiyor.

Bu durum, Arap karar alma mekanizmasının yavaş yavaş çevre ülkelere (Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, vb.) kaymasıyla da bağlantılı.

Böylece Katar ve BAE’nin Yemen, Suriye, Libya ve Sudan’ın kaderine müdahale ettiğini ve merkez ülkeleriyle oynadığını görüyoruz!

Konumuzdan biraz sapmış olsak da, bölgemizdeki olayların perde arkasını aydınlatabilecek bir konuya değinmekte fayda var.

Bazıları bunu komplo teorisi olarak görebilir, ancak Heykel’in güzel bir sözü var: “Komplo tarihin bir parçasıdır, ancak tarihin tamamı komplo değildir!”

Şu soru kendini dayatıyor: Neden Şili, yarım milyondan fazla Filistinliyi kabul ederken, Avrupa ülkelerinin tamamı bu sayının yarısını bile kabul etmiyor?

Amerika Birleşik Devletleri de benzer bir sayıda Filistinliyi kabul ederken, Kanada 50 bin, Avustralya ise 15 binden az Filistinliye ev sahipliği yapıyor.

Oysa bu ülkeler her yıl yüz binlerce göçmen ve mülteci kabul ediyor. Görünüşe göre bunun nedeni, Filistinlilerin bu ülkelerde güçlü bir lobi oluşturup işgal altındaki topraklardaki halklarına destek olmalarını engellemek.

Son olarak, bu yazıda birkaç kez adı geçen İsrailli tarihçi Profesör Ilan Pappé’den bahsetmek istiyorum.

Pappé, 1973 Ekim Savaşı’nda Golan cephesinde İsrail ordusuyla birlikte savaştı. Ancak tarih okurken Siyonizm’in ve İsrail’in suçlarının gerçek yüzünü keşfetti ve tamamen değişti.

Bu durumun bedelini ödemek zorunda kaldı ve sonunda İsrail’den ayrılmak zorunda kaldı. Artık İsrail’in ortadan kaldırılmasına ve Siyonizm’in yok edilmesine inanıyor.

Ona göre çözüm, nehirden denize kadar uzanan sivil ve demokratik bir Filistin’dir. Bu Filistin, mültecileri (Filistinlileri) kabul edecek ve kültür, din veya etnik köken temelinde ayrım yapmayan bir toplum inşa edecek.

Ayrıca mülklerin çalınması ve hakların inkârı gibi geçmişin hatalarını düzelterek, tüm Orta Doğu için yeni bir çağın habercisi olacak.

Bu kültür ve pratiğin harmanlandığı yüksek standartlardaki tablonun karşısında, zihinleri Siyonistleşmiş ve İsrail’in suçları karşısında vicdanları sızlamayan, özgürlükler, demokrasi ve insan hakları hakkında nutuk atan aydınlarımız var!

Çeviri: YDH