Hizbullah ve İran: Ortak bir siyasi vizyonun hikayesi

img
Hizbullah ve İran: Ortak bir siyasi vizyonun hikayesi YDH

Pazar günü Beyrut'ta Seyyid Hasan Nasrullah için düzenlenen büyük cenaze töreni bir dönemin sonu ama aynı zamanda yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Otuz yılı aşkın bir süre Hizbullah'a liderlik eden Nasrullah, hareketin en görünür figürü olmasının yanı sıra bölgesel siyasetin de kilit oyuncularından biriydi.




Xavier Villar, Tehran Times’da kaleme aldığı yazıda, Nasrullah'ın liderliği altında Hizbullah’ın, askeri yeteneklerini genişlettiğini ve Lübnan siyasetindeki etkisini artırdığını söylüyor. Hizbullah ile İran arasındaki ilişkinin ortak bir siyasi vizyona dayandığını belirten yazar, Hizbullah’ın İran'ın direktifleri doğrultusunda hareket etmediğini, stratejik hedefleri ve ortak bir dünya görüşünü paylaşsalar da örgütün karar alma süreçlerinde özerkliğini koruduğunu vurguluyor.

 

YDH- 1960 yılında Beyrut'ta bir Şii cemaatinde doğan Hasan Nasrullah, İmam Musa es-Sadr'dan etkilenerek İslam ve siyasete güçlü bir ilgi duydu. Emel hareketinde başladı ancak İsrail işgalinin ardından 1982'de yeni kurulan Hizbullah'a katıldı. Siyasi kariyeri hızla yükseldi; 1985'te Hizbullah'ın Yürütme Konseyi'ne liderlik ediyordu ve Şura Konseyi'ne katıldı. İran'a sık sık yaptığı ziyaretler, Hizbullah ile İran arasında Velayet-i Fakih doktrini çerçevesinde kurulan ittifakı güçlendirdi.

1992'de bir dönüm noktası yaşandı. O yıl Hizbullah'ın o dönemki Genel Sekreteri Abbas Musavi bir İsrail hava saldırısında öldürüldü. En yakın sırdaşı Nasrullah, hareketin liderliğini devraldı ve İsrail'e karşı daha uzlaşmaz bir tutum benimsedi. Musavi'nin cenaze töreninde Hizbullah'ın yörüngesini belirleyecek bir konuşma yaptı: “Bu yolda devam edeceğiz... şehit olsak da evlerimiz başımıza yıkılsa da İslami direniş tercihinden vazgeçmeyeceğiz.”

O andan itibaren söylemi belirsizliğe yer bırakmadı. Onun liderliği altında Hizbullah, askeri yeteneklerini genişletti, Lübnan siyasetindeki etkisini artırdı ve İran ile ittifakını güçlendirdi. Grubun Tahran'la olan bağları sadece ideolojik değil aynı zamanda operasyoneldi. Nasrullah'ın Tahran ile uzun süredir devam eden ilişkisi grubun stratejisini şekillendirmiş ve Batı Asya'da önemli bir güç olarak konumunu sağlamlaştırmıştır.

İranlı bir müttefikten daha fazlası

Tahran ile yakın bağlarına rağmen Hizbullah hiçbir zaman İran'ın bölgedeki politikasının bir uzantısı olmadı. Hareketin, özerkliği olmayan bir vekil olarak faaliyet gösterdiği fikrine hem Lübnan içinde hem de dışında karşı çıkılmıştır. Lübnanlı Şiiler ile İran arasındaki tarihsel bağ, Hizbullah'ın 1980'lerde kurulmasından çok daha öncesine, yüzyıllar öncesine dayanmaktadır.

Safevi hanedanı 16. yüzyılda Lübnan'ın Cebel Amil bölgesinden Şii din adamlarını İran'da On İki İmam Şiiliği’nin güçlenmesine yardımcı olmaları için davet etti. Takip eden yüzyıllar boyunca binlerce Lübnanlı öğrenci İslami seminerlerde eğitim almak için Kum'a gitti ve İranlı Şii toplumuyla derin ailevi ve siyasi bağlar kurdu. Bu bağlar İmam Musa es-Sadr ve Mustafa Çamran gibi isimlerin Lübnan'daki Şii siyasi kimliğinin yeniden şekillenmesinde kilit rol oynadığı 20. yüzyılda daha da güçlendi.

Nasrullah'ın kendisi, Hizbullah'ın İran'ın yapay bir eseri olduğu fikrini sürekli olarak reddetmiştir. Hareketin 1982 İsrail işgaline bir tepki olarak organik bir şekilde ortaya çıktığını belirtmiştir. Bununla birlikte, İslam Devrimi'nin etkisini ve Hizbullah'ın Velayet-i Fakih ilkeleriyle uyumunu açıkça kabul etmiştir.

Lojistik ve dini yakınlıkların ötesinde, Hizbullah ve İran'ı birbirine bağlayan şey, ortak bir siyasi vizyondur. Her ikisi de Batı etkisine karşı direnişi bir hayatta kalma meselesi olarak görüyor. Hizbullah'ın İran'daki temsilcisi Abdullah Safiyuddin'in bir keresinde ifade ettiği gibi: “Bizi birleştiren şey, Velayet-i Fakih ilkelerine bağlılığımız ve ortak düşmanlara karşı mücadelemizdir.”

Benzer şekilde Nasrullah 2018'de yaptığı bir konuşmada Hizbullah ve İran'ı birbirine bağlayan şeyin askeri destek değil, ortak bir siyasi vizyon olduğunu açıkça ifade etmiştir. “Batılılar ideoloji gibi şeylere inanmıyor. Onların en büyük hatası, Direniş'i sadece İranlı paralı askerler olarak görmeleridir” dedi. Hizbullah liderine göre Batı, Direniş'in bir itaat mantığıyla değil, ideolojik bir uyumla hareket ettiğini anlamıyor.

Irak'ın kutsal Şii kenti Necef'te eğitim gören Nasrullah, dünyanın ezilenler (mustazaflar) ve ezenler (müstekbirler) arasında sürekli bir mücadele içinde olduğu inancını uzun zamandır taşıyordu. Hizbullah 1985 yılında kuruluş manifestosunu yayınladığında, zalimlere karşı mazlumların savunulması, temel ilkelerinden biriydi.

Bu açıdan bakıldığında, Hizbullah ve İran arasındaki ilişki, Batı'nın tasvir etmeyi sevdiği gibi bir patron-müşteri dinamiğine değil, siyasi bir yakınlaşmaya dayanmaktadır. Velayet-i Fakih kavramı -İslam devriminin liderinin toplum üzerindeki otoritesi- ulus-devlet çerçevesinin ötesine uzanmaktadır. Bu doktrinin takipçileri için İran sadece bir ülke değil, tüm ümmet (Müslüman toplumu) için bir model olarak hizmet etmesi amaçlanan İslami bir siyasi-devrim projesinin merkez üssüdür. Bu nedenle Ayetullah Seyyid Ali Hamenei sadece İran'ın lideri olarak değil, sınırlarının ötesinde bir siyasi otorite olarak görülüyor.

Nasrullah, Hizbullah'ın Tahran'ın direktifleri doğrultusunda hareket etmediğini defalarca dile getirmiştir: “İttifak, itaat anlamına gelmez. Bir taraf bir karar verdiğinde diğerlerinin de onun motivasyonlarını sorgulamadan onu takip etmesi anlamına gelmez. Bu zorlama olur, ittifak değil.” Bu bağımsızlık, her iki aktör arasındaki dinamikleri anlamak için çok önemlidir.

Bu özerkliğin en açıklayıcı örneklerinden biri, Suriye savaşı sırasında yaşandı. Milletvekili ve İran Devrim Muhafızları (DMO) üyesi İsmail Kevseri'ye göre, İran'a, iki ülkenin IŞİD teröristlerine karşı mücadeleye girmesi gerektiğini söyleyen Hizbullah'tı. İranlı General Hüseyin Hamedani anılarında, Direniş'in Suriye'deki stratejisini Nasrullah'ın düzenlediğini ve DMO'nun dahil olduğu operasyonların bile Hizbullah tarafından tasarlandığını doğruladı.

Ayrıca, çeşitli tahminler, İran'ın desteğini çekmesi halinde bile Hizbullah'ın bağımsız olarak faaliyet göstermeye devam edebileceğini göstermektedir. Bu da hareketin kendi kendini idame ettiren bir yapı ve İran desteğinin ötesine uzanan bir finansal ağ inşa ettiğini göstermektedir.

Bu nedenlerle, Hizbullah'ı sadece bir uzantı olarak nitelendirmek indirgemeci bir yaklaşım olacaktır. Grup sadece İran'ın politikalarının bir kolu değil, kendi karar alma ve operasyonel kabiliyetlerine sahip bir aktördür. Aralarındaki ilişkiyi simbiyotik olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Stratejik hedefleri ve ortak bir dünya görüşünü paylaşsalar da Hizbullah karar alma süreçlerinde özerkliğini korumaktadır.

Bu bağlamda Nasrullah ve Haşim Safiyuddin'in cenaze töreni sadece Hizbullah liderleri için bir veda değil, aynı zamanda siyasi açıdan da önemli bir olaydı. İsrail ile gerilimin tırmandığı bir dönemde Lübnan'daki Direniş için çok önemli bir ana işaret etmektedir. Ayrıca, Lübnan halkının giderek karmaşıklaşan bölgesel ortamda birlikteliğini göstermesi için bir fırsat sağlayacaktır. Mesaj açıktır: Direniş kararlılığını korumaktadır ve dış baskılara boyun eğmeyecektir.

Pazar günü düzenlenen cenaze töreninde Hizbullah'ın dördüncü genel sekreteri Şeyh Naim Kasım, Nasrullah'ın 32 yıl önce selefinin cenazesinde yaptığı konuşmayı tekrarladı. “Direniş sona ermedi. Yeni bir Direniş çağı daha yeni başladı,” dedi yas tutan kalabalığa.