"Bu süreçte, Denetleme Komitesinin Amerikalı başkanı, İsrail'in işgalini ve suç teşkil eden eylemlerini meşrulaştırma ve örtbas etme görevini üstlendi."

YDH - İsrail, Lübnan’ın güneyindeki işgalini sürdürerek saldırılarını artırırken, ABD’nin gözetiminde yapılan anlaşmalar işgali sona erdirmek yerine meşrulaştırıyor. Lübnan, ABD ve İsrail’in siyasi ve askeri vesayeti altına alınmaya çalışılırken, bölgedeki direniş bu plana karşı koymaya devam ediyor. Gazze’deki savaş ve Lübnan’daki gelişmeler, Washington-Tel Aviv ekseninin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme planlarının bir parçası olarak ilerliyor. El-Ahbar yazarı Sadullah Mezraani, güney Lübnan'daki ateşkes anlaşmasının, İsrail'in hilafına muğlak bırakılan maddelerine dikkat çekiyor.
İsrail, Lübnan'ın güneyindeki bazı bölgeleri işgal altında tutmaya devam ediyor. Bu işgal, Lübnan'ın birçok bölgesinde artan saldırılar, suikastlar ve genişleyen yıkımla eş zamanlı olarak ilerliyor.
İsrail, bu eylemlerini, 27 Kasım 2024'te kendi hükümetinin onayladığı ve Lübnan hükümetinin de kabul ettiği "Çatışmaların Durdurulması Anlaşması"na rağmen sürdürüyor.
Bu anlaşma, eski ABD Başkanı Joe Biden tarafından, Fransa Cumhurbaşkanı'nın daha sembolik bir rol üstlendiği bir süreçte ilan edilmişti. Anlaşmanın denetimi ise bir Amerikan subayının liderliğindeki Denetleme Komitesine verilmişti.
Müzakereler esnasında Washington, İsrail'in işgal ettiği köylerden çekilmesi için 60 günlük bir süre tanınmasında ısrarcı oldu. Bu süre, Lübnan direnişinin kararlı duruşu ve sert karşılık vermesi sonucu İsrail'in ilerleyememesi üzerine verilmişti.
Daha sonra, ABD'nin talebi ve Lübnan'ın onayıyla bu süreye 20 gün daha eklendi. Ardından, Amerikan haber sitesi Axios'un Amerikalı yetkililere dayandırdığı habere göre, "Amerikan-İsrail-Lübnan mutabakatı" çerçevesinde bu süre, "haftalar veya aylar" sürebilecek şekilde belirsiz bir biçimde uzatıldı.
Bu süreçte, Denetleme Komitesinin Amerikalı başkanı, İsrail'in işgalini ve suç teşkil eden eylemlerini meşrulaştırma ve örtbas etme görevini üstlendi.
Komitenin işlevi neredeyse tamamen devre dışı bırakılarak tüm yetkiler Amerikalı başkana devredildi. Böylece savaş tek taraflı olarak devam ederken, İsrail makamları bu durumu "meşru müdafaa" ve "görevin tamamlanması" gibi iddialarla haklı göstermeye çalıştı.
İsrail, bu süreçte işgal ettiği alanları genişletirken, büyük bir yıkıma, can kayıplarına ve suikastlara neden oldu.
Sınır bölgelerindeki bu yıkım ve saldırılar, Gazze'de NATO desteğiyle gerçekleştirilen soykırım modeline benzer boyutlara ulaştı.
Bu durumun en tehlikeli yanı, Lübnan'a yönelik, ABD tarafından uygulanan kapsamlı bir askeri, siyasi, güvenlik, ekonomik ve idari vesayet planının bir parçası olmasıdır.
Bu plan, direnişi ortadan kaldırmayı ve Lübnan üzerindeki kontrolü tamamen Amerikan-İsrail eksenine devretmeyi hedefliyor. Bu plan, sadece Lübnan'ı değil, Filistin'i ve tüm Arap dünyasını da hedef alıyor.
Lübnan açısından daha büyük bir tehlike ise, bu süreçle eş zamanlı olarak oluşturulan yeni bir yönetim yapısının, özellikle siyasi, güvenlik, idari ve mali kurumlarıyla birlikte şekillenmeye ve tamamlanmaya başlamasıdır.
Bu süreç, esasen ABD'nin baskısı ve ısrarıyla yürütülürken, Suudi Arabistan da ikinci planda destek veriyor.
Bu gelişmeler, Lübnan için çok daha büyük bir tehdidi beraberinde getiriyor. Daha önce İsrail işgali, sadece Şebaa Çiftlikleri, Kefr Kila Tepeleri, Nahila ve "Gazze'nin Lübnan'a ait kısmı gibi bölgelerle sınırlıyken, şimdi durum değişti.
İsrail Başbakanı Netanyahu'nun daha önce tehdit ettiği ve şimdi övünerek bahsettiği "Orta Doğu'nun haritasını yeniden çizme" planı kapsamında, Lübnan'ın toprak bütünlüğü, egemenliği, doğal kaynakları ve temel ulusal çıkarları büyük bir risk altında.
Yeni hükümetin önde gelen isimleri, bu tehlikeli planı, içi boş ama süslü sözlerle halka sunmaya çalışıyor. Sürekli dile getirilen klişeler ise şunlar: "Başka ülkelerin savaşlarının bizim topraklarımızda yaşanmaması gerektiği", "Lübnan'ın yabancı güçlerin nüfuz alanı haline gelmemesi gerektiği", "Lübnan'ın dış müdahalelere açık olmaması gerektiği", "Tarihimizde yeni bir sayfa açmalıyız"...
Fakat tüm bu söylemler, asıl sorunun direnişin varlığı olduğu algısı yaratmayı amaçlıyor. Oysa gerçek sorun, yönetimin yetersizliği ve en büyük düşmanımızın en büyük destekçisine bağımlı olması.
Tarih, tekerrür ediyor. 2005 yılında benzer bir durum yaşanmıştı. O dönemde, "egemenlik" ve "bağımsız karar" sloganları eşliğinde, Suriye'nin Lübnan'daki istihbarat merkezi olan Encer'den ABD Büyükelçiliği'nin bulunduğu Avkar'a bir vesayet transferi gerçekleştirilmişti.
Eğer dış müdahaleleri reddetme konusunda gerçekten samimi olsalardı, şu basit cümleyle başlarlardı: "Bugünden itibaren tüm dış müdahalelere son vereceğiz."
Ancak gerçekte, son cumhurbaşkanlığı seçimleri ve başbakanın belirlenmesi sürecinde dış müdahale tarihte hiç olmadığı kadar yoğundu. Bu politikaların geçmişte felaketle sonuçlandığı gibi, bugün de aynı şekilde felakete yol açacağı aşikardır.
ABD, tıpkı Lübnan'da olduğu gibi, Gazze'de de tamamen İsrail'in yanında yer aldı. Üstelik bu kez, önceki yönetimlerden bile daha saldırgan bir tutum sergiliyor.
Amaç, Tel Aviv'deki ırkçı ve faşist hükümeti kesin bir zafere ulaştırmak. Fakat Gazze'deki direniş, esir takası sürecini İsrail'in beklediğinin tam tersine çevirerek düşmana büyük kayıplar verdirdi.
Bunun sonucunda Trump tehditler savurdu ve Gazze halkını zorla göç ettirme konusunu gündeme getirdi. Ancak uluslararası baskılar nedeniyle geri adım atarak, esirlerin tek taraflı olarak serbest bırakılması gibi bir plan sundu.
Pek çok kişi savaşın sona erdiğini düşündü. Fakat savaş, sadece şekil değiştirdi. Askeri ve güvenlik boyutuyla olduğu kadar, siyasi ve ekonomik boyutuyla da devam ediyor.
ABD, Lübnan'da ateşkes sürecini yönetiyor, Gazze'de ateşkesi manipüle ediyor, Suriye'de darbe girişimlerini destekliyor ve Lübnan'da yeni hükümetin oluşturulmasını yönlendiriyor.
Tüm bunlar, ABD'nin bölgeye yönelik büyük planının bir parçası: Gazze ve Batı Şeria halkının zorla göç ettirilmesi, komşu ülkelerde mezhep ve etnik çatışmaların kışkırtılması ve bölgedeki doğal kaynakların sömürülmesi.
Washington, bu planlarını "ulusal çıkar" maskesi altında yürütüyor. Artık bölgeden alınan haraçlar ve sözde koruma bedelleri yeterli görülmüyor.
ABD, Orta Doğu'nun zenginliklerine el koymayı, Tayvan'dan Ukrayna'ya, Kanada'dan Panama'ya, Avrupa'dan Grönland'a kadar uzanan saldırgan politikalarının bir parçası olarak görüyor.
Bu gidişata karşı koymazsak, Lübnan büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalacak.
Washington-Tel Aviv eksenine karşı güçlü cepheler ve ittifaklar kurulmalı, stratejiler ve ilişkiler buna göre düzenlenmeli.
Lübnan halkının direniş ve bağımsızlık tarihine bakıldığında, bu zorlu mücadeleyi kazanabileceğimizden şüphe yok.
Çeviri: YDH