Amerika, Lübnan'ı normalleşme macerasına sürüklüyor

img
Amerika, Lübnan'ı normalleşme macerasına sürüklüyor YDH

"Lübnan'ın siyasi liderleri, son haftalarda ortaya çıkan şeyin, 'Lübnan'ı İsrail ile barış anlaşmalarına doğru sürükleme' projesinin başlangıcı olduğunu anlamıyorlar mı?"




YDH - Amerika, Lübnan'ı İsrail ile normalleşme sürecine çekmeye çalışıyor. El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin'göre "diplomatik çalışma grupları" adı altında başlatılmak istenen görüşmeler, normalleşme müzakerelerinin operasyonel adından başka bir şey değil. Lübnan makamlarını, bu tuzağa düşmeme konusunda uyaran el-Emin, ülkenin egemenliği ve bağımsızlığı tehdit altındayken, siyasi liderlerin dış baskılara direnmesi ve halkın çıkarlarını koruması gerektiğine işaret ediyor.

Amerikan temsilcisi Morgan Ortagus'un Baabda Sarayı'ndaki Hizbullah'ın hükümetten uzaklaştırılması gerektiğine dair ünlü açıklamasından sonra aldığı diplomatik ders, yalnızca kamuoyuna iletilmesi gereken ifadelerin süslenmesiyle sınırlı kalmış görünüyor.

Bu nedenle, güzellik yarışmaları ve şov dünyasından gelen bu genç kadın, kendisinden isteneni gizlemekte zorlanıyor.

Dün el-Cedid kanalına verdiği mülakatta, şu anda yaşananların Lübnan ile İsrail arasında bir barış anlaşması imzalamayı amaçlayan müzakerelerin başlangıcı olduğunu açıkça söylememeye çalıştı.

Amerikalı yetkili, şu andaki hedefin Lübnanlı tutsakların serbest bırakılması, beş tartışmalı sınır noktasının kararlaştırılması ve kara sınırlarının belirlenmesi gibi acil sorunları çözmek için diplomatik müzakereleri başlatmakla sınırlı olduğunu söyledi.

Fakat "üç diplomatik çalışma grubu" hakkında konuşurken son derece açık sözlüydü.

Lübnan'da Ortagus'un ne kastettiğine dair açıklamalar bekleyen kimse yok. 1701 sayılı kararın uygulanmasını denetleyen komitenin çalışmasının, temelde savaşın kesin olarak durdurulmasını ve İsrail'in tüm Lübnan topraklarından çekilmesi ve esirlerin serbest bırakılması dahil olmak üzere işgal sonrası enkazın kaldırılmasını içerdiğini belirtmek yeterli.

Dolayısıyla, İsrail'in hala işgal ettiği 13 noktanın dosyasına ek olarak, bu konular "diplomatik çalışma gruplarına" ihtiyaç duymuyor; bunlar denetleme komitesinin kendisi aracılığıyla gerçekleştirilebilir.

Fakat Amerika Birleşik Devletleri, Lübnan ve Suriye ile barış görüşmelerini başlatmak için acele ediyor gibi görünüyor.

Trump'ın Orta Doğu özel temsilcisi Steven Witkoff yakın zaman önce bu konuda konuşarak, "Suudi Arabistan'ın İbrahim Anlaşması'na katılma olasılığı konusunda iyimser" olduğunu belirtti ve "bölgedeki siyasi değişimlerin Lübnan ve Suriye'yi de kapsayabileceğini, Lübnan'ın yakında barış anlaşmalarına katılmak için harekete geçebileceğini ve Suriye'nin de aynı yolda olabileceğini" söyledi.

Siyasetçilerimize görmezden gelinmek istenen gerçekleri hatırlatmak gerekiyor: Lübnan'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adayların tamamı, Trump'ın seçim zaferinden sonra mevcut Amerikan yönetimi tarafından sınavlara tabi tutuldu.

En az dört aday, İsrail ile normalleşme projesine bakış açıları ve Hizbullah'a ve Litani Nehri'nin güneyindeki ve kuzeyindeki silahlarına karşı tutumları hakkında doğrudan sorular duyduklarında temkinli ve endişeli bir şekilde ayrıldı.

Cumhurbaşkanı Jozef Aun bu konuda konuşmaktan çekinirken, Başkan Nevaf Selam Amerikalıların bu konuyu kendisiyle görüştüğünü reddetse de, Beyrut'taki ABD Büyükelçisi Lisa Johnson bu konuda ilerleme kaydetti ve ima etme aşamasından normalleşme hakkında doğrudan konuşma aşamasına geçti.

Hükümetteki üç üst düzey yetkiliye ve iki büyük merciin iki yardımcısına, "Lübnan'ın bir sonraki aşamaya hazırlanması gerektiğini, müzakerelerin siyasi olarak devam edeceğini ve İsrail ile sorunun kapsamlı ve kalıcı bir çözümünü sağlamanın yollarına odaklanacağını" bildirdi.

Tüm toplantılarda dinleyicilerin aktardığına göre, yetkililere ülkesinin "elindeki bilgilerin Hizbullah'ın çok zor durumda olduğunu, artık engelleme veya korkutma gücüne sahip olmadığını ve bugünden sonra kimsenin Hizbullah'tan korktuğunu söylemek için mazereti olmadığını doğruladığını anlatmaya" özen gösterdi.

"Hizbullah zorlukla işlerini halledebiliyor ve Lübnan'da herhangi bir bölgede yeniden inşa etme gücüne sahip değil," diye daha ileri giden bir açıklama yaptı.

Dolayısıyla, "Lübnan devleti, bir kısmı yeniden inşaya gidecek ciddi bir destek almak için yeterli sinyalleri vermeli ve Hizbullah'ın bu görevi yerine getirmesine izin verilmemeli."

"Hacı Lisa" ile görüşenlerin bazıları, Başkan Trump'ın Lübnan'a kendisi yerine yeni bir büyükelçi seçme kararından memnun olmadığı ve Büyükelçi Michel Issa'yı "saf ve Lübnan'dan sadece adını bilen biri" olarak alaya aldığı izlenimiyle ayrıldı.

İşler pratik tartışmaya doğru daha fazla ilerlediğinden, ABD tarafından sunulan ilk formül, 1701 sayılı kararın uygulanmasını izleyen çerçeveye operasyonel değişiklikler getirmekti.

Bu değişiklikler, mevcut askeri komitenin çalışmasını saha ihlalleriyle sınırlandırmayı içeriyor.

Komitenin Amerikan başkanlığı (ve belirli sınırlara kadar Fransa ve Dışişleri Bakanı Yusuf Recci gibi diğer Lübnan güçleri), İsrail ihlallerinin "Hizbullah'ın ihlallerine yanıt olarak geldiğini" düşünüyor.

Hizbullah'ın ihlallerinden ne kastedildiği sorulduğunda, cevap; "Hizbullah'ın güneydeki silahlarını teslim etmesi, askeri ve sivil olmayan tesislerinin haritalarını ve koordinatlarını sağlaması ve tüm güney bölgesindeki şüpheli faaliyetlerini durdurması gerekiyordu ama bunu yapmadı. Lübnan ordusu da görevi üstlenmek istemiyor ve bu, Lübnan yapmak istemediği sürece İsrail'in bunu yapması için yeterli bir neden."

Pratikte ABD, Lübnan ordusu veya UNIFIL kuvvetleri tarafından yapılan herhangi bir soruşturma sonucunu beklemeden, görevini ihlallere sınırlandırdıktan ve İsrail'in yaptıklarını haklı çıkardıktan sonra denetim komitesinin çalışmalarını sonlandırdı.

Washington, Lübnan'da kendisiyle tartışacak ve dayatmalarını reddedecek bir otorite olmadığını hissetmeseydi buna girişmezdi. Bu, doğrudan Cumhurbaşkanları Aun ve Selam ile ordu komutanlığının sorumluluğudur.

Lübnan'ın üst makamlarındaki bu atmosfer, Amerikalıların, esirlerin serbest bırakılması, tam çekilmenin sağlanması ve Lübnan ile işgal altındaki Filistin arasındaki kara sınırlarının belirlenmesi açısından denetleme komitesinin çözmesi gereken konularda müzakerelerin yeniden açılmasını üstlenecek "diplomatik çalışma grupları" oluşturulmasını içeren bir sonraki aşamaya geçmelerini kolaylaştırdı.

ABD'nin bu grupları "diplomatik" olarak tanımlaması, yani teknik veya askeri olmadıkları, Lübnan'dan Amerika ve Fransa'nın huzurunda, gözetiminde ve himayesinde üç başlıkta tartışmak üzere İsrailli diplomatlar veya politikacılarla toplantılara katılmak için diplomatlar veya politikacılar göndermesini istediği anlamına geliyor.

Washington, önceden müzakere olması gerektiğini söylüyor, bu da İsrail'in koşulları karşılamak için istediği talepleri olduğu veya Lübnan'ın taleplerini karşılamak için koşulları olduğu anlamına geliyor.

Her iki durumda da Lübnan tuzağa düşmüş olacak.

Yarın birileri çıkıp bizden sessiz kalmamızı ve "diplomasinin Lübnan'ın sorunlarını çözmesine" izin vermemizi istemeden önce, bazı noktaları açıklığa kavuşturmak gerekir:

Birincisi, Lübnan'ın bu formülü kabul etmesini gerektiren hiçbir şey kesinlikle yoktur ve bunun sadece bir hile olduğunu ve çalışma gruplarının normalleşme müzakerelerinin operasyonel adından başka bir şey olmadığını biliyor.

İkincisi, esirlerin serbest bırakılması açık bir konudur ve Lübnan'ın elinde takas edecek veya müzakere ya da koşullar olacak Siyonist esir yoktur. Lübnanlı esirleri güneydeki köylerinden veya Lübnan Dağı civarındaki ikamet yerlerinden kaçıran düşmandır.

Üçüncüsü, işgal ordusunun kaldığı noktalar, güç kullanılarak işgal edilen Lübnan topraklarıdır ve sınır köylerinin sakinlerinin köylerine dönmelerini ve yeniden yapılanma sürecini engellemek dışında işgal altında kalmalarını haklı çıkaracak hiçbir güvenlik veya askeri gerekçe yoktur.

Dördüncüsü, sınırların belirlenmesi için müzakereler hakkındaki konuşmaların hiçbir yasal dayanağı yoktur ve Birleşmiş Milletler, 2000'deki kurtuluştan bu yana işgal altında kalan noktalardaki Lübnan'ın hakkını teyit etmektedir. Dolayısıyla, Birleşmiş Milletler'in veya denetleme komitesinin ya da hatta arabulucu Amerika'nın, düşmandan Lübnan'ın haklarına saygı göstermesi ve bu noktaları boşaltması konusunda bir taahhüt alması gerekiyor.

Beşincisi, bu maddelerle ilgili müzakerelere kapı açmak, basitçe, Lübnan'da tarihi okumayanların ve bu tür bir adımın tehlikelerini bilmeyenlerin olduğu anlamına gelir.

Bugün sorumluluk makamında, bu normalleşme sürecinin sonuçlarından sorumlu olduklarının farkında olması gereken şahıslar var ve bu sonuçlar en azından felaket niteliğindedir. Zira düşman, Lübnan'ın direnişin silahlarını zorla bırakmasını istiyor ve bu da bir iç savaşa yol açar. Ayrıca, Lübnan'da bu görevi yerine getirebilecek bir güç yoktur. Burada hatırlatılması gerekenlere, Cumhurbaşkanı Aun'un kendisinin savaştan sonra Amerikalılara, Amerika ve İsrail'in Hizbullah'a karşı yapamadığını kendisinden beklemelerinin doğru olmadığını söylediğini hatırlatmak faydalı olacaktır.

Lübnan'daki sorun, karar alıcıların Suriye'de olup bitenlerin hassasiyetinin farkında görünmemeleri ve Beşşar el-Esed hükümetinin düşüşünden sonraki dönem hakkındaki Batı propagandasının peşinden gitmeleri.

Son dönemde, Ahmed el-Şaraa liderliğindeki geçici rejimin, kıyı bölgelerinde olduğu gibi, otoritesinin sınırlarını ancak kan ve ateşle çizebildiğini fark etmiş olabilirler.

Oysa bu rejim, Amerika ve İsrail'in Kürtler ve Dürziler gibi belirli Suriyeli grupları savunma bayrağını yükseltmesi nedeniyle, Suriye'nin diğer bölgeleri söz konusu olduğunda "son derece akla yatan" bir rejimdir.

Cumhurbaşkanları Aun ve Selam'ın Velid Canbolat ile bir toplantı talep etmeleri ve ondan, sadece Suriye ve Lübnan Dürzilerinin işgal altındaki Filistin Dürzilerinin ruhani liderliği ile normalleşmesine "karşı çıktığı" ve şu anda devam eden normalleşme adımlarını engellerse liderliğinin altındaki zeminin çekilmesiyle ilgili aldığı doğrudan tehditler hakkında sormaları faydalı olabilir.

Hatta bundan çok daha fazlası var. Canbolat, Lübnan Dürzileri arasında bir akım yaratmak için çalışmaların durmaksızın devam ettiğini biliyor.

Lübnan'ın siyasi liderleri, son haftalarda ortaya çıkan şeyin, "Lübnan'ı İsrail ile barış anlaşmalarına doğru sürükleme" projesinin başlangıcı olduğunu anlamıyorlar mı?

Bazı Lübnanlı siyasetçiler, Lübnan'ı müzakere masasına oturmaya zorlamak için doğrudan tehditler alıyor. Bunlar, Lübnan'ın İsrail'in kabul ettiği belirli talepleri yerine getirmemesi durumunda iç savaşla ilgili tehditler.

Lübnan'da yeni bir iç savaş için gereken tüm unsurları hazırlama çalışmaları, herkesin bildiği üzere, tüm hızıyla devam ediyor.

Bu, ülkenin pek çok bölgesinde mezhepsel sloganlar yayan aşırılıkçı grupların yeniden ortaya çıkmasının yanı sıra, ülkenin dört bir yanında silahların dağıtılmasını da içeriyor.

Bu nedenle, Lübnanlı yetkililer, daha önce Lübnan ile İsrail arasında doğrudan görüşmeler yapmayı reddetmiş olanlar da dahil olmak üzere, Amerikalıların normalleşme projesi için zemin hazırlama çabalarını anlamalılar.

Lübnan'ın müzakerelere katılımını konuşmak bile, ülkenin içinde bulunduğu zorlu durumdan ve İsrail'in Gazze ve Lübnan'a karşı sürdürdüğü savaşların sonuçlarından istifade eden bir adım.

Ayrıca, İsrail'in Lübnan'a karşı düşmanca tutumunu sürdürdüğü, Lübnanlı sivilleri hedef almaya devam ettiği ve son savaşta olduğu gibi Lübnan'ın altyapısını ve tesislerini yok etmeye çalıştığı bir zamanda, normalleşme veya barış hakkında konuşmanın yanlış olduğunu vurgulamak gerekir.

Lübnan halkı, ülkesini müdafaa hakkını kullanmak ve İsrail'in saldırılarına karşı koymak için meşru yollar arıyor.

Lübnan'ın bugünkü siyasi liderleri, ülkenin egemenliğini ve bağımsızlığını koruma sorumluluğunu taşıyor.

Bu sorumluluk, dış baskılara boyun eğmemek ve ülkenin çıkarlarını her türlü müzakere veya anlaşmada ön planda tutmak anlamına gelir. Lübnan'ın onuru ve halkının hakları, herhangi bir siyasi hesaptan veya dış baskıdan daha önemlidir.

Sonuç olarak, Lübnan'ın siyasi liderleri, ülkenin tarihsel duruşunu ve halkın çıkarlarını göz önünde bulundurarak hareket etmeli ve herhangi bir normalleşme girişimine karşı uyanık olmalı.

Lübnan'ın kaderi, kendi halkının ellerindedir ve hiçbir dış güç bu kaderi tayin etme hakkına sahip değildir.

Çeviri: YDH