"Suriye halkı her zaman Filistin davasının yanında yer aldı; bu nedenle Siyonist dini proje için sürekli bir endişe kaynağı oldu. ABD, özellikle Türkiye ile ilişkilerinin geleceği bağlamında, hâlâ olasılıkları değerlendiriyor."

YDH - Suriye'de Batılı ülkelerin müdahalelerine karşı çıkan muhalif Dr. Heysem Menna, Suriye sahilindeki katliamların, nefret söyleminin ve mezhepçiliğin tehlikeli sonuçlarını ortaya koyduğunu belirtiyor. El-Ahbar gazetesine verdiği söyleşide Menna, el-Nusra Cephesi/Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) ideolojisinin ve eylemlerinin, bu tür şiddet olaylarını körüklediğini vurguluyor. Suriye'deki mevcut durumun, ülkenin bölünmesi ve iç savaş riskini artırdığına dikkat çeken Menna, uluslararası toplumun ve özellikle Arap ülkelerinin bu tehlikeyi yeterince ciddiye almadığını ifade ediyor.
"Cinayet kelimelerle başlar." Suriye sahillerinde yaşanan korkunç katliamlar, Dr. Heysem Menna'nın aktivist ve insan hakları uzmanı olarak uzun yıllara dayanan deneyiminden çok iyi bildiği bu acı gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.
Dr. Menna, Ruanda soykırımı da dâhil olmak üzere, dünya çapında işlenen insan hakları ihlalleri ve suçlarına ilişkin birçok soruşturmada yer aldı.
Suriye'deki ulusal demokratik muhalefetin önde gelen isimlerinden ve İskandinav İnsan Hakları Enstitüsü/Heysem Menna Vakfı Başkanı Dr. Menna ile bu katliamların arka planı ve Suriye ile bölgenin geleceği üzerindeki olası etkileri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Dr. Menna'nın, sonuncusu Adalet veya Vahşet: Filistin için Evrensel Bir Mahkeme olmak üzere, demokratik değişim, insan hakları, İslam, İslami hareketler ve Batı'nın hegemonya politikaları üzerine çok sayıda eseri bulunuyor.
Suriye sahilinde gerçekleşen katliamların gerçek arka planı nedir?
Özellikle Suriye sahillerinde yaşananların Ruanda soykırımını anımsattığını belirterek, en başından başlamak istiyorum.
Fransız hükümeti, bu ifadeyi kullanmayı erteleyerek ve yaşananları zaman ve mekânla sınırlayarak sorumluluğu kendisinden ve Vatikan'dan uzak tutmaya çalıştı. Fakat insan hakları örgütleri sayesinde bu yalan uzun sürmedi ve 25 yıl sonra Fransa, suça ortak olduğu için özür diledi.
Suriye'nin de imzaladığı "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi"nde soykırım; ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu, bu sıfatla, tamamen veya kısmen yok etme niyetiyle işlenen şu eylemlerden herhangi biri anlamına gelir:
a) Grubun üyelerini öldürmek.
b) Grubun üyelerine ciddi bedensel veya ruhsal zarar vermek.
c) Grubu, tamamen veya kısmen fiziki olarak yok olmasına yol açacak yaşam koşullarına kasten tabi tutmak.
Bugün, Suriyeli erkek ve kadınların, Alevi olmaları nedeniyle öldürüldüğü olaylarla karşı karşıyayız.
El-Nusra Cephesi'nin propaganda ve seferberlik mekanizmasına baktığımızda, bu mekanizmanın, Şam bölgesindeki Alevi varlığına karşı mücadele unsurlarından beslendiğini görüyoruz.
Bağdadi'den ilk ayrılışı veya el-Kaide'den ikinci ayrılışı, mezhepçi nefret söylemini yayma politikasını değiştirmedi. Ebu Musab es-Suri'nin Şam'da Sünniler; Nusayriler, Haçlılar ve Yahudilerle Karşı Karşıya adlı kitapçığı, "cihat" gençlerine öğretilmeye devam ediyor ve İbn Teymiyye'nin farklı inanç ve mezhepleri tekfir eden fetvaları, beşikten mezara kadar okutuluyor.
2014 yılında Ahrar eş-Şam Hareketi lideri, Suriye devrimi saflarında tehlikeli bir akımın yükseldiğini belirterek herkesi "Devrimci Şeref Sözleşmesi"ni imzalamaya çağırdığında, el-Nusra Cephesi bu sözleşmeyi reddetmişti.
El-Nusra Cephesi'nin cevabından şu kısmı aktarıyorum:
"Sözleşme, imzalayan grupların, rejim unsurlarını ve suçlularını intikam ve öç alma duygularından uzak, adil bir şekilde yargılamaya sunmak istediğini belirtiyor. Bu, şeriatın, ağır mürtedlerin İslam'da kılıçtan başka bir cezası olmadığını hükmetmesine aykırıdır. Rejimin tağutları, sembolleri ve dayanakları, yakalandıklarında öldürülmeleri gereken ağır mürtedlerdir: 'Kâbe'nin örtüsüne sarılmış olsalar bile onları öldürün!' Şeriatın hükmettiği meşru bir intikam vardır. Şam halkının intikamını almamak, açık bir ihanettir."
Yeni Evkaf Bakanı'nın en önemli camileri çoğunluğu Suriyeli olmayan ve İslam'ı sadece yasaklama, kâfir ilan etme ve bombalamadan ibaret gören vaizlere teslim etmesi; kontrol noktalarında güvenlik görevlilerinin sürücülere "Sünni misin, Alevi mi?" diye sorması; insanların mezhepsel kimlikleri nedeniyle devlet memurluklarından atılması ve HTŞ'nin 'bilimsel modeli' olarak gördüğü İdlib Üniversitesi'nin internet sitesinde şu ifadelere yer verilmesi, durumun vahametini ortaya koyuyor:"Mekabis mezhebinin (Alevi mezhebi için kullanılan aşağılayıcı kelime) büyükleri, Hama katliamlarına katılarak halkımızı öldürdü ve mallarını çaldı. Gençleri, devrim katliamlarına katılarak bizi öldürdü ve mallarımızı çaldı. Küçükleri ise bize tekrar hâkim olduklarında, katliam ve hırsızlık konusundaki asıllarına geri döndüler. Bu onların aslıdır ve istisnasız pislikten yaratılmışlardır. Büyüklerine saygı göstermeyin, küçüklerine acımayın ve gücünüz yettiğince birliklerini dağıtın. Onlara hak ettiklerini ancak Şeyhülislam İbn Teymiyye vermiştir." Üstelik Şam'daki bir camide Mağribli bir imamın, Şam diyarının Sünni olmayanlardan temizlenmesi çağrısında bulunması... Tüm bunlar, vahşet ateşini körüklemek için yeter de artar bile.
Suriye ordusundan geriye kalan bir grup, suç teşkil eden ve akılsızca bir eylemde bulunarak bir dizi genel güvenlik görevlisini kaçırdı. Bunun üzerine tüm bir mezhebe karşı genel seferberlik ilan edildi ve ırkçı ve mezhepçi söylemlerle dolu olanlar, sivillerden intikam almak için harekete geçti.
Dün teyit ettiğim listede 2100 sivil şehit vardı, ancak sahada çalışan ekibimiz henüz kesin bir sayıya ulaşamadı. Bunu, evlerin yağmalanması, soyulması ve yakılması olayları izledi ve 20 binden fazla insan, hayatlarını kurtarmak için Akkar'a, Alevi olmayan komşu şehirlere ve Hmeymim üssüne kaçmaya başladı.
Suriye'deki yeni rejimin biri açık, diğeri gizli iki gündemi mi var ve bu gündemler, rejimin cumhurbaşkanı ve ekibinin iddia ettiği ideolojik inançlarla uyumlu mu?
Bir gündem mi, iki gündem mi, yoksa üç gündem mi? Asıl soru bu değil. Mısır'daki Cihad Hareketi, eylemlerini ve ilkelerini değiştirdiğinde bazı düzenlemeler yaptı.
İster sol ister sağ olsun, modern partiler de düzenlemeler veya özeleştiriler yapar. El-Nusra Cephesi/Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ise hiçbir zaman yaptığı bir eylemi gözden geçirmedi. Aksine, HTŞ'nin şeriatçıları arasında, tutumlarında kararlı oldukları için iktidara geldiklerine dair derin bir inanç var.
Yüz gündür işlerin nasıl yürüdüğüne bir bakalım: Ordu, polis ve güvenlik güçleri feshedildi ve HTŞ liderleri, bir imza ile general olarak atandı.
Askeri liderlerin (yetkili ve söz sahibi oldukları varsayılarak) şeriatı cumhurbaşkanı olarak seçmek için bir toplantı düzenlemesi yapıldı.
Katılması istenen kişilerin seçildiği ve bu durumun onlara sadece danışmanlık yetkisi verdiği bilindiği halde, "ulusal diyalog" adı altında bir organizasyon düzenlendi.
Yetkinliği, dürüstlüğü veya deneyimi olmayan bir gruba, "Şura Konseyi"ne sunulacak ve yayımlanacak anayasal ilkeleri yazma görevi verildi.
Hayatlarında yerel, bölgesel veya uluslararası bir soruşturma komisyonunda bulunmamış kişilerden bir soruşturma komisyonu oluşturuldu.
Kişisel internet sitelerinde ve sosyal medyada nefret söylemi devam eden kişilerden bir sivil barış komitesi kuruldu... Bu sadece aptallık mı yoksa deneyimsizlik mi? Hakan Fidan'ın sık sık vurguladığı gibi, İdlib'de yedi yıllık başarılı bir deneyim nerede?
Suriye halkının önemli bir kesimi, özellikle İsrail'in Suriye'yi bölmeye yönelik resmi politikası ve ABD'nin bu konudaki büyük desteği göz önüne alındığında, yaşananların tehlikelerini ve durumun ülkenin parçalanması yönünde ilerleyebileceğini hissetmiyor mu?
Önemli bir kesimi mi? Suriye'de, yeni türemiş olanlar da dâhil, parçalanma, bölünme ve iç savaş tehlikelerini hissetmeyen tek bir Suriyeli ile karşılaştınız mı?
İsrail, Suriye meselesine, bir ülke ve halk olarak Suriye'den kurtulma perspektifinden yaklaşıyor. Netanyahu'nun söylemi, Rabin'in bir zamanlar Gazze Şeridi için dilediği "Keşke deniz yutsa" sözünden farklı değil.
Suriye halkı her zaman Filistin davasının yanında yer aldı; bu nedenle Siyonist dini proje için sürekli bir endişe kaynağı oldu. ABD, özellikle Türkiye ile ilişkilerinin geleceği bağlamında, hâlâ olasılıkları değerlendiriyor.
Asıl sorun, Katar hariç Arap ülkelerinin yaşananları anlamaması ve Suriye'deki herhangi bir demokratik değişimin onları hiçbir şekilde ilgilendirmemesi.
Bu nedenle Suriye ordusu ve güvenlik birimlerinin kilit noktalarına yerleştirilen, ideolojik olarak kapalı bir grubun varlığını en son onlar fark edecektir.
Suriye'de çatışma ve bölünme projelerinden, Suriyelilerin çoğunluğuna ek olarak, bölgede ve dünyada kimler zarar görüyor ve olayların gidişatını etkileme güçleri ne düzeyde?
Soruya mantıklı bir cevap vermek gerekirse: Herkes zarar görüyor. Fakat jeopolitik vizyonlarda akıl dışı bir dönemde yaşıyoruz.
Yeni Suriye anayasası hakkındaki düşünceniz nedir?
Pinochet ve Kuzey Kore anayasalarını okudum. Her ikisini de bir diktatör, daha doğrusu kötü niyetli bir diktatörlük hazırlamıştı.
Yüz gündür Suriye'deki diktatörlük yapısını biraz olsun makyajlayacak akıllıca bir karar veya girişim bekliyorum. Fakat Libyalı kardeşlerimizin dediği gibi, "Allah galip." Yani, Allah canını alır ve cumhurbaşkanı ölürse, anayasal bir çıkış yolu gösterin bana...
Yarın (bugün, 18 Mart), Dera'da "Özgürlük ve Onur Devrimi" olarak adlandırılan olayların on dördüncü yıldönümünü anıyorsunuz. Ülkenin ve halkın içinde bulunduğu acı durumu gördüğünüzde bugün ne hissediyorsunuz?
Suriye sahillerindeki toplu katliamlarda hayatını kaybedenler için bugün, bu yılki Nevruz'da veya Ramazan Bayramı'nda bir kutlama yapmayacağız.
Çevreme, kaybettiğimiz aktivistlere bakıyorum: Maan el-Avdat, Muhammed Abdürrezzak eş-Şaraa, Adnan Vehbe, Abdülaziz el-Hayır, Salah el-Avdat, Mahir Tahhan, Meşal Temo, İyas Ayyaş, Reca en-Nasır, Gıyas Matar, Cihad Şelhub, Halil Matuk, Rezzan Zeytune, Vail Hammade, Semira el-Halil, Nazım Hammadi, Mazen Debbağ...
Suriye halkının ve bölgelerinin her kesiminden isimler...
El-Kaide tutukluları, Sednaya Hapishanesi'nden nasıl çıkarılıp onlarla yüzleştirildi? Onlardan sonra çatışmalar nasıl mezhepselleşti ve radikalleşti? Ve dünya, vatandaşlık baharına karşı nasıl bir komplo kurdu?
Fakat bu şehitlerin ortaya koyduğu temel fikirler hâlâ önümüzde dimdik duruyor. O gün, eski rejimin düşüş bayramı tamamlanamadı ve gelin (Suriye) deveden indirilerek güpegündüz tecavüze uğradı. Her türden diktatörlükten kurtulma görevi hâlâ önümüzde ve bölünme, parçalanma ve iç savaş tehlikeleri devam ediyor. Önümüzdeki zorluk hâlâ şu: Ya hepimiz öleceğiz ya da hepimiz Suriyelilere yaraşır bir Suriye'de yaşayacağız.
Çeviri: YDH