"Direnişin silahlarından vazgeçmesiyle arkasında ABD’nin durduğu düşman İsrail'e karşı oluşacak boşluğu kim dolduracak? Direnişin silahından vazgeçmek, güneyin güvenliğini mi artırır yoksa çevresindeki tehditleri mi güçlendirir?"

YDH - Lübnan’da İsrail’in geri çekilmesi ve yeniden inşa vaatleri yetkililer tarafından dile getirilse de, bunun nasıl gerçekleşeceği belirsizliğini koruyor. Amerika ve İsrail'in stratejisi, Lübnan’ı direniş silahından vazgeçmeye zorlayarak ulusal çıkarları tehdit eden bir ikilem yaratmayı ve direnişi suçlu göstermeyi amaçlıyor. El-Ahbar gazetesi yazarı Ali Haydar'a göre de direniş, yeniden inşa kadar silahını da önemsiyor ve Lübnan’ın geleceğini korumak için her iki cephede de kararlılıkla hareket ediyor.
İsrail’in geri çekilmesi ve yeniden inşa taahhüdü, Lübnan’daki üst düzey yetkililerin dilinde sıkça yankılanıyor.
Ancak resmi söylemde, bunun nasıl gerçekleştirileceğine dair izahat eksik.
Bu alanda karşılaşılan en ciddi zorluk şu: Stratejik bir ortamda, gerçek ve somut tehlikeler barındıran gelişmeler ve değişkenlerle dolu bir dönemde, Lübnan’ın varlığını, geleceğini ve gerçekliğini tehdit eden unsurlarla çevriliyken, ulusal çıkar gerçekten düşmanın taleplerini yerine getirerek Lübnan’ı en önemli güç unsurlarından yoksun bırakmakta mı yatıyor?
Amerika ve İsrail'in stratejisinin direnişe karşı bahislerini ve bunun doğurabileceği sonuçlarla riskleri keşfetmek için fazla çaba harcamaya gerek yok.
Bu strateji, Lübnan’ı ve halkını şu iki seçenekle karşı karşıya bırakıyor: Yeniden inşanın engellenmesi, işgal edilen noktalardan çekilmemesi ve saldırıların devam etmesi ya da direnişin silahlarından vazgeçmesi.
Bu stratejinin en önemli unsuru, Lübnan’ın ulusal çıkarları gerçekleştirecek alternatif bir yol izlemesinin kapılarını kapatmak; direnişi mesul tutan, asıl tehdidin kaynağı olan düşmanı değil de direnişi hedef alan siyasi ve medya kampanyaları yürütmek; direnişe ve destekçilerine baskıyı artırmak ve daha da tehlikelisi, düşmanın taleplerine boyun eğmeyi “makul bir seçenek” haline getirmeye çalışmaktır!
Bu planı hayata geçirmek için, direnişin dışarıdan, özellikle İran’dan sağlayabileceği fonlarla yeniden inşanın önüne geçmek adına kapılar kapatılmaya çalışılıyor.
Zira bu, Washington ve Tel Aviv’in Lübnan’ı boyun eğdirmek ve direniş kitlesine baskı yapmak için kullandığı şantaj kozunu ellerinden alır.
Bu strateji, şu duruma yol açmayı umuyor: Yeniden inşa, ancak Batılı ve Körfez’deki bağışçı ülkeler tarafından sağlanan fonlarla mümkün olacak (eğer bu gerçekleşirse) ve bu ülkeler, Hizbullah’ın silahları bırakılmadan para vermeyecek.
Aynı durum, düşmanın güney Lübnan’da hâlâ işgal ettiği noktalardan çekilmesi ve saldırıları durdurması için de geçerli…
Dolayısıyla, direnişin “esneklik” gösterip askeri kabiliyetlerinden vazgeçmesi bekleniyor.
Bu bağlamda vurgulanması gereken şey şu: Direniş için yeniden inşa, silahından daha az önemli değil.
Dolayısıyla direniş, yeniden inşa sürecini başlatmak için elinden gelen her şeyi yapacağı gibi, Lübnan’ın geleceğini ve güvenliğini koruma konusunda direnişini sürdürmek adına da her şeyi yapmaya hazır.
Direnişi hedef alan kampanyaların İsrail'in planının bir uygulaması olarak nitelendirilmesi, yalnızca analiz ve bazılarının yaptıkları ile İsrail planı arasındaki karşılaştırmadan kaynaklanmıyor; aynı zamanda düşman liderlerinin bazı tutumlarından da besleniyor.
Bunlardan biri, eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı Tuğgeneral Amir Baram. 2019’da Kuzey Bölge komutanlığını devraldığı ayda, ordu dergisinde bir makale yazmış ve “ordu, halk ve direniş” denklemini dağıtmanın gerekliliğine odaklanmıştı.
Önerdiği bir dizi fikir arasında şunlar vardı: “Hizbullah’ın Lübnan’ı koruduğu iddiasıyla yürüttüğü çatışmayı, İran’dan gelen talimatlarla gerçekleşiyormuş gibi göstermek” ve Hizbullah’ın faaliyetlerinin “Lübnan’ı korumaktan çok yıkıma sürükleyeceğini” iddia etmek.
Aynı çerçevede, son zamanlarda İsrail’in, Amerikan desteği ve örtüsüyle Lübnan’ı siyasi müzakerelere çekme niyetleri de ortaya çıktı.
Bahane olarak, beşli gözlem komitesinin rolünün sona ermesi ve Mavi Hat üzerindeki çeşitli noktaları ele alma sloganıyla siyasi düzeyde toplantılar başlatılması gösteriliyor.
Dikkat çekici olan şu ki, direnişin silahsızlandırılmasını savunan bazıları, siyasi bir uzlaşma çerçevesinde silah bırakan partilere dair kararları örnek gösteriyor.
Fakat bu karşılaştırma, Lübnan’a yönelik Siyonist tehdidi göz ardı ediyor. Direnişin silahı, ulusal güvenliğe dokunan stratejik bir mesele ve Lübnan’ın geleceği ile kaderiyle bağlantılı stratejik mesajlar içeriyor.
Peki, düşman, direnişin silahlarının teslim edildiği varsayımsal senaryoyu nasıl okuyacak? Bu, onun tahminlerini, seçeneklerini ve politikalarını nasıl etkileyecek? Bu durum, İsrail’in Lübnan’ın siyasi ve stratejik kararları üzerindeki hegemonyasını tam anlamıyla geri getirmesi anlamına gelmez mi?
Direnişin silahlarından vazgeçmesiyle arkasında ABD’nin durduğu düşman İsrail'e karşı oluşacak boşluğu kim dolduracak? Direnişin silahından vazgeçmek, güneyin güvenliğini mi artırır yoksa çevresindeki tehditleri mi güçlendirir?
Ulusal güvenliğin temel ilkelerinden biri, Lübnan’ın gerçekliğine, geleceğine, egemenliğine, güvenliğine, topraklarına ve halkına yönelik tehdit ve tehlikeleri tanımlamaktır.
Peki, bu şahıslar, düşman İsrail'in Lübnan’a yönelik tehdidinin, Lübnan’ın doğal imkanlarının, kaynaklarının ve kapasitesinin sınırlılığı nedeniyle diğer Arap ülkelerine kıyasla daha büyük olduğunu fark ediyor mu? Böyle bir bölgesel ortamda en önemli güç unsurlarından biri terk edilir mi?
Bölgesel ve uluslararası değişkenlerin yönünü ve bunların Lübnan’a yansımalarını öngörebiliyorlar mı? Geçmiş on yıllardaki yansımaları ve sonuçları, gelecekteki değişkenlerin getirebileceklerine hazırlanmak için yeterli değil mi?
Sonuç olarak, şunu kesin olarak söyleyebiliriz: Yeniden inşa ve diğer başlıklar karşılığında direnişin silahlarını teslim alma denklemi kesinlikle başarılı olmayacak.
Düşmanın yıktığı her şey, er ya da geç yeniden inşa edilecek. Hiçbir yerel ya da bölgesel güç, varlığın silahını elinden alamaz.
Koşullar ne olursa olsun, direniş, etkilerini ve tehlikelerini Amerikan ve İsraillilerin fark ettiğinden daha hızlı bir toparlanma temposunda ilerliyor. Bu da onların birçok dosyadaki kararlılıklarını ve aceleciliklerini açıklıyor.
Çeviri: YDH