"İsrail’in saldırıları; bağlamı, temposu ve zamanlaması itibarıyla, ABD’nin Lübnan’daki planının gerekliliklerine göre şekilleniyor."

YDH - Siyonist rejimin güney ve Bekaa bölgelerine düzenlediği geniş çaplı hava saldırısı, Hizbullah’la ilgisi olmayan füzelere yanıt olmaktan öte, ABD’nin Lübnan’da normalleşme dayatmalarını destekleyen bir askeri baskı hamlesi olarak öne çıkıyor. El-Ahbar yazarı Ali Haydar'a göre saldırı, ABD-İsrail mutabakatı doğrultusunda, Hizbullah’ı zayıflatma ve Lübnan’ı İsrail ile normalleşme anlaşmasına zorlama hedefini taşıyor. Lübnan içindeki bazı kesimler ise bu saldırıyı meşrulaştırarak direnişe karşı yürütülen kapsamlı bir savaşın parçası oluyor.
İsrail, Hizbullah ile açıkça hiçbir ilgisi olmayan ve ilkel ahşap platformlardan fırlatılan füzelerin engellenmesinin ardından güney ve Bekaa bölgelerine geniş çaplı bir hava saldırısı başlattı.
Hizbullah, bu olayın siyasi olarak istismar edilmesini -ki buna, sahada halihazırda başvurulmuştu- engellemek için yayımladığı bir yazılı açıklama ile bu füzelerle alakası olmadığını bildirdi.
Ancak daha önemlisi, bu saldırı, belirli siyasi ve güvenlik hedefleri doğrultusunda İsrail’in askeri baskılarını artırmasını gerektiren açık bir siyasi bağlamın tamamlayıcısı olarak geldi.
Bu saldırıdan önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin Lübnan ile İsrail rejimi arasında normalleşme seçeneğini vurgulayan ve Lübnan devletinden bu yönde belirli adımlar atmasını talep eden söylemlerinde bir yükseliş yaşanmıştı.
Bu çerçevede, ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Lübnan ile İsrail arasında bir barış anlaşması yoluyla ilişkilerin normalleştirilmesinin gerçekçi bir ihtimal olduğuna işaret etti.
İsrail'in Lübnan ve Suriye’de saha kontrolüne sahip olmasının, “Hizbullah ve Hamas ortadan kaldırılırsa kapsamlı bir normalleşmenin kapısını açabileceğini” belirtti.
Ayrıca, bu saldırının, geçen 27 Kasım’da ateşkes anlaşmasıyla eş zamanlı olarak şekillenen ABD-İsrail mutabakatının bir yansıması olduğu da belirtilmeli.
Bu mutabakat, İsrail ordusunun Hizbullah’ı ve onun kapasitelerini yok etme hedefini gerçekleştirememesi ve Hizbullah’ın savaşta İsrail’in derinliklerine yönelik artan yanıtlarıyla iyileşme işaretleri göstermesi sonrasında, savaşı farklı bir tempoda ve değişen kurallarla sürdürme taahhüdünü içeriyordu.
Başka bir deyişle, İsrail’in saldırıları; bağlamı, temposu ve zamanlaması itibarıyla, ABD’nin Lübnan’daki planının gerekliliklerine göre şekilleniyor.
ABD’nin Lübnan’dan normalleşme yönünde adımlar atmasını talep etmesi, füzelerin fırlatılmasından önceki siyasi ve medya atmosferinin işaret ettiği üzere, askeri baskıların düzeyini artırmayı gerektiriyordu.
Bu, pratikte, İsrail rejiminin bu füzeleri, zaten engellenmiş olan füzelere yanıt olmaktan çok daha öteye giden bir saldırı için kullanmasıyla hayata geçti.
Güney ve Bekaa’yı dalgalar halinde vurdu, her yöne tehditler savurdu. Böylece, yanıt başlığı altında ABD’nin siyasi baskılarını karşılayacak şekilde askeri olarak isteneni yerine getirmiş oldu.
Dahası, Lübnan içindeki bir koro, saldırıyı meşrulaştırarak düşmanı aklamak ve sorumluluğu direnişe atmakla görevlendirildi.
Bu, direnişe karşı yürütülen kapsamlı savaşta kendilerine biçilen role uygun olarak, siyasi güçler ve medya figürleri tarafından benimsenen bir tercihti; bu savaş, direnişi ortadan kaldırmayı ya da en azından İsrail'le kapsamlı bir normalleşmeyi dayatacak düzeye zayıflatmayı hedefliyordu.
Bu eğilimle paralel olarak, saldırının kapsamını genişletmek, direnişin destekçisi halk üzerinde bilinçli, kademeli ve artan bir baskı yaratmayı amaçlıyor.
Bu, Lübnan halkını saldırıların şiddetlenerek sürmesi ya da ABD-İsrail dayatmalarına boyun eğmek şeklindeki iki seçenek arasında bırakarak olası normalleşme seçeneği için uygun bir ortam yaratmayı hedefliyor. Bu teslimiyetin çok daha ciddi sonuçlar doğuracağı gerçeği ise gizleniyor.
Buna ek olarak, düşman bu saldırı yoluyla, savaş sonrası dönemde Lübnan’daki stratejisini sürdürüyor.
“Hizbullah’ın toparlanmasını önleme” sloganları altında, kapasitelerini yok etmeye çalışıyor. Halbuki saldırılar geniş sivil alanları kapsasıyor. Saha hâkimiyetini pekiştirip, saldırının denkleminin bir parçası olarak daha yüksek bir gerilim tavanı oluşturmayı amaçlıyor; bununla da Lübnan sahasında siyasi sonuçlar doğurmasını bekliyor.
Bu bağlamda, Tel Aviv ve Washington’un mevcut durumu hızla değerlendirme gerekliliği konusundaki değerlendirmelerinden hareketle, düşmanın Lübnan devletini daha dramatik adımlar atmaya itmeye çalıştığı açıkça görülüyor.
Gecikmenin direnişin lehine olabileceği de aşikâr. Bu baskının, ABD-İsrail taleplerine uyulması halinde Lübnan’ın istikrarını da tehdit edebilecek büyük riskler taşıdığı göz ardı edilmemeli.
Dolayısıyla Lübnan devleti, bu saldırıların yoğunlaştığı dönemde, yetkililerinin sıkça tekrarladığı “savaş ve barış kararını elinde tutan bizleriz” sloganını hayata geçirmekle yükümlüdür.
Bu sloganı, özellikle dış saldırıya karşı halkı, egemenliği ve güvenliği savunma sorumluluğunu da içeren bir şekilde, birden fazla yönde somut adımlarla uygulamalıdır.
Aynı zamanda, ateşkes anlaşmasından bugüne kadar başarısız olduğu bir dönemde, bu aşamayı, yükselttiği sloganlardaki güvenilirliğini ve yetkinliğini kanıtlama fırsatı olarak değerlendirmelidir.
Çeviri: YDH