"Görünüşe göre İran Dışişleri Bakanı, doğrudan müzakereyi tercih ediyor, zira yazılı diplomasinin gerçekten zor olduğunu, iki kat enerji ve çok zaman gerektirdiğini düşünüyor."

YDH - Iraklı diplomat ve uluslararası ilişkiler uzmanı Yasir Abdül Hüseyin,, İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin diplomatik müzakere tarzını ve bu konudaki görüşlerini inceliyor. Arakçi'nin müzakereyi bir savaş alanı olarak gördüğü ve sabırlı, stratejik bir yaklaşımla hareket ettiği vurgulayan Hüseyin, İranlı müzakerecilerin başarısında inanç ve ideolojik motivasyonun önemli bir rol oynadığını belirterek, doğrudan ve dolaylı müzakere yöntemleri arasındaki tercihleri de ele alıyor.
Siyaset bilimi literatüründe müzakere, mümkün olanın sanatı açısından profesyonel ustalığın zirvesini temsil eder. Zira müzakere, tarafların anlaşmazlıkları çözmek veya belirli kazanımlar elde etmek amacıyla çözüm bulma arzularını şekillendirdiği sosyal, psikolojik, siyasi ve iktisadi etkileşimlerin birikimli bir sonucudur veya çatışmacı durumların çözülebileceği bir süreçtir.
Aynı zamanda, müzakereyi ve taraflarını siyasi dengede bir potada eriten kültürel bağlamları, hatta kişilikleri, eğilimleri ve yönelimleri açısından yansıtır. Bu nedenle müzakere, baş müzakereciden başlayıp rakip ekibi analiz eden psikolojik uzmana kadar uzanan özel ekiplerin oluşturulması yoluyla kullanılan özel bir metodolojik ekol aracılığıyla modern diplomasinin temel bir unsuru haline gelmiştir.
Müzakere stratejilerinin genel biçimleri farklılık gösterse de, özü çatışmaları sona erdirmek veya belirli kazanımlar elde etmek için orta yol çözümleri aramaktır.
Bu nedenle karar alıcıların değerlendirilmesi, müzakerecileri veya kapalı kapılar ardındaki müzakere mekanizmalarının rolü üzerinden kritik bir hâl almıştır.
İranlı müzakereciden bahsettiğimizde, farklı ve özel bir ekolü temsil eder. Iraklı bir diplomat, bana İranlı müzakerecinin diyalogda yorulmak bilmediğini, sonuçlara ve hedeflere ulaşmak için uzun soluklu olduğunu anlatmıştı.
Belki de bunu, Bağdat'ta gerçekleştirilen İran ile Beş Artı Bir Grubu (P5+1) arasındaki müzakerelerin bir turunda kendi gözlerimle gördüm.
Görünen o ki bu, birikimli bir sonuçtur; hatta İslam kültürü ile İran'ın medeniyet boyutları arasında harmanlanmış İran karakteristiğinin bir başarısı gibi duruyor.
Müzakere dünyasındaki zorlu ölçüt, Winston Churchill'in şu ifadesiyle ilgilidir: "Başınız kaplanın ağzındayken onunla müzakere edemezsiniz."
Umman Sultanlığındaki mevcut müzakerelerde de durum böyle görünüyor: Müzakereye karşı çıkan dişler, müzakereler sürerken tüccar diliyle reddedişlerini güçlü bir şekilde somutlaştırmaya çalışıyor; çünkü bu müzakereler, emlak tüccarı Stephen Witkoff ile görünüşe göre bu dili de anlayan halı tüccarının oğlu Abbas Arakçi arasında gerçekleşiyor.
Son olarak, İran'ın mevcut Dışişleri Bakanı ve müzakereci Dr. Abbas Arakçi'nin Beyrut'taki Dar Haşim tarafından yayımlanan Müzakere Gücü: Siyasi ve Diplomatik Müzakerelerin İlkeleri ve Kuralları adlı kitabını okudum.
Arakçi kitapta müzakereye yeni bir tanım getiriyor: Müzakere aslında bir savaş alanıdır ve onu aşmak, riskler ve gerilimlerle dolu mayınlı bir tarlayı geçmeye benzer; en ufak bir dikkatsizlik yıkıma yol açar. Bu nedenle bu alanda var olmak, saatlerce ön hazırlık ve tetikte olmayı gerektirir.
Kitap, müzakere türlerinden bahsediyor ancak taraflardan birinin seçtiği dolaylı müzakerelerin zorluğuna işaret ediyor; bu durum, iki taraf arasındaki etkileşimin maddi ve manevi maliyetinin çok yüksek olduğu zamanlarda ortaya çıkar.
Arakçi'nin "kimliksel ve bilişsel anlaşmazlıklar" olarak tanımladığı nedenlerden dolayı taraflar doğrudan müzakere yapmak istemeyebilirler, bu da anlaşmaya varmayı zorlaştırır.
Bu tür müzakereler genellikle yavaştır ve pek çok karmaşıklık ve yanlış anlaşılma içerir, ancak bazen kaçınılmaz hale gelir ve müzakere etmemekten daha iyi bir seçenek olur.
Dolaylı müzakerelerde her zaman bir arabulucu aktör bulunur; şartı, müzakere eden tarafların ona ve iyi niyetine güvenmesidir.
Arabulucu, müzakere eden taraflar arasında mesajları iletmeye başlar ve aynı zamanda görüşleri yakınlaştırmaya çalışır.
Arakçi, Umman Sultanlığı'nın daha önce Washington ile Tahran arasındaki doğrudan müzakereler için uygun zemini sağlamada başarılı olduğunu belirtiyor.
Arakçi, Amerikalılarla yapılan ilk toplantıda, dönemin ABD heyeti başkanı William Burns'ün, üçlü bir oturumdaki ön görüşmelerin ardından Umman heyetinden oturumu terk etmesini istediğini söylüyor.
Bugün durum, 2025 dolaylı müzakerelerinde tekrarlanıyor: Taraflar aynı odada oturmuyor, müzakereler aralarında üçüncü bir taraf aracılığıyla, aynı yerde iki ayrı odada yürütülüyor.
Bundan önce de Irak-İran Savaşı'nda ateşkesi öngören 598 sayılı karar müzakereleri gibi dolaylı müzakereler yapılmıştı.
Görünüşe göre İran Dışişleri Bakanı, doğrudan müzakereyi tercih ediyor, zira yazılı diplomasinin gerçekten zor olduğunu, iki kat enerji ve çok zaman gerektirdiğini düşünüyor.
Arakçi, bu nedenle Viyana müzakerelerinde en iyi durumda günde birden fazla yazışma yapmanın mümkün olmadığını söylüyor.
Arakçi, İranlı müzakerecinin önceki anlaşmayı (muhtemelen 2015 nükleer anlaşması kastediliyor) başarmasını sağlayan bir dizi faktörü sıralarken, genellikle devletlerin hesaplarına katmadığı bir faktörü öne çıkarıyor: İnanç ve ideolojik ve ulusal güdülere dayalı imani öz.
Beden dili açısından Arakçi, selefi Cevad Zarif'in güler yüzlü diplomasisinden ziyade "poker suratı" (poker face) tarzını benimseme eğiliminde.
Bu konuda ilk ABD müzakere heyeti başkanı olan William Burns ile yapılan müzakerelerde Burns, uranyum zenginleştirmenin İran için ekonomik bir gerekçesi olmadığını söylediğinde, Arakçi şu yanıtı verdi:
"Amerikalı astronotların Ay'a gitmesinin Washington için ekonomik bir gerekçesi var mıydı? Apollo programlarına Ay'a gitmek için harcanan milyarlarca doların Amerika'ya ekonomik getirisi neydi?"
Bunun üzerine Amerikalı müzakereci, "Ekonomik bir gerekçesi yoktu, ancak uzaya ilk insanı gönderen Ruslara karşı itibari bir yönü ve prestiji vardı," dedi.
Arakçi bunun üzerine, "Bu sözler, İran'ın nükleer programı için de tamamen geçerli," dedi. Müzakereye eşlik eden tehdit konusuna gelince, Arakçi tehdidin siyasi müzakerelerin doğasında bulunduğunu, zira tarafların çok tehlikeli yollara alternatif olarak müzakereyi seçtiğini belirtiyor.
Bu nedenle, müzakereler makul bir anlaşmada çıkarlarını güvence altına alamadığında, daha fazla imtiyaz kazanmak veya tavizleri azaltmayı önlemek için baskı kartları aramak amacıyla müzakere dışı yollara başvurma seçeneği her zaman mevcut.
Ancak Arakçi'ye göre, taraflardan biri tehditte bulunursa, kendi deyimiyle "Samuray kılıcı veya Yemen hançeri gibi" bunu yerine getirmeli.
İranlıların müzakere tarzı, Arakçi'nin kendisinin anlattığı gibi "çarşı pazarlığı" üslubuyla tanımlanır. Arakçi şöyle diyor: "Çocukluk günlerime dair hatırladığım güzel anılardan biri, annemin alışveriş sırasında yaptığı usta pazarlıktır. Sürekli ve sabırla pazarlık yapardı. Bir keresinde yedi veya sekiz yaşlarındayken anneme sorduğumu hatırlıyorum: 'Dükkân sahibi ne fiyat söylerse söylesin sen daha düşük bir değer öneriyorsun, peki bir malın değeri bir riyal ise o zaman cevabın ne olur?' Annem, 'Ona bir riyale iki tane ver derim,' dedi. O zaman, çocukça bakış açımla, bu pazarlık becerisi beni şaşkına çevirmişti!"
Çeviri: YDH