İran ileri atılmalı mıydı?

img
İran ileri atılmalı mıydı? YDH

"Aslında İsrail'in İran'a saldırmasının arkasındaki neden, İran'ın boyun eğmesi değil. Bunu, İran'ın Trump yönetimiyle yürüttüğü ve dolaylı müzakerelere yol açan siyasi tutumundan açıkça görebiliyoruz."




YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Ali Hicazi, İran'ın İsrail'in saldırısını beklemek yerine proaktif bir saldırı düzenlemesinin doğru olup olmayacağını sorguluyor. Yazara göre, İsrail'in asıl hedefi rejim değişikliği olduğu için saldırı kaçınılmazdı ve İran'ın pasifliğiyle ilgili değildi. Bu nedenle Hicazi, İran'ın henüz bitirici bir darbe vuracak güce sahip olmadığını ve erken bir hamlenin düşmanın zamanlamasıyla yıpratıcı bir savaşa yol açacağını ifade ediyor.

İran'ın küresel hegemonyaya karşı etkin bir direniş örneği teşkil eden çatışma modeli, özellikle de bölgemizdeki devletlerin egemenlik bağımsızlığına düşman Batılı güçlere karşı yürüttüğü mücadeleci tavır, hem siyaset ve askeriye alanında yer alan hem de bu konularla hiçbir ilgisi olmayan geniş bir kesim tarafından askeri teorilerin odak noktasını oluşturuyor.

İran, bölgede yaşanan her olayda eleştirilerin hedefi oldu ve özellikle Filistin topraklarında konuşlanmış Siyonist düşmanla doğrudan çatışma konusunda, kendisine nasıl mücadele etmesi gerektiğine dair eğitici teoriler yağmuruna tutuldu.

İran, bu düşmanlığa açıkça taraf olduğunu belirtmekle kalmaz, aynı zamanda bu durumu İran İslam Cumhuriyeti'nin doktrinini şekillendiren devrimin temel ilkelerinden biri olarak kabul eder.

Yaklaşık bir buçuk yıl önce Aksa Tufanı dönemine girmemizle birlikte, İran'ın savaş stratejisi meselesi yeniden gündeme geldi.

Bazıları bu durumu, Siyonistler ve arkalarındaki Amerika ile olan çatışmanın özünü etkileyen temel bir sorun olarak gördü.

Diğerleri ise İran'ın bu akılcı ve bilgece yolunu ve mücadele yöntemini savundu. Bu süre zarfında, ki hâlâ devam ediyor, düşmanlar bu çelişki üzerinden oyun kurdu ve sanal topluma, İsrail'e düşmanlık besleyen güçler arasında, özellikle de İran ve Hamas arasında ayrılık ve fitne yaratacak anlatılar aşılandı.

İran'ın Hamas'ı terk edip kaderine bıraktığı iması yapıldı. Bu ikilem, İsrail'in Lübnan'a yönelik kapsamlı saldırısı sırasında bir kez daha gündeme getirildi.

Şimdi, İran'ın geniş çaplı bir İsrail saldırısına maruz kalmasıyla birlikte, bazıları İran devletinin tuzağa düştüğünü ve eğer savunma tedbirleri ve "teorik" caydırıcılık uygulamalarıyla yetinmeyip çatışmada ileri "atılsaydı" bu "tuzaktan" kurtulabileceğini öne süren bir söylem ortaya çıktı.

Peki, İran gerçekten ileri atılmalı mıydı? Ya da en azından çatışmanın şiddetini artırmalı mıydı? Daha fazla müdahale etmesi gerekir miydi? Ve bu müdahalesi, müttefiki olan direniş güçlerinin maruz kaldığı büyük zararı ve saldırıları önleyebilir miydi?

Şüphesiz ki düşman, cuma sabahı İran'a karşı başlattığı saldırgan adım için iyi hazırlanmıştı. Böylece Netanyahu, Gazze'de başlayıp Lübnan, Suriye, Yemen ve şimdi de İran ile devam eden askeri hamlesinin zirvesine ulaşmış oldu.

Elbette düşmanın her cepheden ayrı hedefi var. Bu konuya burada girmeden, İsrail'in İran'daki hedefinin, onu kendisine karşı yürütülen çatışma dairesinin dışına çıkarmak olduğunu belirtmek yeterli.

Bu da ancak kendisine düşman olan rejimin devrilmesiyle mümkün. Görünen o ki İsrail, geçtiğimiz yıllar boyunca bu iş için hazırlık yapmış.

Bu hamleyi durdurabilecek tek şey, İran'ın inisiyatifi ele almasını ve İsrail'in askeri ve güvenlik alanlarındaki ilerleyişini dizginlemesini sağlayacak bir sürprize sahip olması.

Başka bir deyişle, İran'ın en kötü senaryolara, bu saldırının başlangıcında işaretleri görülen büyük bir güvenlik zafiyeti gibi durumlara karşı kendini hazırlamış olması ve askeri kapasiteyi sekteye uğratacak herhangi bir güvenlik açığının etkilerini ortadan kaldıracak tüm alternatifleri hazırlamış olması gerekir.

Peki, eğer İran savunma yerine inisiyatifi önceden alıp taktiksel bir saldırı başlatsaydı, düşman bu adımı atmaya cesaret edebilir miydi?

— Aslında İsrail'in İran'a saldırmasının arkasındaki neden, İran'ın boyun eğmesi değil. Bunu, İran'ın Trump yönetimiyle yürüttüğü ve dolaylı müzakerelere yol açan siyasi tutumundan açıkça görebiliyoruz. İran bu müzakereleri yüksek bir siyasi tavanla yürütmüş ve müzakere doğasının dışına çıkan aşağılayıcı tavizler vermeyi reddetmişti. Aksine, Amerika ve İsrail'in İran ile olan sorunu, İran'ın yüksek tavanı ve her iki ülke için de asıl sorunu teşkil eden kimliksel ilkelerine bağlılığıdır. Dolayısıyla sorun, İran'ın ilkelerden ve değerlerden taviz veren alışılmadık geri adım atması değildi.

— Düşman, askeri hamlesinin başlangıcından itibaren hareketinin temelini oluşturan çeşitli faktörlere sahipti. Bunların başında, dünyadaki teknoloji kaynaklarını kontrol eden ülkeler tarafından desteklenen muazzam istihbarat kapasitesi geliyor. Bu durum, kendisine yük olan ve projesine tehlike arz eden sahalara sızmasını kolaylaştırdı. Tehdit seviyelerine göre öncelik sıralaması yaptı ve bu listenin en başında büyük olasılıkla İran yer alıyordu. İran sahasına karşı güvenlik alanında harcanan çabanın ve saldırı anına hazırlık için gereken askeri teçhizatın boyutunu hayal etmeliyiz.

— İran ile Siyonist düşman arasındaki mevcut çatışmanın doğası, İran'ın düşmana saldırması için en uygun anı, düşmanı nakavt darbesiyle kırabilecek ve böylece onu ikameci anlamda yok edip kırılmasını ve gitmesini sağlayacak bir güce sahip olduğu moment olarak belirliyor. Fakat bu an, İsrail'in askeri gücü ve sınırsız Amerikan ve Batı desteği gibi sahip olduğu avantajlar göz önüne alındığında, bir şekilde hâlâ uzak görünüyordu. İran'ın coğrafi ve yüzölçümü bakımından üstünlüğüne rağmen, bu avantajı geçersiz kılan şey, başlı başına bir imparatorluğu temsil eden küresel destektir.

— Tüm bunlar, savaşı İran için son seçenek, başka bir deyişle sadece savaşın dayatılmasıyla ortaya çıkacak bir zorunlu seçenek hâline getiriyor.

— Yıpratma teorisi, İran'ın "ileri atılması" durumuna uygulanamaz, çünkü Siyonist düşman İran'ı işgal etmemektedir. Dolayısıyla hedefi, 2000 yılına kadar Lübnan'da olduğu gibi toprağı özgürleştirmek değildir. İran, düşman kendisini hedef almaya karar verdiğinde, onu saldırısından vazgeçirmek amacıyla yıpratma yöntemine başvurur. Bu mevcut çatışma turunda da olması beklenen budur.

— İsrail'in geçtiğimiz aylarda elde ettiği başarılar, onu her zaman saldırıda inisiyatif alan taraf yaptı; tüm çatışma cephelerinde saldırı anını kollayan bir konuma getirdi. Zira bu aşamada güç dengeleri değişti ve İsrail için tehdit artık eskisi gibi tehdit değil. Bu, Direniş Ekseni'nin tüm bileşenlerini zayıflatma ve Siyonist projenin önündeki engelleri kaldırma "görevini" tamamlamak için onun fırsatıdır. Bu durumda, Tahran'ın kalbinde büyük bir komutanın suikastı gibi bir olay olsa bile, tuzağa çekilmeye karşılık vermek denklemde kaybettirir.

İsrail'in İran'a saldırmış olması ise, bahsettiğimiz bu verileri geçersiz kılmaz. Bu adım, belirttiğimiz gibi düşmanın asıl hedefi ve hamlesiyle bağlantılı.

Bunu ne İran'ın ileri atılması ne de saldırı inisiyatifi, hatta askeri tırmanış bile engelleyemezdi. Bütün bunlar sonuçta ufku olmayan bir yıpranmaya, İran'ın yıllar boyunca biriktirdiği ve düşmanlarıyla karşılaşmak için hazırlandığı gücün gerilemesine yol açacaktır.

Ayrıca İran, düşmanlarının zamanlamasıyla çatışmaya girecektir ki bu, askeri bilimde ölümcül bir hatadır.

Çeviri: YDH