Uzmanlar, İran'ın İsrail saldırılarına rağmen hava kuvvetlerini devreye sokmamasını farklı nedenlerle açıklasa da İsrail medyası Calcalistech’e göre İran, hava gücünü doğrudan çatışma için değil, olası bir küresel savaş senaryosu için yedekte tutuyor.

YDH- İsrail merkezli ekonomi ve teknoloji haber sitesi Calcalistech’in bildirdiğine göre, İsrail’in İran hava sahasında Haziran 2025’te gerçekleştirdiği kapsamlı hava saldırısı sırasında İran Hava Kuvvetleri’nin devreye girmemesi, uzmanlar tarafından “üç temel nedene” bağlanıyor.
Hava kuvvetlerinin temel görevinin, ülke hava sahasını korumak ve düşmanın hava üstünlüğü sağlamasını engellemek olduğu ifade edilen yazıda, İsrail’in İran’a yönelik başlattığı saldırıda bu prensibin İran tarafından uygulanmadığına dikkat çekildi. İsrail’in saldırısı kapsamında, istihbarat toplama girişimleri, birlik indirme teşebbüsleri, hedeflere yönelik saldırılar ve geniş çaplı bombardıman girişimlerinin gerçekleştiği hatırlatılarak, İran’ın neden buna karşılık vermediği sorgulandı.
İsrail kaynaklarına göre, İran topraklarında yaklaşık 1.500 hedefin vurulduğu, hava savunma sistemlerinin %80’inin ve balistik füze rampalarının yarısının etkisiz hale getirildiği, İran’ın “stratejik uzun kolunun” kırıldığı öne sürüldü. Uzmanlara göre, bu düzeyde bir saldırı karşısında her ordu karşılık vermeye çalışır; ancak İran Hava Kuvvetleri’nin sessiz kalmasının arkasında farklı nedenler olabilir.
Analistlere göre ilk olasılık, İran’a ait savaş uçaklarının operasyonel yetersizliğidir. İran’ın hava kuvvetlerine genel olarak yeterli yatırım yapmadığı, İranlı savaş pilotlarının yılda ortalama 100 saat uçtuğu, bu sürenin Rusya’da yaklaşık 120 saat, NATO’da ise en az 180 saat olduğu belirtildi. Ancak bu verilerin tüm birlikler için geçerli olmayabileceği vurgulandı. İran’ın, karmaşık sistemleri ambargolara rağmen uzun yıllar boyunca “işler halde” tutabildiği hatırlatıldı. Örneğin, F-14 uçakları 1976’da temin edilmesine rağmen, 1979’daki devrim ve ambargolar sonrasında da “operasyonel kalmayı başardı.” Bu başarıda, parça kanibalizasyonu (eski ya da çalışamaz durumdaki uçaklardan yedek parça temin edilmesi) ve yerli yedek parça üretiminin etkili olduğu ifade edildi.
FMSO adlı ABD ordusuna bağlı bir araştırma kurumu tarafından yapılan bir değerlendirmede, İran’ın yüksek bakım maliyetli uçaklar için simülatör ağırlıklı eğitim sistemi kurduğu ve böylece uçuş saatlerindeki açığı kapatmayı hedeflediği belirtildi. Calcalistech’e göre bu da “İran’ın uçaklarını uçurmak istese bunu yapabilecek kapasitede olduğunu” gösteriyor olabilir.
İkinci neden olarak, İran’daki geniş hava savunma ağı ile hava kuvvetleri arasında yeterli koordinasyon bulunmaması gösterildi. Böyle bir durumun, uçakların dost ateşi riskiyle karşı karşıya kalabileceği ve hava savunma bataryalarının da sınırlanabileceği belirtildi. Ancak bu görüşe karşı çıkanlar, son on yılda İran hava kuvvetleri ve hava savunma sistemleri arasında büyük çaplı tatbikatlar yapıldığını, 2025 başında eğitimlerin iki katına çıkarıldığını hatırlattı.
Üçüncü ve daha güçlü görülen ihtimal, İran’ın savaş uçaklarının, İsrail saldırılarına karşı teknolojik ve sayısal olarak yetersiz kalmasıdır. Elinde bulunan F-14, F-5 ve Phantom gibi uçakların, modern İsrail savaş uçakları karşısında etkili olamayabileceği, dolayısıyla İran’ın tüm filosunu kaybetmemek adına uçakları devreye sokmadığı öne sürüldü.
Ancak yazar, bir başka neden daha olduğunu ifade etti: İran’ın hava kuvvetlerini bu tür saldırılarda kullanmak için değil, “çok daha büyük ve tehlikeli bir senaryo için sakladığı” görüşü dile getirildi. Bu görüş, İran Hava Kuvvetleri’nin yapısal biçimi ve tarihçesi ile ilişkilendirilerek temellendirildi.
Karşılaştırmalı olarak, İsrail Hava Kuvvetleri’nin temelinde “saldırgan doktrin” olduğu, uzun menzilli hava harekâtı yapabilecek uçaklarla donatıldığı, yakıt ikmali uçakları ve insansız hava araçlarıyla desteklendiği ve bunun, caydırıcılığı sağlama ve düşman topraklarında savaş yürütme amacı taşıdığı belirtildi. Bu stratejinin temellerinin, David Ben Gurion’un 1953’te yayımladığı bir makaleye dayandığı ve burada “savaşın yalnızca düşman sahasında yapılması gerektiği” fikrinin benimsendiği aktarıldı.
İran Hava Kuvvetleri’nin ise “farklı bir çizgide” ilerlediği, başlangıçta Batı ekipmanına ve yöntemlerine dayansa da İran-Irak Savaşı ve sonrasında uygulanan ambargolar nedeniyle “büyük değişiklik” geçirdiği belirtildi. “Ambargolar nedeniyle yeni uçak alınamaması ve mevcutların bakımının zorlaşması sonucu İran’ın uzun süreli savaşlarda hava gücünü koruma ve güç aktarımını başka unsurlara devretme stratejisi geliştirdiği” aktarıldı. Bu durumun “İran füze programını ortaya çıkardığı” ifade edildi.
1991 Körfez Savaşı’nın İran’a büyük bir ders verdiği, saldırgan bir hava doktriniyle ABD ve müttefiklerine karşı konulamayacağını fark ettirdiği ve bunun sonucunda “İran’ın kendi hava sahasını büyük bir hava savunma ağı ile donattığı” aktarıldı. “Bu sistemlerin çoğunun yerli üretim olduğu, S-300 benzeri sistemlerin ve Bavar-373’ün İran topraklarının derinliklerinde konuşlandırıldığı, böylece İran’ın stratejik derinlik kazandığı” ifade edildi.
Yazar, “İran’ın savaş uçaklarını doğrudan müdahale yerine, stratejik istihbarat, hedef tespiti ve yönlendirme amacıyla kullanabileceğini” ileri sürdü. Özellikle Hürmüz Boğazı gibi küresel enerji ticareti açısından hayati öneme sahip bölgelerde, F-14 uçaklarının radar sistemleriyle birlikte “uçan sensör ağı” işlevi görebileceği ifade edildi. Bu yapı sayesinde İran’ın, Körfez’deki hareketliliği izleyebileceği ve gerektiğinde füze sistemlerini hedeflere yönlendirebileceği değerlendirildi.
Geçmişte, 1981 yılında İran Hava Kuvvetleri’nin Irak derinliklerine 3.500 km’lik bir saldırı gerçekleştirdiği, bu harekâtta F-14’lerin ana gücü oluşturan Phantom uçaklarına radar kalkanı ve erken uyarı sağladığı hatırlatıldı. Bu deneyimin, “İran’ın savaş uçaklarını yalnızca çatışma için değil, istihbarat ve hedefleme için de etkin biçimde kullandığını” gösterdiği belirtildi.
Sonuç bölümünde, İsrail’in “Yükselen Aslan” adını verdiği operasyona dair tüm ayrıntıların henüz açıklanmadığı, İran’ın da konuya dair bilgi paylaşmadığı ifade edildi. Ancak eldeki bilgiler ışığında, “İran Hava Kuvvetleri’nin doğrudan çatışmaya sokulmayarak stratejik amaçlar için muhafaza edildiği, bu nedenle saldırıya karşılık verilmemesinin bilinçli bir tercih olduğu” ileri sürüldü.
Calcalistech, bu durumun İran’ın askeri doktrini hakkında ipuçları verdiğini belirtti: “İran Hava Kuvvetleri’nin asıl görevi doğrudan angajman değil, daha geniş kapsamlı bir savaş senaryosunda stratejik üstünlük sağlamaktır.”