Lübnan'da 1998'den bugüne cumhurbaşkanlarının "silahların teslimi" meselesine yönelik tutumları nasıl farklılaştı?

YDH - Lübnan'da Hizbullah'ın silahları meselesi, Taif Anlaşması'ndan bu yana devam eden bir tartışma konusu. El-Ahbar gazetesi, yayımladığı değerlendirmede Emil Lahud'un direnişi desteklemesinden Mişel Süleyman'ın "diyalog" girişimlerine ve Mişel Aun'un ittifakına kadar farklı cumhurbaşkanlarının bu konudaki yaklaşımlarını inceliyor. Mevcut durumda ise, Jozef Aun'un cumhurbaşkanlığı döneminde, ABD'nin "havuç ve sopa" politikasıyla desteklediği uluslararası baskılar altında konunun yeniden gündeme geldiği ve kritik bir hükümet toplantısının planlandığı belirtiliyor.
Lübnan hükümeti, işgalci İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmeyi sürdürdüğü ve Lübnan topraklarından tamamen çekilmeyi reddettiği dönemde, artan uluslararası baskıların devam ederken, silahların devletin elinde toplanması dosyasını görüşmek üzere salı günü Baabda Sarayı'nda kritik bir toplantı yapmaya hazırlanıyor.
Bu gerçekliği göz önüne alarak direnişin destekçileri, bu koşullarda Hizbullah'ın silahsızlandırılması konusunun düşmanın çıkarlarına hizmet ettiğini düşünüyor; zira silah, herhangi bir yeni saldırıya karşı temel bir caydırıcı unsur teşkil ediyor.
Lübnan İç Savaşı'nın sona ermesi ve 1989'da Taif Anlaşması'nın onaylanmasından bu yana, silahların devletin elinde toplanması ilkesi, devletin inşası ve egemenliğinin yeniden tesis edilmesinin temel direklerinden biri olarak öne çıktı.
Bu ilke silahlı güçlerin çoğunu kapsasa da Hizbullah'ın silahı, işgalci İsrail'e karşı meşru bir "direniş silahı" olarak ele alındı ve bugüne kadar birbirini izleyen hükümetlerin bakanlık beyanlarında açıkça veya dolaylı olarak yer aldı.
İsrail'in 2000 yılında çekilmesi ve ardından 2004'te 1559 sayılı uluslararası kararın çıkmasıyla, devletin İsrail'den gelecek herhangi bir tehdide karşı koyma kapasitesinin zayıflığına rağmen bu silahla ilgili tartışmalar yeniden alevlendi.
O tarihten bugüne kadar bu dosya, yaklaşımları silahı zımnen desteklemek ile ulusal bir savunma stratejisi çerçevesinde kademeli olarak entegre etme çağrısı arasında değişen birbirini izleyen cumhurbaşkanları için daimi bir meydan okuma oldu.
Peki, Lübnan'da 1998'den bugüne cumhurbaşkanlarının "silahların teslimi" meselesine yönelik tutumları nasıl farklılaştı?
Emil Lahud (1998–2007): Direniş denkleminin sabitlenmesi
Emil Lahud'un cumhurbaşkanlığı, Lübnan tarihinde, direnişin 2000 yılında güneyin kurtarılmasının ardından yeni bir konumlanma sergilediği ve özellikle 1559 sayılı kararın çıkmasıyla Hizbullah'ın silahsızlandırılması yönündeki uluslararası baskıların arttığı kritik bir döneme denk geldi.
Bu bağlamda Lahud, direniş seçeneğini müzakereye kapalı, egemen bir ulusal tercih olarak tamamen benimseyen kararlı bir tutum sergiledi.
Lahud, direnişin toprakların kurtarılmasında oynadığı rolü tanımadan hiçbir ulusal güvenlik yaklaşımının tamamlanamayacağına inanıyor ve Hizbullah'ın silahını, devam eden işgal ve İsrail tehditleri karşısında "savunma amaçlı bir zorunluluk" olarak görüyordu.
Ayrıca bu silahın "Taif Anlaşması ile çelişmediğini, bilakis işgal koşullarında onun bir uzantısı olduğunu" düşünüyordu.
Dış baskılara rağmen Lahud, görev süresi boyunca "savunma stratejisi" üzerine herhangi bir ulusal tartışma başlatmadı ve silahı devletin denetimine alma konusunu gündeme getirmedi.
Zira bu konuyu bir iç mesele olarak görüyor ve dış baskılara maruz bırakma girişimini egemenliğe bir müdahale olarak değerlendiriyordu. Bu durum, sonradan "Ordu, Halk ve Direniş" denklemi olarak bilinen yapıyı pekiştirdi.
Mişel Süleyman (2008–2014): Silahı anayasallaştırma girişimi
Mişel Süleyman, 7 Mayıs 2008 olayları ve 8 Mart ile 14 Mart güçleri arasındaki derin bölünmenin ardından Lübnan tarihinde kritik bir dönemde cumhurbaşkanlığı görevini devraldı.
Seçilmesi, şiddetli iç çatışmalar dönemini sona erdiren Doha Anlaşması uzlaşısının bir parçası olarak yerel ve uluslararası bir mutabakatla gerçekleşti.
Süleyman, görev dönemine, başta Hizbullah'ın silahı olmak üzere ihtilaflı konuların tartışıldığı bir platform olan Ulusal Diyalog Masasını yeniden etkinleştirerek siyasi hayatı yeniden düzenleme girişimiyle başladı.
Ayrıca bu silahı, devletin egemenliğine halel getirmeden Lübnan'ın korunmasını garanti altına alacak bir "ulusal savunma stratejisi" çerçevesine oturtmaya çalıştı.
Bu teşebbüs, Haziran 2012'de, Lübnan'ın iç istikrarını korumanın bir zemini olarak bölgesel ve uluslararası çatışmalardan uzak tutulması çağrısında bulunan Baabda Bildirgesi ile doruğa ulaştı.
Bildirge, güvenlik ile siyaset arasındaki iç içe geçmişliği kontrol altına almayı ve Lübnan'ın çatışan bölgesel eksenlerle olan bağını koparmayı amaçlayan net bir siyasi vizyonu temsil ediyordu.
Fakat Suriye savaşının patlak vermesi ve Hizbullah'ın bu savaşa askeri olarak müdahil olmasıyla, Suleiman'ın projesi, bölgesel koşulların ve savaşın Lübnan'a sıçrama endişelerinin dayattığı yeni bir fiili durum denklemiyle çatıştı.
Mişel Aun (2016–2022): Silahın destekçisi
Mişel Aun, 2016 yılında, temel direği Hizbullah ile olan sağlam ittifakı olan büyük bir siyasi uzlaşı sonrası Baabda Sarayı'na geldi.
Bu ittifak sadece taktiksel değildi; Aun bunu, direnişin silahını devam eden İsrail tehditleri ve özellikle devletin tam bir savunma kapasitesi inşa etmedeki acizliği karşısında ulusal bir ihtiyaç olarak gördüğünü belirten açık destekleyici tutumlarla ifade etti.
Aun, "Ordu, Halk ve Direniş" denklemini tamamen benimsedi ve Hizbullah'ın silahının ordunun rolüyle çelişmediğini, bilakis özellikle İsrail tehlikesi ve terörle mücadelede onu tamamladığını vurguladı.
Aun, savunma stratejisi veya silahların kademeli olarak toplanması konusunda yeni bir ulusal tartışma başlatmadı ve kendi ifadesiyle "uygun bölgesel koşullar" oluşana kadar dosyayı askıda tutmayı tercih etti.
Bu tutum, seksenlerin sonunda silahlı örgütlerle açık bir çatışmaya girdiği ve silahın münhasıran ordunun elinde olmasının en ateşli savunucularından biri olduğu dönemdeki çatışmacı pozisyonlarından dikkat çekici bir dönüşümü temsil ediyordu.
Jozef Aun (2025'ten bugüne): Dış destekli yeni bir dönem
Jozef Aun, İsrail'in Lübnan'a yönelik son saldırısının ardından 9 Ocak 2025'te Baabda Sarayı'na geldi. Selefinin aksine Jozef Aun, Hizbullah da dahil olmak üzere tüm silahlı güçlerin silahlarının Lübnan ordusuna teslim edilmesi yönünde net talepler ortaya koydu ve bunu devletin egemenliğini yeniden tesis etmenin ve istikrarını sağlamanın temel şartı olarak gördü.
Nevaf Selam başkanlığında kurulan mevcut hükümet sonrası dönem, devletin otoritesini tesis etmeyi ve silah tekelini kurmayı taahhüt eden yeni bir siyasi kimlik olarak "silahların toplanması dönemi" şeklinde sunuldu.
Bu söylem, cumhurbaşkanı ve başbakanın açıklamalarında ortaya çıktı, fakat bu açıklamalar ile devam eden İsrail'in ihlalleri arasındaki tutarsızlık, dönemi Lübnan'daki fiili durum ve İsrail tehdidiyle çelişen bir erteleme durumuna soktu.
Salı günkü toplantı, Amerika'nın silahların çekilmesi için belirli bir takvim oluşturulması yönündeki baskılarıyla eş zamanlı olarak gerçekleşiyor ve bu durum uluslararası mali destek ve yeniden imar ile ilişkilendiriliyor.
Amerika Birleşik Devletleri sürece yoğun bir şekilde dahil oldu ve ABD elçisi Tom Barrack'ın tutumları, Hizbullah'ın silahsızlandırılmasının önünü kademeli olarak açmak için uluslararası ve siyasi kolaylıklar karşılığında kendisinin de "havuç ve sopa" olarak nitelendirdiği, teşvik ve yaptırımlardan oluşan karmaşık ve metodik bir teşebbüsü temsil etti.
Ondan önce Beyrut'a gelen elçi Morgan Ortagus ise Hizbullah'ın silahsızlandırılması yönünde daha kararlı bir tutum sergilemişti.
Bunun yanı sıra, Barrack'ın değiştirilebileceği ihtimaline dair konuşmalar Beyrut'un hesaplarında ek bir belirsizlik faktörü oluşturdu ve salı günkü toplantıya yeni bir karmaşıklık katmanı ekledi.
Çeviri: YDH