"Bugün sorulması gereken, HTŞ'nin yatırımları temel sektörlere ve geri kalmış bölgelere yönlendirerek kalkınma hedefi gözetip gözetmeyeceği, yoksa yatırımcıların tercihlerini mi esas alacağı."

YDH - Suriye'de HTŞ rejiminin son dönemde imzaladığı 28 milyar dolarlık yatırım anlaşmaları, şeffaflık ve seçim kriterleri konusunda ciddi soru işaretleri doğurdu. Projelerin çoğu, eski rejimin uygulamalarını hatırlatan biçimde siyasi ittifaklar ve doğrudan kararnamelerle belirlendi. Yerli yatırımcılar dışlanırken, büyük altyapı ve hizmet projeleri fizibilite çalışmaları yapılmadan hızla duyuruldu. El-Ahbar yazarı Ramazan el-Hekim'in değerlendirmesine göre, HTŞ'nin yatırım politikasının geçmişten farklı olmadığı yönündeki tepkileri güçlendirdi.
Yaklaşık üç hafta önce Şam’da yayımlanan bir bildiri, yatırım projelerinin seçiminde izlenen yöntemleri ve Katar, Suudi Arabistan, Türkiye gibi ülkelerden şirketlerle yapılan sözleşmeleri eleştirdi.
“Suriyeli iş insanları” imzasıyla duyurulan bildiride, son dönemdeki “yatırım şenliklerine” dair beş temel soru gündeme getirildi: Açıklanan projelerde şeffaflık ve ciddi fizibilite çalışmalarının yokluğu, yatırımcı şirketlerin seçilme mekanizmalarındaki şüpheli yöntemler, yeterliliği tartışmalı şirketlerin kimliği, geçici yönetimin “kader belirleyici anlaşmalar” imzalama konusunda anayasal ve hukuki yetkisinin olup olmadığı ve Suriyeli iş insanlarının dışlanması.
Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejiminin yaklaşık 28 milyar doları bulan tüm mutabakat zabıtları ve yatırım anlaşmaları ise iki büyük soruya yanıt vermedi: Birincisi, bu projelerin nasıl ve hangi kriterlerle seçildiği.
Rejimin “iyileşme” olarak tanımladığı sürecin önceliklerinde bu projelerin yeri neydi? İkincisi ise yatırımcı şirketlerin neden ve nasıl seçildiği. Neden bu şirket, diğeri değil? Neden Suudi şirket, örneğin bir Emirlik şirketi değil?
Üç proje kategorisi
İmzalanan sözleşmelerin ardından yükselen itiraz ve eleştiriler hükümet tarafından dikkate alınmadı. Kamuoyuyla dosyanın ayrıntıları paylaşılmadı. Bu yaklaşım, eski rejimin politikalarını andırdı.
Önceki dönemde de kimi şirketler, ya doğrudan mali çıkarlar ya da siyasi ittifaklar üzerinden yatırım imtiyazları elde etmişti.
Bir iş insanına göre eski rejim, fosfat, gübre, liman ve enerji gibi alanlarda Rus ve İran şirketlerine geniş imtiyazlar tanımıştı.
Bugünkü hükümet de müttefiklerine, emlak, enerji ve ulaştırma gibi sektörlerde büyük fırsatlar sunuyor. İş insanı, “Politika ve ekonomi her ülkede iç içedir, sorun yok. Ama bu durum, ülkedeki tüm yatırım fırsatlarını belirleyen genel bir çerçeve haline gelmemeli,” dedi.
2000’den 2024’e kadar, savaş öncesi ve savaş döneminde yatırım ortamının işleyişi üç ana kategoriye ayrılabilir:
İlk kategori, siyasetin ön planda olduğu projeler. Yatırımlar, ekonomik getiriden çok siyasi getirisine göre seçildi. Çoğu, ilgili bakanlıklarla “rıza yoluyla sözleşme” usulüyle yapıldı. Savaş öncesinde Körfez ve Türk şirketleri, savaş sürecinde ise Rus ve İran şirketleri bu yolla imtiyaz kazandı.
Yeni rejim de aynı usulü uygulamaya çalışıyor. Hatta kısa süre önce, eski rejimin bir Rus şirketiyle imzaladığı bir sözleşmede “devletin aleyhine” maddeler olduğu gerekçesiyle soruşturma açılması talimatı verildi.
İkinci kategori, bakanlıklar ve özellikle Yatırım Kurumu ile Turizm Bakanlığının ilan ettiği yatırım fırsatlarından doğdu. Bunlar doğrudan sözleşmeye açık ya da teklif çağrısıyla seçilen projelerdi.
Üçüncü kategori ise yatırımcıların bizzat sunduğu fırsatlardan oluştu. Otel ya da gıda üretim tesisi gibi projeler için ilgili makamlardan izin talep edildi.
Her ne kadar bu projelerin her ilin ve sektörün yatırım vizyonuyla uyumlu olması gerekse de, geçmişte bu başarılamadı. Zira yatırım yasası ancak 2021’de değiştirildi ve Batı yaptırımları nedeniyle etkisi sınırlı kaldı.
Bugün sorulması gereken, HTŞ'nin yatırımları temel sektörlere ve geri kalmış bölgelere yönlendirerek kalkınma hedefi gözetip gözetmeyeceği, yoksa yatırımcıların tercihlerini mi esas alacağı.
Kararnameyle yatırımlar
HTŞ rejiminin önceki rejimlerden pek farkı görünmüyor. Cazip yatırım fırsatları hâlâ kararnamelerle tahsis ediliyor, şeffaf ve objektif prosedürlerle değil.
Örneğin, Şam Uluslararası Havalimanının işletilmesi için uluslararası teklif çağrısı neden yapılmadı da doğrudan bir şirkete verildi? Ya daha kârlı bir seçenek vardıysa? Kim hesap verecek? Bu sorular, imzalanan tüm mutabakat zabıtları ve sözleşmeler için geçerli.
Bir yatırımcı, “Bizim de çok sayıda yatırım fikrimiz var. Ama bunları hayata geçirmemize izin verilecek mi, yoksa başkalarına mı verilecek, eski rejim döneminde olduğu gibi bilmiyoruz,” dedi.
Yatırımcı, el-Ahbar’a konuşarak şu sözleri ekledi: “Savaş yılları, esasen yerli yatırımcının güvenilir olduğunu gösterdi, yabancının değil. Yabancı yatırımların çoğu durdu, ama yerli tesisler bombalar, top atışları ve keskin nişancıların gölgesinde bile çalışmaya devam etti.”
HTŞ sadece beş aydır görevde. Fakat şimdiden büyük projeler ilan edildi: başkent için metro, Şam havalimanının geliştirilmesi, gökdelen inşaatları.
Oysa bu çapta projeler, ekonomik ve toplumsal fizibilite çalışmaları için uzun zaman ister. Anlatılana göre bakanların çoğu, kendi arşivlerini açıp eski rejim döneminden kalan projeleri seçti.
Böylece Deyr ez-Zor elektrik santrali, Hama’daki kentsel dönüşüm, Şam metrosu gibi eski projeler yeniden gündeme getirildi.
Çeviri: YDH