Lübnan hükümetinin Hizbullah'ın silahsızlandırılmasına ilişkin açıklaması, ülkenin yapısal çelişkilerini ortaya koyan ve köklü bir çözüm sunmaktan ziyade riskleri geçici olarak yönetmeyi amaçlayan bir adım olarak öne çıktı. Plan, iç savaş ihtimalini erteleyerek ve ABD'nin baskıları dengelemeye çalışarak mevcut krizi çözmek yerine geçici olarak askıya alıyor.

YDH - Lübnan hükümetinin geçen cuma günü ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planına ilişkin yaptığı açıklama, protokol icabı atılmış bir adım veya geçici bir siyasi krizi aşma girişiminden ibaret değil.
Açıklama, Lübnan'ın kuruluşundan bu yana devlet yapısına egemen olan ve hem bugününü hem de geleceğini şekillendiren derin yapısal çelişkileri gözler önüne serdi.
Kırılgan dengeler üzerine kurulan ve varlığını bölgesel müdahaleler ile uluslararası uzlaşılara borçlu olan bu yapı, bugün kendisini anlık bir siyasi ikilemden öte, bizzat varoluşunu, rolünü ve işlevini sorgulatan bir açmazın içinde buluyor.
Lübnan, temel tercihlerini özgürce şekillendirme kararına sahip doğal bir devlet olmaktan ziyade, iç çatışmalara sahne olduğu kadar dış etkilere de açık bir alan niteliği taşıyor.
Bu bağlamda bakanlar kurulunun açıklaması, mevcut denge ve ittifak ağını yansıtan bir ayna işlevi görüyor ve çözüme yönelik bir ufuk açmak yerine mevcut çıkmazı yeniden üretiyor.
Bu durum, Lübnan'ı sadece anlık siyasi boyutla sınırlı kalmayan, devletin yapısını tehdit eden bir dizi tehlikeyle karşı karşıya bırakıyor.
İç ve dış tehlikeler
İç siyasette en büyük tehdit, hükümetin kendi açıklamasına aykırı hareket etme ve Lübnan'ın birliğini tehdit eden fay hatlarını yeniden canlandırma ihtimalinde yatıyor.
Zira silahsızlanma konusu teknik bir tartışma değil, kimliklerin ve aidiyetlerin kesiştiği, devlet ve güvenlik kavramlarına ilişkin çelişkili vizyonların çarpıştığı varoluşsal bir tartışma.
Silahsızlanmanın güç kullanarak veya baskıcı bir takvimle dayatılması, sokakları ateşe verecek ve devleti ile kurumlarını bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak bir fitil olabilir.
Dış düzeyde ise tehlikeler daha karmaşık görünüyor. Açıklama, Lübnan'ı yalnızca bölgesel güç dengelerini yeniden şekillendirmek için bir deneme sahası olarak gören ABD, İsrail ve Suudi Arabistan'dan gelecek artan baskılara kapı aralıyor.
En derin tehlike ise Lübnan'ın, her zaman olduğu gibi, çözüm yerine erteleme döngüsünde sıkışıp kalması.
Mevcut uzlaşı, silahsızlanma talebi ile bu silaha bir savunma gücü olarak duyulan ihtiyaç arasındaki temel çelişkiyi çözme kabiliyetinden yoksun, geçici bir düzenleme.
Stratejik seçenekler
Bu karmaşık durum karşısında Lübnan, nihai çözümler sunmaktan çok, krize uyum sağlama ve onu yönetme mekanizmalarını belirleyen bir dizi seçenekle karşı karşıya.
Hükümetin açıklaması, özünde, anlaşmazlıkları çözme aracı değil, riskleri yönetme aracı. Söz konusu açıklama, hükümetin çökmesini önlemede, siyasi çekişmeleri kontrol altına almada ve zayıf ekonomiye sınırlı bir nefes alma alanı sağlamada başarılı oldu.
Fakat sağlanan bu iç ateşkes, çelişkileri ele almak yerine dondurmaya dayandığı için kırılganlığını koruyor.
Açıklama, savunma düzeyinde Lübnan ordusunu direnişle doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçındırmayı amaçladı. Bu, risk yönetimi mantığı çerçevesinde akıllıca bir seçenek, zira bu yönde atılacak herhangi bir adımın askeri ve siyasi olarak yıkıcı sonuçları olacak.
Bu nedenle plan, uygulamasını İsrail'in anlaşmalara uymasına bağlayarak topu dış aktörlerin sahasına attı ve iç savaş hayaletini, geçici de olsa, uzaklaştırdı.
Müzakere alanında ise açıklama, Lübnan hükümetine, anlaşmaları sistematik olarak ihlal etmeye devam eden İsrail'in karşısında, uluslararası mutabakatlara bağlı bir taraf olarak kendini sunma fırsatı verdi.
Bu koz, doğru kullanıldığı takdirde, uluslararası toplumu İsrail'i işgal altındaki topraklardan çekilmeye ve saldırılarını durdurmaya zorlamak için bir baskı aracına dönüşebilir.
Ancak bu seçeneğin başarısı, genellikle bölgesel hesaplar ve dış baskılarla kısıtlanan Lübnan'daki siyasi iradenin varlığına bağlı.
Açıklamanın İsrail stratejisindeki yeri
İsrail, Hizbullah'ın silahlarını güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit ve saldırgan ve yayılmacı stratejisinin önünde bir engel olarak görüyor ve bununla bir arada yaşanamayacağını düşünüyor.
Tüm savaşlara ve saldırılara rağmen İsrail bu silahları yok etmeyi başaramadı; bilakis bu silahlar, güneyi yeniden işgal etme macerasına karşı caydırıcı bir unsur olarak kaldı.
Bu nedenle, Lübnan'ın bu silahları koruyan bir iç formülü hayata geçirme yönündeki her türlü teşebbüsü, İsrail'in stratejisine doğrudan bir tehdit teşkil ediyor.
Aksa Tufanı'nın ardından İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir'in ifade ettiği "sürekli taarruzla korunan dinamik üstünlük" anlayışına dayanan yeni güvenlik doktrini ışığında, Lübnan'ın anlaşmalara bağlı kalması, aşılması gereken bir engel olarak görülüyor.
İsrail'in saldırılarını sürdürmesi ve Lübnan sınırında daha fazla noktayı işgal etmesi de bunu açıklıyor.
Açıklamaya daha geniş bir açıdan bakıldığında üç temel boyut ortaya çıkıyor:
— İhtifalın yönetimi: Açıklama, silahsızlanma talebi ile ona duyulan ihtiyaç arasındaki çatışmayı çözmedi, bilakis süresiz olarak erteledi.
— Krizin dondurulması: Sahadaki gerçekler değişmeden herkesin kısmen memnun olmasını sağlayan gri bir alan yaratarak krizi dondurdu.
— Meşruiyetin genişletilmesi: Lübnan'ı uluslararası hukuka bağlı bir taraf olarak sunarak meşruiyet alanını genişletti. Fakat ABD ve Batı'nın İsrail'e verdiği destek göz önüne alındığında, bu bağlılığın tek başına somut sonuçlar doğurması beklenmiyor.
Sonuç olarak, bakanlar kurulunun açıklaması, Lübnan'daki kriz yönetimi mekanizmalarının yoğunlaştırılmış bir örneğini temsil ediyor: Krizi erteliyor ama engellemiyor; ülkeye bir nefes alma imkanı sağlıyor ama krizin kökenine inmiyor.