‘’Sahadaki gerçekler, İsrail'in öngörülerinin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kıldı. Hizbullah liderliği ve komuta sistemindeki direnç, ardı ardına gelen ağır darbelerin tam bir çöküşü gerçekleştiremediğini ortaya koydu.’’

YDH- Unews’te yayımlanan analiz, Lübnan’a yönelik gerçekleştirilen saldırıda İsrail'in sahaya sürdüğü yeni nesil operasyonlar ve suikast programını mercek altına alıyor. Saldırının koordineli bir teknolojik savaş programı çerçevesinde yürütüldüğünü vurgulayan Unews, programın güvensizlik ve tedirginlik ortamı oluşturmayı amaçladığını ancak Hizbullah'ın dayanıklılığının Siyonist varlığın hedeflerini sınırladığını ortaya koyuyor.
2024 yılında Lübnan’a yönelik gerçekleştirilen saldırının birinci yıldönümünde, dikkat çeken en önemli unsurlardan biri, koordineli bir teknolojik savaş ile sistematik suikastları bir araya getiren, “saldırı programı” olarak adlandırılabilecek yapının varlığı oldu.
Bu programın temelinde, bilgiyi toplama aşamasından karar alma ve nihai darbeye kadar uzanan bütünlüklü bir zincir yer alıyor. Her aşama, bir sonrakinin zeminini hazırlıyor ve bu zincirin doruğunu suikast eylemleri oluşturuyor.
Stratejik hedef, hem açıkça ifade edilen hem de örtük biçimde var olan unsurlarıyla, hedef alınan tarafın yapısal bir çöküş yaşamasını sağlamak. Saldırı tamamlandığında, karşı tarafın karşılık verme kapasitesini felce uğratmak; iletişim, liderlik ve moral birliğini hedef alan darbelerle dengesini bozmak ve etkisiz hâle getirmek amaçlanıyor.
Programın ilk aşamalarında gerçekleştirilen “çağrı cihazı” ve “telsiz” saldırıları, Hizbullah’ın örgütsel yapısına yatay bir darbe niteliği taşıyordu. Bu saldırılar yalnızca bazı unsurları saf dışı bırakmak veya kadroları sahadan çekmek amacı gütmüyordu; esas hedef, hem savaşçılar hem de kamuoyu nezdinde güvensizlik ve tedirginlik ortamı yaratmaktı.
Bu sistemli medya saldırısını, sosyal medya platformları ve düşman kanalları üzerinden yürütülen yoğun bir bilgi kirliliği ve korku kampanyası tamamlıyordu. Direniş unsurlarının kullandığı ilkel iletişim cihazlarına patlayıcılar ve tuzak düzenekler yerleştirildiği yönündeki haberlerle iletişim kanalları sekteye uğratıldı; kadroların dikkati dağıtıldı ve zihinlerde panik ile tedirginlik hâli oluşturuldu.
Aynı zamanda kampanya, direnişin güvenlik dokunulmazlığını hedef alarak imajını zedelemeyi ve içerisinde ajan ağlarının bulunduğu fikrini yaymayı amaçladı. Bu durum, iç güven ilişkilerini zayıflatarak örgütün yapısını sarstı; kadrolar doğrudan iletişim kurmak zorunda kaldıklarında, takip ve suikastler çok daha kolay hâle geldi.
Operasyon, ‘Rıdvan’ komutanlığında özel harekâtların öncüsü sayılan birliğe yönelik ağır bir darbe amacıyla, komutan İbrahim Akil ve kurmay ekibinden bazı isimlerin suikastıyla daha da üst bir seviyeye taşındı. Planlayıcılar, bu eylemle direnişin belkemiğine güçlü bir darbe indirmeyi hedefledi.
Bu saldırıların hedefi, İsrail’in güvenlik ve istihbarat alanındaki üstünlüğünü göstermek ve düşmanın üst düzey komuta kademelerine sızma yeteneğini kanıtlamaktı. Amaç, moral gücünü zayıflatmak ve hassas saha komutanlıklarının hızla toparlanma kapasitesini sekteye uğratmaktı.
Planlayıcı, bu darbelerle aynı zamanda merkezi bir birliği fiilen çatışma sahasından çıkarmayı hedefledi. Bu, söz konusu birliğin örgütlü karşılık verme veya cephe hatlarını savunma gibi görevlerde etkin rol almasını engelleyecek; ardından gelmesi planlanan geniş çaplı saha baskısı ve kitlesel göç dalgalarının önünü açacaktı.
Güney Lübnan’daki hava harekâtı, taktiksel ve stratejik hedefleri gözeterek geniş alanları sakinlerinden arındırmayı ve bir tür zorunlu göç dayatmayı amaçladı. Saldırının hedefi yalnızca maddi ve manevi zarar vermekle sınırlı değildi; planlayıcılar, bölgede neredeyse tamamen boşaltılmış bir alan oluşturarak hedef takibini kolaylaştırmayı ve uzun vadeli saldırılar düzenlemeyi mümkün kılacak bir zemin yaratmayı amaçladı.
Bu girişim, uluslararası kararların maddelerini yeniden şekillendirme çabasını da içeriyor. Hedef, önceki kararların ölçütlerini değiştirerek ateşkes ve geri çekilme mekanizmalarına yeni şartlar dayatmaktı; bu da sahadaki demografik ve coğrafi dengelerin kalıcı olarak dönüştürülmesine işaret ediyor.
Düşmanın stratejisi, artan bombardıman baskısı ve göç dalgalarının şiddetiyle, liderliği sarsmak ve iletişim ağlarını karıştırarak hızla derinleşen bir çöküş ortamı yaratmaktır. Bu, halk desteğini meşgul eden ve liderliği asıl görevlerinden uzaklaştıran büyük bir iç baskı yaratır.
Eşzamanlı göç dalgası ve koordinasyon kanallarının aksaması, örgütsel ve siyasi kapasitenin tükenmesine yol açar. Liderler, savunmasızlıklarını artıran acil toplantılar yapmak zorunda kalır; bu toplantılar ise doğrudan hedef haline gelmelerini kolaylaştırır. Bu aşamanın bir diğer amacı, direnişin roket gücünü zayıflatarak, son safhada gerçekleştirilecek suikast operasyonları için daha elverişli bir saha ortamı hazırlamaktır.
Hizbullah Genel Sekreteri Şehit Seyyid Hasan Nasrullah’a yönelik suikast, planlanan programın zirvesini temsil ediyor. Bu suikast, direnişçi kitlelerin etrafındaki koruyucu örtüyü kaldırmayı ve hem tabandaki hem de liderlikteki manevi ruhu zayıflatmayı hedefliyor. Planlayıcıların varsayımı şudur: Merci kişiliğin ortadan kaldırılması, direnişin karar mekanizmasını çökertir, destek tabanı koruma görevinden vazgeçer ve örgütün dayanışma ile ortak koordinasyon yeteneği kaybolur.
Bu durum, içeride siyasi değişikliklere ve direnişin bölgesel varlığında gerilemeye kapı aralar. Aynı zamanda, bu ölümcül darbe, iç ortamı mültecilere ve savaşçılara karşı düşmanca bir hâle getirerek toplulukların direnişe olumsuz tutum geliştirmesini kolaylaştırmayı da amaçlamaktadır.
Beklenen senaryoya göre, planlayıcılar direniş sisteminde tam bir çöküş öngörüyordu: Liderliğin dağılması, kontrolün kaybedilmesi, savaş hatlarından kaçışlar ve bunun sonucunda geniş çaplı sızmalar, yüz binlerce kişinin yerinden edilmesi ve iç çatışmaları tetikleyecek kaotik bir ortamın doğması hedefleniyordu.
Ancak sahadaki gerçekler, bu öngörülerin yeniden değerlendirilmesini zorunlu kıldı. Liderlik ve komuta sistemindeki direnç, ardı ardına gelen ağır darbelerin tam bir çöküşü gerçekleştiremediğini ortaya koydu. İşgal altındaki topraklara yapılan roket saldırıları, insansız hava araçları ve balistik füze atışları, baskılara rağmen örgütün dayanma kapasitesinin sürdüğünü gösterdi.
Sınır noktalarına yönelik sızma girişimlerinin acımasızca geri püskürtülmesi, düşman medyasının iddia ettiği gibi, mücahitlerin moralinin bozulmadığını kanıtladı. Yerinden edilen kişilerin çeşitli bölgelere kabulü ve barındırılması, direnişe karşı planlanan iç çatışma tetikleme programının sınırlı etkisini ortaya koydu.
Şüphesiz, Hizbullah ve direniş unsurlarına uygulanan ağır darbeler, onları zayıflatmayı ve hızla saf dışı bırakmayı amaçlıyordu; böylece düşman, uzun ve maliyetli bir savaştan kaçınmayı hedefliyordu. Ancak sahadaki gerçeklik, roket saldırılarının devam etmesi ve işgal altındaki bölgelerde hedeflerin genişletilmesi şeklinde kendini gösterdi. Ardından bölgesel aktörlerin etkili müdahalesi, çatışmayı daha kapsamlı ve tırmandırıcı bir yöne taşıdı.
Bu durum, direniş kitlesinin moralini yükseltti ve çatışmanın dinamiklerinde köklü bir değişime yol açarak bölgeyi gerilimin giderek arttığı yeni bir aşamaya taşıdı. 2024 yılında gerçekleşen saldırının birinci yıldönümünde varılan sonuç şudur: Teknolojik programlar ve sistematik suikastlar, planlanan hedeflere tam olarak ulaşamamıştır. Savunma yapan örgütlerin direnci ve sosyal-politik yapıları, planlayıcıların öngördüğü yıkımı engellemede belirleyici olmuştur.
Çeviri: YDH