‘’Parti'nin varlığı, ABD-İsrail normalleşmesinin kaçınılmaz bir kader haline gelmesini engelleyen şeydir. “Hizbullah’sız bir normal Ortadoğu” söylemi, aslında Amerikan-İsrail projesinin sözde “normalleşmesini” engelleyenin Hizbullah’ın gücü olduğunun itirafından başka bir şey değildir.’’

YDH- El-Meyadin yazarlarından Sundus el-Esad, İsrail yanlısı tutumuyla bilinen ABD Senatörü Lindsey Graham'ın, Ortadoğu’da barış, istikrar ya da “normalleşme” olarak adlandırılan sürecin ancak Lübnan İslami Direnişi - Hizbullah ortadan kaldırılır veya silahsızlandırılırsa gerçekleşebileceği yönündeki açıklamalarını değerlendiriyor. El-Esad'a göre siyonist senatörün sözleri, Hizbullah’ın bölgedeki ABD-İsrail planlarının önündeki en büyük engel olduğunu kabul etmek demek. Son olarak el-Esad, Hizbullah’ın halk desteğinin sadece bir askeri güç değil, aynı zamanda toplumsal-siyasal bir hareket olduğunu ortaya koyduğunu da öne çıkarıyor.
ABD Senatörü Lindsey Graham, “Hizbullah var oldukça Ortadoğu’da normalleşme mümkün değildir” dediğinde, bu sözler sıradan bir Cumhuriyetçi kongre üyesinin geçici bir beyanı değildi.
Graham, aslında ABD-İsrail stratejisinin sahadaki ve siyasetteki gerçeği nasıl okuduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyordu: Hizbullah, “kapsamlı normalleşme” projesinin ve bölgenin Tel Aviv ile Washington’un çıkarlarına göre yeniden dizayn edilmesinin önündeki en büyük engeldir.
Onun sözleri basit görünse de sıradan bir siyasi retoriğin çok ötesine geçiyor; Batı ve İsrail medyasının yıllardır işlediği “yenilgi” söylemini paramparça ediyor. Zira Hizbullah gerçekten yenilmiş olsaydı, Graham hiçbir “normal Ortadoğu” için onun silahsızlandırılmasını önkoşul olarak öne sürmek zorunda kalmazdı.
Bu şart, hareketin hâlâ denklemin merkezinde olduğunu ve hiçbir bölgesel projenin onun gücünü aşamayacağını ortaya koyuyor. Dolayısıyla “yenilgi” söylemi, yalnızca karşıt bir bilinç üretme aracına dönüşüyor; oysa Amerikan açıklamaları bile Direniş’in hâlâ en caydırıcı güç olduğunu kabul ediyor.
Sahadaki veriler de bu sonucu destekliyor: Aralık 2023 ile Eylül 2025 arasında Amerikan MQ-9 Reaper insansız hava araçları, Lübnan üzerinde onlarca sorti gerçekleştirdi. Bu görevler saatlerce, bazen 18 saat aralıksız sürdü; aynı anda üç insansız hava aracının Güney, Bekaa ve Büyük Beyrut semalarında uçtuğu oldu.
Araştırma ve Geliştirme Birliği Merkezi’ne göre, bu araçlar sadece görüntü almakla kalmıyor; iletişimleri dinliyor, şifreleri çözüyor ve Hellfire 3 füzeleriyle saldırı kapasitesi taşıyor.
Daha da önemlisi, bu uçuşlar sivil havacılık makamlarıyla hiçbir koordinasyon olmadan yürütülüyor; birkaç kez neredeyse hava felaketine yol açacak tehlikeli durumlar yaşandı.
Buna rağmen Washington, bu açık egemenlik ihlalini sorun olarak görmüyor; aksine, 2023’te başlayan “Aksa İntifadası”ndan bu yana İsrail’in korunması için bir “güvenlik gerekliliği” olarak meşrulaştırıyor.
Özünde bu Amerikan yaklaşımı, Graham’ın sözünü ettiği “normalleşmeyi” değil; tam tersine, Washington’un Lübnan’a ve tüm bölgeye dayattığı anormalliğin kalıcılaştırılmasını ifade ediyor. Egemenlik ihlalleri ve tüm istihbarat imkânlarının İsrail’in çıkarları için seferber edilmesi, bu anormalliğin en açık göstergeleri.
Böylece paradoks daha da berraklaşıyor: Graham, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını “normalleşme” adına talep ederken, kendi ülkesinin sahadaki uygulamaları en uç “anormalliği” sürdürüyor.
Ne var ki Washington’un görmezden geldiği gerçek, Lübnan halkının bambaşka bir yöne doğru ilerliyor olmasıdır. Nitekim Şubat 2025’te Hizbullah Genel Sekreterleri için düzenlenen cenazelerde ortaya çıkan kitlesel manzaralar bunun en çarpıcı göstergesiydi.
Güney’de, banliyölerde ve Beyrut’ta yüzbinlerce insan sokaklara döküldü. Bu benzeri olmayan tablo, halkın Direniş ile kurduğu derin ve sarsılmaz bağın canlı bir ifadesi oldu.
Bu kalabalıklar sadece duygusal bir refleks değildi; güçlü bir siyasi mesajdı: Direniş, yalnızca silahlı bir örgüt değil, halkın vicdanına kök salmış toplumsal-siyasal bir harekettir!
Bu toplumsal kökleşme sandığa da yansıdı. Son belediye seçimlerinde Direniş listeleri ve müttefikleri, Güney ve Bekaa’da önemli kazanımlar elde etti. Bu sonuç, kamuoyunun hâlâ bu seçeneği benimsediğini ve “yenilgi” söyleminin geniş halk tabanı üzerinde etkili olmadığını açıkça gösterdi.
Bu gerçekler karşısında Direniş’in içerdeki muhalifleri—özellikle Beyrut’taki ABD büyükelçiliğiyle bağlantılı çevreler—siyasi ve hukuki yollarla durumu dengelemeye yöneldi.
Seçim yasasında değişiklikler gündeme getirildi; temsilin yeniden dağıtılması ya da yeni mekanizmaların, özellikle yurtdışındaki seçmenlere ilişkin düzenlemelerin eklenmesi tartışılıyor. Amaç, Direniş güçlerinin parlamentodaki ağırlığını azaltmak ve kurumlar içindeki etkinliğini zayıflatmak.
Tüm bu girişimler tek bir stratejik çizgide birleşiyor: Hizbullah askeri ya da toplumsal düzeyde yenilemiyorsa, onu hukuk ve anayasa üzerinden kuşatma altına almak.
Fakat bu manevralar, aynı zamanda Amerikan kampının Lübnan’da yaşadığı çıkmazı da gözler önüne seriyor. Direniş’e yönelik halk desteği arttıkça ve bu destek somut bir seçim gücüne dönüştükçe, dış baskılar da İsrail’le normalleşmeye hizmet edecek yasaları dayatma arayışına giriyor.
İşte tam da bu noktada Graham’ın sözleri daha açık bir anlam kazanıyor: O, yalnızca silahlardan değil; Direniş seçeneğinin tümden denklemin dışına itilmesinden bahsediyor. Yani onun sahadaki, siyasi ve toplumsal gücünün bütünüyle dağıtılmasından.
Fakat bu hedef gerçekliğe tosluyor. Lübnan’daki halk sahnesi—liderlerin cenazelerinden belediye seçimlerine kadar—Direniş’in savunmada çöküş yaşayan değil, aksine caydırıcılık dengesiyle korunan ve yenilenen halk desteğiyle güçlenen bir aktör olduğunu ortaya koyuyor.
Dahası, tehditkâr olması beklenen Graham’ın söylemi, aslında örtük bir itirafa dönüşüyor: “Ortadoğu, Hizbullah yenilmeden normalleşmeyecek.” Yani Parti'nin varlığı, ABD-İsrail normalleşmesinin kaçınılmaz bir kader haline gelmesini engelleyen şeydir.
Sonuç olarak, “normal Ortadoğu” söylemi ile Amerikan ihlalleri, seçim yasası manevraları ile yükselen halk desteği arasındaki denklemin tek gerçeği şudur: Hizbullah yenilmedi ve yenilmeyecek!
Hizbullah, askeri, siyasi ya da medya savaşlarıyla karşı karşıya kalsa da, halkın vicdanına ve sahaya kök salmış varlığı, onu denklemin daimi gücü haline getiriyor.
Dolayısıyla “Hizbullah’sız bir normal Ortadoğu” söylemi, aslında Amerikan-İsrail projesinin sözde “normalleşmesini” engelleyenin Hizbullah’ın gücü olduğunun itirafından başka bir şey değildir.
Çeviri: YDH