Paradigmaların mücadelesi

img
Paradigmaların mücadelesi YDH

"Yeni dönemin tam ölçekli stratejik rekabet ortamında, yalnızca teknolojik ve doktrinel değişimlere hızla uyum sağlayabilen devletler güvenliklerini ve çıkarlarını koruyabilecektir."




YDH - 7 Ekim sonrası İsrail, savunma doktrinini köklü biçimde değiştirerek “önleyici saldırı” ve “tek taraflı eylem” stratejisine yöneldi. Bu yeni yaklaşım, İran’ı doğrudan “birincil tehdit” konumuna yerleştiriyor ve askeri hazırlıkların merkezine Tahran’la olası bir çatışmayı koyuyor. Islamic World News portalının değerlendirmesine göre, İran’ın caydırıcılık doktrini ve savunma politikalarını kapsamlı biçimde güncellemesi kaçınılmaz hale geliyor.

7 Ekim saldırılarının ardından Siyonist rejim, savunma doktrinini “caydırıcılık ve kontrol” anlayışından “önleyici saldırı ve tek taraflı eylem” stratejisine dönüştürmüştür. 2006 yılındaki yenilgilerden köken alan bu yaklaşım, artık İran’ı “birincil tehdit” olarak tanımlamakta ve askeri bütçe ile hazırlıkların odağını Tahran’la muhtemel bir çatışmaya yöneltmektedir. Bu değişim, bölgesel güvenlik dengelerini köklü biçimde sarsmakta ve İran’ın caydırıcılık değerlendirmeleri ile güvenlik politikalarını yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılmaktadır.

Birinci Senaryo: Önleyici Saldırılar Yoluyla Bölgesel Hegemonyanın Pekiştirilmesi

Bu senaryo, gerçekleşme olasılığı düşük görünse de, rejimin hedefi kendini “bölgesel süper güç” olarak konumlandırmak olacaktır. Jerusalem Post’un 2024 tarihli analizine göre, “İsrail güncellenen savunma doktrininde, düşmanlarının kapasitesini zayıflatmayı ve tehditlerine karşı ön almayı içeren ‘bölgesel süper güç’ tüzüğünü uygulayacaktır.” Bu senaryoya göre rejim, ABD’nin zımni desteğini alacak ve uluslararası endişelere rağmen tek taraflı eylemlerini sürdürecektir. Bu çerçevede, İran’ın nükleer tesislerine saldırı olasılığı oldukça yüksektir; özellikle de 2025 raporuna göre İran uranyumu yüzde 60 oranında zenginleştirme aşamasına ulaşmışken. Rejim, İran’ın askeri altyapısını yok etmek için siber saldırılar, özel operasyonlar ve hava bombardımanlarının bir kombinasyonunu tercih edebilir.

Felç Edici İlk Darbe

Savaş bu senaryo çerçevesinde gerçekleşirse, rejimin eylemleri “felç edici ilk darbe” (Paralyzing First Strike) doktrinine dayanacaktır. Bu stratejinin amacı, çatışmanın ilk saatlerinde düşmanın karşılık verme kapasitesini ortadan kaldırmaktır. “Şok ve dehşet” (Shock and Awe) kavramına dayanan bu strateji, 21. yüzyıl teknolojileriyle güncellenmiş olup dört aşamadan oluşur:

Birinci Aşama: Düşmanın komuta, kontrol, iletişim, bilgisayar, istihbarat, gözetleme ve keşif (C4ISR) ağlarını felç etmek amacıyla geniş kapsamlı siber saldırılar. Bu yöntem, 2025 Haziran Savaşı’nda kripto para borsalarından 90 milyon doların çalınmasına ve Bank Sepah’ın veri altyapısının yok olmasına yol açmıştı.

İkinci Aşama: Mossad tarafından toplanan bilgilerle yürütülen, “insani ve yapay zekâ” unsurlarının birleştiği hedefli suikast operasyonları. Bu operasyonlar, üst düzey komutanları ve nükleer program uzmanlarını ortadan kaldırmayı amaçlar.

Üçüncü Aşama: Seyir füzeleri, akıllı bombalar ve daha dirençli hedefler için yalnızca Amerikan B-2 bombardıman uçaklarıyla taşınabilen GBU-57 tipi süper ağır delici bombalarla ardışık hava saldırı dalgaları.

Dördüncü Aşama: Sınırlı kara operasyonlarıyla stratejik noktaların ele geçirilmesi ve sonraki operasyonların yürütülebileceği “güvenli bölgeler”in oluşturulması.

Bu dört aşamalı yaklaşım, 2025 Haziran Savaşı’nda kısmi bir başarıyla uygulanmıştı. Ancak İran, 1500 kilogramlık savaş başlıklarına sahip “Hayber Şiken” balistik füzeleriyle Tel Aviv ve Hayfa rafinerisine bazı hasarlar vermeyi başardı.

Orantısız Yanıt Stratejisi

Bu senaryoda rejimin davranışını belirleyecek en önemli özellik, “hesaplanmış orantısızlık” (Calculated Disproportionality) olacaktır. Bu ilke, Dahiye Doktrini temelinde şekillenmiştir. Yani rejim, her tehdit ya da saldırıya kasıtlı biçimde orantısız ve yıkıcı karşılık verecektir; amaç, düşmanın her türlü düşmanca eyleminin maliyetini dayanılmaz hale getirmektir. Örneğin 2025 Haziran Savaşı’nda İran’ın rejimin askeri üslerine füze saldırısına karşılık olarak rejim yalnızca İran’ın füze üslerini bombalamakla kalmadı, aynı zamanda Tahran’da beş araç bombası patlattı ve bu saldırılarda birkaç nükleer bilim insanı hayatını kaybetti.

Rejim ayrıca “zorlama diplomasisi” (Coercive Diplomacy) yöntemini de kullanacaktır; yani, düşmanı kendi şartlarını kabul etmeye mecbur bırakacak şekilde inandırıcı askeri tehdit ile diplomatik tekliflerin bir araya getirildiği bir yaklaşım. Bu yöntem, 2025 Haziran Savaşı’nda İran’ın fiilen nükleer silah programına devam etmesinin önüne geçen ateşkese yol açmıştı. Önemli bir nokta ise rejimin bu senaryoda ABD’nin tam desteğine dayanmasıdır. Nitekim savaş sırasında ABD’nin İran’ın üç kilit nükleer tesisine -özellikle Trump’ın “tamamen yok edildiğini” iddia ettiği Fordo tesisine- düzenlediği saldırılar, operasyonun başarısında belirleyici rol oynamıştı.

İkinci Senaryo: İran’a Odaklı “Savaşlar Arası Kampanya”nın Yoğunlaştırılması

Gri Operasyonlar

Bu senaryo, olasılığı biraz daha yüksek olan bir durumdur ve rejimin mevcut stratejisinin, yani gizli ve açık operasyonları birleştiren “tam kapsamlı savaşın önlenmesine yönelik” çizgisinin devamıdır. 2015 doktrininin üçüncü bölümünün 30. maddesinde şu ifade yer alır: “Savaşlar arası kampanyada güç kullanımının ardındaki mantık, bir önceki kampanyanın kazanımlarını korumak ve savaşı önlemeye yönelik ikincil hedeflerle pekiştirmektir.”

Bu senaryoda rejim, nükleer bilim insanlarına yönelik suikastları, kritik tesislerde sabotajları, geniş çaplı siber saldırıları ve İran’a karşı psikolojik operasyonları sürdürecektir. Amaç, doğrudan çatışmaya girmeden İran’ın operasyonel kapasitesini kademeli olarak zayıflatmaktır. Buna karşılık İran’ın iç güvenliğini güçlendirmesi, siber saldırılara dayanıklı sistemler kurması ve “gri alan” operasyonlarında karşı hamle kapasitesini geliştirmesi gerekecektir. Ayrıca silah sevkiyat hatlarının çeşitlendirilmesi ve bölgede stratejik stok noktalarının oluşturulması da zorunludur.

Kademeli Aşındırma

İkinci senaryo, rejimin 2015’ten beri resmi olarak, 2010’ların başından itibaren ise fiilen sürdürdüğü “savaşlar arası kampanya” stratejisinin sürekliliğine dayanır. 2015 doktrinine göre bu strateji, “düşmanın güçlenmesini engellemek için savaş eşiğinin altında yürütülen sürekli operasyonlar” olarak tanımlanır. Bu yöntem, rejime tam ölçekli bir savaşın risk ve maliyetlerine girmeden düşmanlarının kapasitesini sistematik biçimde zayıflatma imkânı tanır.

Bu senaryoda rejim, kesin sonuçlu büyük bir çatışma yerine “kademeli aşındırma” (Gradual Attrition) stratejisini benimseyecektir. Amaç, düşmanı “bin kesikle ölüm” yöntemiyle yıpratmaktır. Rejimin 2017-2024 arasında Suriye’deki İran hedeflerine yönelik 400’den fazla hava saldırısını tam ölçekli bir savaşa yol açmadan gerçekleştirmesi, bu yaklaşımın etkinliğini kanıtlamıştır.

Ayrıca İran’ın nükleer tesislerindeki sabotaj operasyonları (2020 ve 2021 Natanz patlamaları), nükleer bilim insanı suikastları (2020’de Muhsin Fahrizade) ve siber saldırılar (Stuxnet virüsü ve sonrasındaki saldırılar), bu stratejinin düşmanın stratejik programlarını yavaşlatma veya tamamen durdurma konusunda ne kadar etkili olabileceğini göstermiştir.

Bu senaryoda belirleyici unsur “operasyonel esneklik”tir. Rejim, koşullara ve düşmanın tepkilerine göre operasyonlarının yoğunluğunu ve türünü ayarlayarak her zaman tam ölçekli bir savaş eşiğinin altında kalmayı başarır.

Üç Aşamalı Model

Bu senaryoda gerilimlerin tırmanması durumunda rejim, “kontrollü tırmandırma” (Controlled Escalation) stratejisini izleyecektir. Bu stratejinin amacı, çatışma düzeyini öyle yönetmektir ki taktiksel kazançlar en üst düzeye, stratejik riskler ise en alt düzeye indirilsin. Bu yaklaşım, siber saldırılar ve elektronik harp operasyonlarından tutun da hedefli suikastlara ve sınırlı hava saldırılarına kadar geniş bir araç yelpazesini kapsar.

Bu yaklaşımın en belirgin örneği, Eylül 2024’te Hizbullah’a yönelik operasyondu. Rejim önce binlerce çağrı cihazı ve telsizi infilak ettirdi (öldürücü olmayan ama felç edici operasyon). Ardından üst düzey liderleri hedef aldı (sınırlı yan hasarla gerçekleştirilen hassas suikastlar) ve son olarak kısa süreli, sınırlı kara operasyonları yaptı (uzun süreli işgal olmadan). Bu üç aşamalı model -yani bozma, “baş kesme” (decapitation) ve sınırlı yıkım- muhtemelen İran’a karşı da tekrarlanacaktır.

Bozma aşaması, kritik altyapılara, bankacılık sistemlerine ve iletişim ağlarına yönelik siber saldırıları kapsar.

Baş kesme aşaması, nükleer programın kilit isimleri, Devrim Muhafızları komutanları ve vekil grupların liderlerinin, ileri teknoloji ve hassas istihbarat desteğiyle ortadan kaldırılmasını içerir.

Sınırlı yıkım aşaması ise, askeri kapasiteye azami zarar verirken geniş çaplı sivil kayıpları önleyecek biçimde planlanan, hassas hedeflere yönelik nokta atışı saldırılardan oluşur; hedefler arasında stratejik tesisler, silah depoları ve füze üretim merkezleri yer alır.

Gölge Saldırılar

Bu senaryoda rejimin davranışının ayırt edici özelliği, “hibrit savaş” (Hybrid Warfare) yöntemlerini kullanması olacaktır. Bu strateji; askeri operasyonlar, istihbarat faaliyetleri, psikolojik savaş ve ekonomik baskıların birleşimidir.

Askeri alanda rejim, “gölge saldırılar” (Shadow Strikes) olarak bilinen yöntemlere başvuracaktır. Bu operasyonlar, herkesin failinin rejim olduğunu bildiği ama rejimin hiçbir zaman resmi sorumluluk üstlenmediği türdendir; amaç, düşmanın doğrudan misilleme yapmasını engellemektir.

İstihbarat boyutunda rejim, bölgesel güvenlik yapılarındaki derin nüfuzunu kullanacaktır. Nitekim Şehid Nasrullah’ın bulunduğu yerle ilgili kesin bilgiler elde ederek onu öldürmeyi başarmıştır. Psikolojik boyutta ise rejim, düşman elitleri ve kadroları arasında sürekli bir güvensizlik ve korku atmosferi yaratmayı hedefleyecektir; herkesin her an sıradaki hedef olabileceği duygusunu yayarak karar mekanizmalarını felce uğratacaktır. Bu etki, 2025 Haziran Savaşı sırasında casusluk suçlamasıyla 21 bin kişinin tutuklanmasının ardından İran’da daha da yoğunlaşmıştır.

Ekonomik alanda rejim, ABD ve Avrupa’daki lobi ağlarını kullanarak İran’a yönelik yaptırımların ve ekonomik izolasyonun artırılmasını sağlayacaktır. Ayrıca İran’ın mali ve sanayi sistemlerine yönelik siber operasyonlarla milyarlarca dolarlık zarara yol açabilecek saldırılar da bu stratejinin bir parçası olacaktır.

İran açısından bu senaryoyla başa çıkmak, “hibrit direniş” kapasitesinin geliştirilmesini -iç güvenliğin güçlendirilmesi, saldırı niteliğinde siber yeteneklerin oluşturulması, rejim içine sızabilecek istihbarat ağlarının geliştirilmesi ve bölgesel müttefikler aracılığıyla asimetrik maliyetler yaratacak uzak operasyonların yürütülmesi- gerektirir.

Üçüncü Senaryo: Artan Gerilimlerin Ardından Karşılıklı Caydırıcılığa Kısmi Dönüş

Caydırıcılık Dengesi

Bu senaryo, düşük olasılıkla da olsa, şiddetli bir gerilim ve muhtemelen sınırlı bir çatışma döneminin ardından tarafların karşılıklı caydırıcılık dengesine geri dönmesini öngörür. Bu durumda her iki taraf da birbirinin gücünü sınadıktan ve tam ölçekli bir savaşın ağır bedellerini gördükten sonra yeni bir “oyun kuralları” dizisine ulaşacaktır. Wavell Room tarafından 12 günlük savaş sırasında yayımlanan analize göre, “rejimin zafer doktrini belirsiz sonuçlar doğurdu” ve askeri üstünlüğe rağmen rejim siyasi bir zafer elde edemedi. Bu durum, rejimi mevcut saldırgan yaklaşımını gözden geçirmeye zorlayabilir.

Bu senaryoda uluslararası aktörlerin -özellikle ABD, Rusya ve Çin’in- arabuluculuk ve yeni güvenlik çerçeveleri oluşturmadaki rolleri öne çıkar. Operasyonların kapsamını sınırlamak ve çatışmanın genişlemesini önlemek için gayri resmi anlaşmaların oluşması mümkündür. İran açısından bu senaryo, askeri kapasitesini yeniden inşa etmek ve bölgesel müttefiklerle ilişkilerini güçlendirmek için bir fırsat yaratır. Ancak bu caydırıcılık son derece kırılgandır; küçük bir olay bile bölgeyi yeniden gerilim sarmalına sürükleyebilir. Bu nedenle, gerilimi azaltma çabalarıyla eşzamanlı olarak askeri hazırlığın korunması bu senaryo için en uygun strateji olacaktır.

Çok Katmanlı Caydırıcılık

Bu senaryo, uluslararası ilişkilerdeki “chicken game” (tavuk oyunu) teorisine dayanır. Bu durum, iki tarafın da mevcut çatışma çizgisini sürdürmenin karşılıklı yıkıma veya en azından telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açacağını fark etmesiyle ortaya çıkar. 2025 haziranındaki 12 günlük savaşta, rejim ve ABD açık askeri üstünlüklerine rağmen mutlak zafer iddiasında bulunamadan ateşkesi kabul etmişti; bu da bu senaryonun gerçekleşme olasılığına işaret etmektedir.

Söz konusu savaşta rejim, İran’ın nükleer programının bazı bölümlerini imha edip üst düzey komutanlarını öldürmesine rağmen, İran İslam Cumhuriyeti’ni deviremedi ve onun karşılık verme kapasitesini tamamen ortadan kaldıramadı. Bu “stratejik çıkmaz”, bir tür dengeye dönüşün zeminini hazırlayabilir, ancak bu denge geçmiştekinden çok daha kırılgan ve istikrarsız olacaktır.

Bu yeni denge, “çok katmanlı caydırıcılık” (multi-layered deterrence) temelinde -doğrudan askeri tehditler, asimetrik kabiliyetler, ekonomik baskı araçları ve uluslararası destek mekanizmalarının birleşiminden oluşan bir yapı- şekillenecektir. Taraflar bu unsurları, birbirinin saldırgan girişimlerini önlemek için birbirine karşı dengeleyici unsur olarak kullanacaktır.

Darbe ve Müzakere Taktikleri

Bu senaryo kapsamında bir çatışma yaşanması durumunda rejimin davranışı “stratejik kriz yönetimi” (Strategic Crisis Management) ilkesine dayanacaktır. Bu yaklaşımın amacı, durumu kontrolden çıkarmadan sınırlı hedeflere ulaşmaktır. Bu kapsamda rejim, “gambot diplomasi” (Gunboat Diplomacy) olarak bilinen yöntemi kullanacaktır; yani karşı tarafı geri adım atmaya ya da masaya oturmaya zorlamak için askeri güç gösterilerini diplomatik mesajlarla birleştirmek.

Rejim, bu senaryoda büyük olasılıkla “vur ve konuş” (Strike and Talk) taktiğine başvuracaktır. Bu, rejimin kararlılığını ve gücünü göstermek için sınırlı ama etkili operasyonlar düzenlemesi ve ardından güç konumundan müzakere teklifinde bulunması anlamına gelir. Bu model, rejimin Gazze savaşlarındaki tutumunda da gözlemlenmiştir: Ağır kayıplar verdirdikten sonra ateşkesi kabul etmeye hazır hale gelmiştir.

Ayrıca rejim, krizi “uluslararasılaştırmayı” hedefleyecektir; yani ABD ve Batılı güçlerin desteğini alarak İran’a diplomatik ve ekonomik baskı uygulanmasını sağlamak. Bu senaryoda ABD’nin rolü belirleyicidir. 2025 Haziran Savaşı’nda görüldüğü üzere, ABD’nin İran’daki üç nükleer tesisi bombalayarak doğrudan müdahalede bulunması, bir yandan rejimin caydırıcılığını artırırken diğer yandan Trump’ın ateşkes ilanıyla savaşın büyümesini önlemiştir. Rejim aynı zamanda “bölgesel diplomasi” yürüterek İran karşıtı Arap ülkeleriyle ittifak kurmaya çalışacaktır. İbrahim Anlaşmaları ve Suudi Arabistan’la olası normalleşme bu stratejinin önemli araçlarıdır.

Yeni Oyun Kuralları

Bu senaryoda rejimin davranışını belirleyen temel unsur “hesaplanmış esneklik” (Calculated Flexibility) olacaktır. Bu kavram, sahadaki gelişmeler ve fayda-maliyet hesaplarına göre taktikleri ve hatta hedefleri değiştirmeye hazır olmayı ifade eder. Yani rejim, bazı maksimalist taleplerinden vazgeçebilir; eğer bu taleplerin sürdürülmesi, öngörülemeyen sonuçlara yol açacak tam ölçekli bir savaşı tetikleyebilecekse.

Örneğin 12 günlük savaşta Netanyahu her ne kadar operasyonun “gerektiği sürece süreceğini” ilan etmiş olsa da, ABD baskısı ve Rusya ile Çin’in tepkisinden duyulan endişe sonucu 12 günün sonunda ateşkesi kabul etmiştir.

Bu senaryoda rejim, “yeni oyun kuralları” (New Rules of the Game) oluşturmayı da hedefleyecektir. Bunlar, ihlal edilmesi durumunda sert tepkiyi tetikleyecek açık kırmızı çizgiler olacaktır; ancak aynı zamanda kontrollü rekabete alan tanıyacaktır. Bu kurallar arasında, sivil altyapıların hedef alınmaması, konvansiyonel olmayan silahların kullanılmaması ve kriz yönetimi için dolaylı iletişim kanallarının açık tutulması gibi unsurlar yer alabilir.

Ayrıca bu süreçte Rusya (İran’la yakın ilişkilerine rağmen rejimle güvenlik işbirliği sürdüren), Türkiye (her iki tarafla da karmaşık ilişkileri bulunan) ve Katar (hem ABD üssüne ev sahipliği yapan hem de İran’la iyi ilişkiler yürüten) gibi aktörlerin arabuluculuk rolleri öne çıkacaktır.

İran açısından bu senaryo, güç toparlama ve yeniden inşa fırsatı sunar; ancak rejim karşısında ortaya çıkan zafiyetlerin gölgesinde caydırıcılığın itibarını korumak son derece zorlu olacaktır.

Sonuç ve Stratejik Öneriler

Önleyici darbeler yoluyla hegemonyanın pekiştirilmesi, “savaşlar arası kampanyanın” yoğunlaştırılması ve kırılgan caydırıcılığa dönüş olmak üzere üç olası senaryonun incelenmesi, her durumda bölgesel güvenlik ortamının geçmişe kıyasla çok daha karmaşık ve tehlikeli hale geleceğini göstermektedir. İran açısından bu yeni gerçeklik, stratejik varsayımların, savunma doktrinlerinin ve güvenlik yapılarının köklü biçimde gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Temel stratejik öneriler şunlardır:

Birincisi, hava savunma sistemlerinin kapsamlı ve acil biçimde yeniden inşa edilmesi; özellikle siber saldırılar ve elektronik harp tehditlerine karşı direnç kazandırılması.

İkincisi, coğrafi ve operasyonel çeşitlilik yoluyla güvenilir “ikinci vuruş” kapasitesinin geliştirilmesi.

Üçüncüsü, “baş kesme” tarzı saldırılardan sonra dahi işlevini sürdürebilecek, dayanıklı ve merkezî olmayan komuta ağlarının oluşturulması.

Dördüncüsü, 2025 Haziran Savaşı’nda sınırlı etkinliği kanıtlanan geleneksel balistik füze kapasitesinin ötesine geçen yeni asimetrik kabiliyetlerin geliştirilmesi.

Beşincisi, direniş ekseninin güçlendirilmesi; özellikle üyelerin operasyonel ve güvenlik bakımından kendi kendine yeter hale gelmeleri ve istihbarat sızmalarına karşı koruma sağlamaları.

Altıncısı, güvenlik garantileri yaratmak ve izolasyonu önlemek amacıyla çok boyutlu diplomasinin derinleştirilmesi.

Yedincisi, siber yetenekler, yapay zekâ ve yeni nesil savunma teknolojilerine ciddi yatırım yapılması.

2025 Haziran Savaşı’nın deneyimi, “sınırlı savaşlar” ve “geleneksel oyun kuralları” döneminin kapandığını açıkça ortaya koymuştur. Yeni dönemin tam ölçekli stratejik rekabet ortamında, yalnızca teknolojik ve doktrinel değişimlere hızla uyum sağlayabilen devletler güvenliklerini ve çıkarlarını koruyabilecektir. İran için bu, ulusal güvenlik anlayışında köklü bir dönüşüm -tepkisel yaklaşımdan proaktif stratejiye, geleneksel kabiliyet odaklı yapıdan yenilikçi kapasite inşasına, tek boyutlu caydırıcılıktan çok katmanlı ve çok alanlı caydırıcılığa geçiş zorunluluğu- gerektirir.

Çeviri: YDH