''Düşmanın yetmiş gün boyunca peşini bırakmadığı, sesini duyar duymaz evden eve takip ettiği; her kaçışında korkusunu büyüttüğü ve ardından Ulil'l Bes savaşında ona ağır bir ders veren sen değil miydin? Daha bir ay önce, hem Lübnan’da hem de yurt dışında düşmanın birincil hedefinin sen olduğuna dair, adınla ve doğrudan uyarı alan sen değil miydin?''
YDH- El-Ahbar gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim el-Emin, Lübnan İslami Direnişi - Hizbullah'ın büyük cihad komutanı şehit Heysem Ali Tabatabai’nin (Seyyid Ebu Ali) suikastı ardından düşüncelerini kağıda döktü.
Efendim, son sözleriniz var mı?
Zeki ve derin anlayış sahibi yoldaşınız, istihbarat şefi Murtada’yı, ‘Seyyid’in tesisinin bombalanmasının ardından Merce’de kalmayı kabul ettiği için sertçe azarlayan siz değil miydiniz? Ve buna hâlâ şaşırıyor musunuz?
Herkesi bitkin düşürse de, düşmanın yaklaşmasını engellemese de, kritik haritaların gündemden çıkarılmasını ısrarla isteyen yine siz değil miydiniz?
Günlük hayatın kurallarını değiştirmeyi, hem kişisel hem parti hem de iş çevrelerine dayatıp, düşmana en küçük bir fırsat tanımamak için yıpratıcı ve yorucu bir gündemi ısrarla ortaya koyan siz değil miydiniz ?
Siz değil misiydiniz tarlalarda, madenlerde en sağlam adımlarla yürüyen; defalarca ölümün kıyısından sağ kurtulan; iki yıl boyunca yakından izlenen; on yılı aşkın süredir yeryüzünün her köşesinde avlanan; düşmanın tüm hilelerini, oyunlarını en iyi bilen kişi?
Savaşın çetinliği ve acımasızlığı karşısında hataların ölüm getirdiğini, bundan derin acılar çekildiğini en iyi bilen siz değil miydiniz?
Toplantı sırasında Şeyh Naim’e, düşmanın bizi bombalayabileceği ihtimalini, körlüğünden dolayı bizi görmediğinden emin olunamayacağını söyleyen ve Genel Sekreter’in korunması için daha sıkı önlemler alınması konusunda ısrar eden siz değil miydiniz?
Düşmanın yetmiş gün boyunca peşini bırakmadığı, sesini duyar duymaz evden eve takip ettiği; her kaçışında korkusunu büyüttüğü ve ardından Uli'l Bes savaşında ona ağır bir ders veren siz değil miydiniz?
Daha bir ay önce, hem Lübnan’da hem de yurt dışında düşmanın birincil hedefinin siz olduğunuza dair, adınızla doğrudan uyarı alan siz değil miydiniz?
Hareket ve toplantıların için yeni mekânlar seçen, hataları önlemek adına birçok adresi iptal eden siz değil miydiniz?
Milletlerin kapasitesini aşan ağır sınavlarla karşı karşıya kalan; uzak diyarlarda, çöllerde günlerce görev yapıp, düşmanın size ulaşamamasını sağlayan siz değil miydiniz?
Dünyanın en büyük istihbarat teşkilatlarını havaalanlarında ve başkentlerde alt eden; büyük şehirlerde izini kaybettirip, radarlardan ve güçlü istihbarat ağlarından tamamen kaybolan siz değil miydiniz?
Saf Arap direnişçilere, kendilerini nasıl gizleyecekleri, pasif savunmayı nasıl inşa edecekleri ve düşmanın hem insanî hem de teknolojik güç ve potansiyelini asla küçümsememeleri gerektiğini öğreten, onlara sürekli akıl veren siz değil miydiniz?
Büyük ustanın iradesini altüst eden; müttefiklere verdiğiniz tavsiyeleri bağlayıcı ve sarsılmaz bir karara dönüştürerek, sevgili lideri utandırmadan haklı çıkan siz değil miydiniz?
Bu düşmana ‘gaflet haramdır’ diyen siz değil miydiniz? Üstatların ve yoldaşların katledilmesinin ardından zihninden ne geçiyordu?
Kaya ile taş arasındaki mesafeyi ölçüp; tepeler ve çalılıklar arasında, ay ışığından bile korunacak gizli bir köşe arayan siz değil miydiniz?
“2006 Temmuz Savaşı’nda, çadırlarda kalıp durmadan savaşan; vuran, taşınan; operasyon odasını adeta omuzlarında taşıyan; düşmana ölümcül darbeler indiren; görüş ve işitme mesafesinden uzak duran siz değil miydiniz?
Siz bunların çok daha fazlası değil misiniz? Öyleyse o daireye nasıl adım atabilirsiniz?!
Arap ve uluslararası güvenlik güçlerinin gece gündüz sizinle ilgili her türlü bilgiyi toplamak için çalıştığını bile bile, sizi böyle bir hamleye iten neydi?
Yıllarca emek verdiğiniz o daire de dahil olmak üzere, o bina düşmanın en iyi bildiği yerlerden biriydi. Önceki savaşta saldırmaktan kaçındılar çünkü öncelik listelerinde değildi; kanıtlarla sabittir ki kullanılamaz hale getirilmişti...
Peki, deneyimlerimizin gösterdiği üzere düşmanın sürekli küçük bir hataya dayanarak üstünlük sağladığı böyle bir mekâna nasıl gönüllüce gidebildiniz?
Yakında şehit olmayı bekleseniz bile, hayatta kalmanın sizin ‘göreviniz’ olduğunu bilerek bunu nasıl yapabildiniz?
Bazı şeyler kafa karıştırıcıdır. Hele ki, savaştan bıkmamış, çatışmaya sırt çevirmemiş, eylem ve mücadeleden vazgeçmemiş Ebu Ali gibi adamlar söz konusu olduğunda... Böylece sorular, uzun ve içten bir sitem listesine dönüşür.
Aklın yer almadığı hikâyelerde artık arayışa, anlamlı sorgulamaya yer yoktur. Sabit ve sağlam bir mantığın olmadığı meselelerde soru sormanın da anlamı yoktur!
Ders ağırdır, hem de çok ağırdır; sorumlu kişi elindeki kitabı alıp geçmişin tüm sayfalarını yırtmak ve yeri baştan inşa etmek zorundaydı; bu ne kaçış ne de öldürülme korkusundan, hele hele hiçbir şeyin işe yaramadığı asi bir düşmana karşı duyulan zayıflıktan kaynaklanmaz.
İktidardaki herkes için kaçınılmaz bir gerçek ortaya çıkmıştır: Zihnin dayanma kapasitesi vardır ve düşünce mekanizmaları değişmiştir; eylem araçları farklılaşmış, kötülük ve kurnazlık seviyesi ise, kendisine yaraşan en yüksek kan dökme seviyesine ulaşmıştır. Böyle bir düşmanla mücadele bambaşkadır.
Bu büyük savaşa katılmış her birey için en önemli ders, temellere dönmek ve bir kez daha inisiyatif alma aşamasına geçmektir.
Ve burada güçlü bir argümanımız vardır — anahtar: Eğer bir şeyden korkuyorsan, onun tam içine dal!
Çeviri: YDH