Colani, alıcılarına tüm ürünlerini sunuyor!

img
Colani, alıcılarına tüm ürünlerini sunuyor! YDH

''Suriye’de yaşananlardan çıkarılacak en temel ders, jeopolitik faktörün—yani bölgesel ve uluslararası aktörlerin her birinin kendi gündemine göre doğrudan ve sürekli müdahalesinin—çatışmanın gelişimini ve nihai sonucunu belirlediğidir.''




YDH- El-Ahbar yazarlarından Velid Şerara, Suriye krizinin yerel dinamiklerinin yanı sıra bölgesel ve küresel aktörlerin jeopolitik müdahalelerinin çatışmadaki seyri ve sonucu belirleyen en önemli unsur olduğunu vurguladığı yazısında, Suudi Arabistan’ın Suriye’yi Levant bölgesinde Lübnan, Ürdün ve potansiyel olarak Irak üzerinden nüfuz alanını genişletmek için bir üs haline getirmeyi hedeflediğini; ekonomik yatırımlar ve ABD ile ilişkilerin normalleşmesini bu hedefe bağladığını belirtiyor. ABD’nin İsrail ile güvenlik anlaşmaları ve direniş güçlerine desteğin kesilmesi gibi taleplerinin Suriye politikalarında belirleyici olduğunu vurgulayan Şerara, ABD ve İngiltere güvenlik kurumlarıyla Colani’nin on yıllık geçmişe dayanan ilişkisini detaylandırıyor.

Jeopolitik faktör, çatışmalara ve savaşlara tanıklık eden hem Küresel Güney hem de Küresel Kuzey'de dünyanın birçok bölgesinin kaderini belirlemede, her şeyden daha fazla belirleyici bir rol oynamaya devam ediyor. Gölgesinde birçok savaşın yaşandığı Suriye savaşı, bu gerçeği bir kez daha açık ve net biçimde doğruladı.

Bu durum, krizlerin patlak vermesinde yerel faktörlerin önemini inkâr etmek ya da krizlere taraf olan siyasi ve toplumsal güçlerin özlem ve inançlarını göz ardı etmek anlamına gelmez; ancak Suriye’de yaşananlardan çıkarılacak en temel ders, jeopolitik faktörün—yani bölgesel ve uluslararası aktörlerin her birinin kendi gündemine göre doğrudan ve sürekli müdahalesinin—çatışmanın gelişimini ve nihai sonucunu belirlediğidir.

Bugün, bu müdahalelerin gerçekleri geniş çapta bilinmekte olup, yeniden ayrıntılı olarak ele alınmasına gerek yoktur. Onun yerine, çatışmanın yerel taraflarının, uluslararası ve bölgesel aktörlerin gündemlerine ne ölçüde uyum sağlamaya istekli olduklarının, hatta bu gündemler temel ideolojik veya entelektüel-politik inançlarla çelişse bile, dikkate alınması gerekmektedir.

Suriye sahnesindeki iki büyük grup, ilan ettikleri ilkelerden vazgeçme konusunda böyle bir esneklik ve uyum gösterdi: Heyet Tahrir eş-Şam (eski adıyla Nusra Cephesi) ve fiili çekirdeği Kürdistan İşçi Partisi (PKK) olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG). Savaşın en yoğun döneminde liderliklerinin tercihleri, hayatta kalma zorunlulukları doğrultusunda haklı çıkarken, SDG’nin kuzeydoğu Suriye’de fiili bir otorite olarak ortaya çıkışı ve Heyet Tahrir eş-Şam’ın Şam’da bir iktidar grubu haline gelmesi, başta Washington’ın genel bölgesel stratejisiyle uyum olmak üzere, bu tercihlerin artık yeni yerleşik ilkelerden biri olduğunu kanıtladı.

HTŞ rejimi, yeniden yapılanma projelerinin başarıya ulaşması ve kalkınma ile refah yollarının açılması için bir can simidi ve ön koşul görevi gören Türk, Suudi, Batılı, Amerikan ve Avrupalı bölgesel himayelere sahiptir. Bu gibi durumlarda ortaya çıkan soru, çok sayıda tarafı ve gündemi barındıran bu himayenin maliyetleri ile Suriye’nin bölgesel konumu üzerindeki etkileriyle ilgilidir.

Türkiye, yeni Suriye güvenlik, askeri ve siyasi kurumları içindeki nüfuzunu en üst düzeye çıkarmak için sistematik ve sessiz bir biçimde çalışmaktadır; böylece bu kurumlar, yakında Suriye için hayati öneme sahip stratejik bir alan haline gelecektir. Suriye krizinin başlangıcından bu yana Türkiye’nin müdahalesi, dini ve mezhepsel sloganlar altında yürütülmüş olsa da, aslında emperyal milliyetçi hedeflere ulaşmayı amaçlamıştır.

Bu durum, yönetici elitin uluslararası güç dengesindeki değişimlerin ve orta bölgesel güçlerin etki alanının genişlemesinin, Türkiye’nin yakın çevresindeki nüfuzunu artırma emellerini gerçekleştirmesine olanak sağladığı inancıyla doğrudan bağlantılıdır. Sadece bir örnek vermek gerekirse, farklı jeopolitik ve jeokültürel bağlamlarda da olsa, Türkiye’nin Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmaya yönelik politikasının aynı mantıkla yönetildiği belirtilmelidir.

Nitekim Şam’daki iktidar kanadı, başlangıçta bu Türk politikaları sayesinde iktidara gelmiş ve bu da başlangıçta Nusra Cephesi’ne, ardından da Heyet Tahrir el-Şam’a destek verilmesiyle sonuçlanmıştır.

Ancak Suudi Arabistan ile kurulan yakın ilişki ve Şam rejimine sağladığı ve gelecekte sağlayabileceği siyasi kazanımlar da hayati önem taşımaktadır. Suriye ekonomisinin çeşitli sektörlerine büyük yatırımlar yapma vaatleri ve ABD ile ilişkilerin normalleşmesi, bu ilişkinin “nimetleri” arasında yer almaktadır. Suudi Arabistan ise, Suriye’nin Lübnan ve Ürdün gibi ülkelerle birlikte—belki ileride Irak’ı da kapsayacak şekilde—Levant bölgesinde nüfuzunu güçlendirecek bir bölgesel güç üssü haline gelmesini istemektedir.

Ankara ile Riyad arasında mevcut Suriye rejimini destekleme ve ülkede ortaklık ve güç paylaşımı biçimini kabul etme gerekliliği konusunda varılan mutabakat, şüphesiz rejimin hayatta kalmasını garantileyen belirleyici faktörlerden biridir.

Bu arada, mevcut HTŞ rejimi lideri Colani ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki uzun süredir devam eden bağlar hakkında spekülasyonlar giderek artmaktadır. Bazıları, yaklaşık on yıl önce İran, Hizbullah ve Rusya’ya karşı ortak çıkarlar ve IŞİD’e karşı iş birliği nedeniyle İngiliz ve Amerikan güvenlik kurumlarıyla “çalışma ilişkileri” geliştirdiğine inanmaktadır. Diğerleri ise Amerikan kurumlarıyla ilişkisinin 2007’de Irak’ta tutuklanmasına kadar uzandığını iddia etmektedir.

Kesin olan şu ki, Colani yıllar önce İran, Hizbullah ve Rusya’ya karşı Batı ile ittifak gerekliliği konusunda inancını dile getirmiş, Batılı kurumlarla iş birliği ise iktidara geldikten sonra güvenlik alanında başlamış, siyasi ve diplomatik düzeylere kadar ilerlemiştir.

Bugün ise Filistin, Lübnan ve İran’daki tüm direniş güçleriyle tamamen bağların koparılması, onlara verilen desteğin kesilmesi, İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarıyla herhangi bir çatışmadan kaçınılması ve İsrail ile güvenlik anlaşmasına varılması yönündeki çok sayıda Amerikan talimatına uyulmaktadır. Ancak, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın etkisiyle İsrail soykırım, açık savaş ve bölgesel istikrarsızlık politikası izlediği sürece İbrahim Anlaşmaları’na katılmama kararlılığı sürdürülmektedir.

Buna karşılık, artan mezhepsel ve etnik ayrışmalar ortamında, sallantılı otoritesini korumak için hangi rolleri üstlenebileceğini veya hangi hizmetleri sunabileceğini öngörmek son derece güçtür. Bu ayrışmalar, bir yandan İsrail müdahalesinden, diğer yandan da güvenlik aygıtının ve himayesi altındaki grupların benimsediği pervasız politikalardan kaynaklanmaktadır.

Suriye artık, hem iç hem de bölgesel-uluslararası düzeyde son derece kırılgan dengelerle yönetilmekte ve eski rejimin niteliği ve politikaları hakkında söylenebilecek her şeye rağmen (ki söylenecek çok şey vardır), onlarca yıldır bölgesel bir aktör olduktan sonra sıradan bir arenaya geri dönmüştür.

Çeviri: YDH