Karayipler’de ABD korsanlığı ve yükselen jeopolitik çatışma

img
Karayipler’de ABD korsanlığı ve yükselen jeopolitik çatışma YDH

ABD’nin Karayipler’de “yaptırım” ve “uyuşturucuyla mücadele” gerekçesiyle yürüttüğü deniz operasyonlarının, enerji akışlarını denetlemeye ve İran, Venezuela ile Rusya’ya yönelik lojistik baskıyı artırmayı hedefleyen daha geniş bir stratejinin parçası olduğu belirtildi.




YDH- Dr. Fernando Esteche, United World International sitesinde yayımlanan analizinde, ABD’nin Karayipler’deki el koyma ve deniz operasyonlarını uyuşturucuyla mücadele söyleminin ötesinde, İran, Venezuela ve Rusya’ya yönelik enerji akışlarını denetlemeyi amaçlayan daha geniş bir “lojistik baskı” stratejisinin parçası olarak ele alıyor. Esteche, bu yaklaşımın kısa vadede sevkiyatları aksatsa da, uzun vadede Çin destekli “hayalet filo” ve alternatif ticaret ağlarını güçlendirerek çok kutuplu bir düzenin hızlanmasına katkı sağladığını vurguluyor.

***

8 Aralık 2025’te ABD Adalet Bakanlığı, Venezuela açıklarında uluslararası sularda bulunan “Skipper” adlı gemiye yönelik bir el koyma kararını uyguladı. İddianame, geminin (2022 yılında “Adisa” adıyla seyrettiği dönemde) İran İslam Devrim Muhafızları Ordusu ve Hizbullah’ı finanse ettiği öne sürülen yasadışı bir petrol taşıma ağına dahil olduğu gerekçesiyle daha önce uygulanan 2022 yaptırımlarına dayanıyordu.

Gemi, 4–5 Aralık tarihleri arasında José Limanı’nda 1,1 milyon varil Venezuela menşeli ağır ham petrol (merey) yüklemişti. Biniş operasyonu, uçak gemisi USS Gerald R. Ford’dan kalkan helikopterler tarafından gerçekleştirildi; özel kuvvetler, Sahil Güvenlik ve Deniz Piyadeleri personeli halatlarla tanker güvertesine indi.

Bu vaka, Karayipler’de tırmanan bir dönemde gerçekleşmesi nedeniyle önem taşıyor. ABD, resmi olarak “narko-botlarla” mücadele gerekçesiyle deniz varlığını artırmış olsa da el koyma işlemlerinin coğrafi dağılımı, Venezuela’ya giden ve Venezuela’dan çıkan enerji akışlarını kontrol etmeye yönelik daha geniş hedeflere işaret ediyor.

Üç yıl önce, 8 Haziran 2022’de, Venezuela merkezli Emtrasur şirketi (Conviasa’nın bir iştiraki) tarafından işletilen ve YV3531 tescil numarasını taşıyan bir Boeing 747-300F uçağı Arjantin’deki Ezeiza Uluslararası Havalimanı’na indi. Uçak, Meksika’dan otomotiv parçaları taşıyordu ve daha önce, İran İslam Devrim Muhafızları Ordusu ile bağlantıları olduğu iddiasıyla ABD tarafından yaptırıma tabi tutulan İranlı havayolu şirketi Mahan Air’e aitti.

Mürettebat beş İranlı ve on dört Venezuelalıdan oluşuyordu. Arjantin makamları, ABD ve İsrail’in baskısı altında uçağı alıkoydu ve soruşturma başlattı. ABD, uçağın yaptırımların ihlali anlamına gelecek şekilde yasa dışı biçimde satıldığı ve Mahan Air’in hâlâ yasal sahibi olduğu iddiasıyla uçağa resmen el konulmasını talep etti.

İki yılı aşkın süren hukuki sürecin ardından, Şubat 2024’te uçak ABD’ye devredildi. Arjantin Yüksek Mahkemesi, İran ve Venezuela tarafından yapılan itirazları reddederek uçağın Florida’ya transferini onayladı. Bu dava ciddi diplomatik gerilimler yarattı: Venezuela, durumu bir “uçak kaçırma” olarak nitelendirdi ve Arjantin’i dış baskılara boyun eğmekle suçladı; İran ise kararı Arjantin egemenliğinin ve uluslararası hukukun ihlali olarak kınadı.

Diğer tarihsel el koyma vakaları

Temmuz 2019’da Birleşik Krallık, ABD tarafından sağlanan istihbarata dayanarak “Grace 1” adlı süper tankeri Cebelitarık’ta alıkoydu ve geminin Avrupa Birliği yaptırımlarını ihlal ederek İran ham petrolünü Suriye’ye taşıdığını ileri sürdü. Gemi haftalar süren diplomatik gerilimin ardından serbest bırakıldı, ancak ABD, tanker (adı “Adrian Darya 1” olarak değiştirildikten sonra) daha az savunmasız karasularına girdiği için uygulanamayan bir el koyma emri çıkardı.

2020 ile 2023 yılları arasında ABD, değeri 100 milyon doların üzerinde olan en az dört büyük İran petrol sevkiyatına el koydu. Temmuz 2023’te Adalet Bakanlığı, Çin’e yakıt taşıyan “Suez Rajan” tankerinden yaklaşık 1 milyon varil İran ham petrolüne el konulduğunu doğruladı. Yük başka bir yere yönlendirilerek Teksas’ta boşaltıldı.

Kasım 2024’te ABD destroyeri USS Stockdale, Venezuela’ya doğru ilerleyen Rus petrol tankeri “Seahorse”u durdurdu. Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık tarafından yaptırıma tabi tutulan gemi, Venezuela ağır petrolü için temel bir seyreltici olan nafta taşıyordu. Müdahalenin ardından Seahorse rotasını Küba’ya çevirdi ve Venezuela’ya yaklaşmak için yapılan iki başarısız girişimin ardından Karayipler’de sürüklenir halde kaldı. Fiziksel bir el koyma olmamasına rağmen, ABD askeri varlığının teslimatı engelleme hedefine ulaştığı için bu vaka önem taşıyor.

Biden yönetimi döneminde, Ukrayna’daki vekâlet savaşında herhangi bir barış sürecini baltalama girişimi kapsamında, Hazine Bakanlığı Rusya’nın “hayalet filosu”na ait 183 gemiye yaptırım uyguladı; bu sayı “emsalsiz” olarak tanımlandı. Bunların 69’u devlet şirketi Sovcomflot’a aitti; 54’ü petrol tankeri, dördü LNG taşıyıcısıydı. Ingosstrakh ve Alfastrakhovanie gibi Rus deniz sigorta sağlayıcıları da yaptırıma tabi tutuldu. Panama, Vietnam, Gabon, Antigua ve Barbuda, Sierra Leone gibi kolaylık bayrakları altında kayıtlı bu gemiler Rus petrolünü Hindistan ve Çin’e taşıyor. Bazıları hem Rus hem de İran ham petrolü taşıdı; bu durum, yaptırımlardan kaçınma ağlarının birbirine bağlılığını ortaya koydu.

Gayrimeşru yasallık ve sınır ötesilik

ABD’nin el koyma uygulamaları üç “hukuki” dayanağa dayanıyor: tek taraflı yaptırımlar, sınır ötesi yetki kullanımı ve zayıf hükümetlerden sağlanan yargısal iş birliği.

ABD, 1979’dan bu yana İran’a; 2017’den, 2019’da genişletilmek üzere Venezuela’ya; Ukrayna’daki vekâlet savaşından bu yana da Rusya’ya karşı yaptırım rejimleri uyguluyor. Bu yaptırımlar, petrol alım satımı, varlık transferi ve hizmet sunumu dahil olmak üzere, belirlenmiş kuruluşlarla yapılan işlemleri yasaklıyor.

Washington, yaptırım yasalarını sınır ötesi biçimde uygulayarak, yaptırıma tabi kuruluşlarla işlem yapan üçüncü ülke şirketleri veya hükümetlerine karşı “ikincil yaptırımlar” tehdidinde bulunuyor. Bu durum, Arjantin gibi ülkeleri, kendi iç hukuklarında doğrudan bir yükümlülük bulunmasa bile iş birliğine zorluyor. Bu, ABD dayatmalarına uymayan egemenlik iddialarının açıkça çiğnenmesi anlamına geliyor.

ABD, dost yargı bölgelerinde önleyici el koyma talep etmek için karşılıklı adli yardımlaşma anlaşmalarını ve Interpol ağını kullanıyor. Diplomatik ve ekonomik baskı belirleyici oluyor; ABD yatırımlarına, ticaretine veya güvenliğine bağımlı ülkeler bu taleplere kaçınılmaz olarak uyuyor.

Bununla birlikte bu hukuki çerçeve ciddi itirazlarla karşı karşıya. İran, Venezuela, Rusya ve Çin, tek taraflı yaptırımların Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi desteğinden yoksun olduğu için uluslararası hukuku ihlal ettiğini savunuyor. Sınır ötesi uygulama, ABD egemenliğinin üçüncü ülkelere gayrimeşru biçimde genişletilmesi olarak görülüyor. BM gibi kuruluşlar, geniş kapsamlı yaptırımların sivil nüfusları etkileyen kolektif cezalandırma anlamına gelebileceği uyarısında bulundu. Ancak bu gerileyen kurumların, gerçeklik üzerinde sınırlı etkisi olan açıklamalar yapabildiği görülüyor.

Çin ve hayalet filo

ABD’nin Karayipler’deki askeri varlığına ilişkin resmi anlatı, özellikle Venezuela’ya ait “narko-botların” durdurulması olmak üzere uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleye odaklanıyor. Ancak operasyonel coğrafya ve kullanılan kaynakların analizi, Skipper petrol tankerinin ele geçirilmesinin de gösterdiği üzere, daha karmaşık jeopolitik hedeflere işaret ediyor.

Çin bu jeopolitik mimaride benzersiz bir konumda bulunuyor. İran, Venezuela veya Rusya ile aynı yaptırımlara doğrudan tabi olmamakla birlikte, yaptırıma tabi ham petrolün başlıca alıcısı olması, onu yaptırımlardan kaçınma stratejisinin merkezine ve dolayısıyla ABD’nin incelemesinin odağına yerleştiriyor.

Çin, 2025 itibarıyla İran petrol ihracatının yaklaşık yüzde 90’ını ve Venezuela ihracatının yüzde 55–80’ini satın alıyor. Çinli şirketler ve özellikle bağımsız rafineriler (“çaydanlık rafineriler” olarak adlandırılanlar), ciddi indirimlerle sunulan Venezuela yaptırımlı petrolünün büyük hacimlerini emiyor. Venezuela, ağır petrolünü Çin’e Brent fiyatının varil başına 15 dolara kadar altında satıyor (80–90 dolar bandı).

Financial Times, 2024–2025 döneminde, yaptırımlardan kaçınmak için gemi ipotekleri kullanan 30’dan fazla petrol tankerinden oluşan sofistike bir ağ hakkında haber yaptı. Görünüşe göre, Çinli kuruluşlar tarafından kontrol edilen bu ağ, İran, Rusya ve Venezuela’dan 1 milyar doların üzerinde değerde yaptırıma tabi ham petrol taşıdı. Tankerlerin sahibi olan sekiz şirket, ABD yaptırım listelerinde yer alan Li Yi’ye kayıtlı aynı Çin telefon numarasını paylaşıyordu; Li Yi, Shen Luqian ve Pegasus 88 şirketiyle birlikte listelenmişti.

Yaptırıma tabi petrol, kökenini gizlemek amacıyla Malezya, Singapur ve Riau Takımadaları açıklarında gemiden gemiye aktarılıyor. ABD istihbaratının etkisi açıkça hissedilen bir CBS News haberi, bu operasyonları Singapur’dan 80 deniz milinden fazla uzaklıkta belgeledi. İranlı ihracatçılar, Çinli şirketlerin desteğiyle, İran ham petrolünü Irak veya Malezya çıkışlı gibi; Venezuela ham petrolünü ise Malezya menşeli gibi göstermek için bu taktikleri kullanıyor.

ABD, İran ve Venezuela petrol ticaretini kolaylaştırdığı gerekçesiyle çok sayıda Çinli kuruluşa yaptırım uyguladı. 2024–2025’te Washington, Çinli rafinerileri, Hong Kong merkezli denizcilik şirketlerini ve petrol terminali işletmecilerini hedef aldı. Panama kayıtlı Ocean Glory şirketi, İran ham petrolü taşıyan gemilere sahip olduğu gerekçesiyle Aralık 2024’te yaptırıma tabi tutuldu. Ancak bu yaptırımlar pratik sınırlamalarla karşı karşıya. Pekin, ucuz petrole erişimi sürdürme konusunda stratejik bir çıkar görüyor ve ABD’nin tek taraflı kısıtlamalarına uyma konusunda sınırlı istek gösteriyor. Çinli kuruluşlara yönelik yaptırımlar, Pekin üzerindeki baskının artırılmasının daha geniş ticari ve jeopolitik gerilimleri tırmandırma riski nedeniyle bir ikilem yaratıyor.

Bu lojistik jeopolitiğin merkezindeki olgu, yaptırıma tabi petrolü taşımak için uluslararası düzenleyici çerçevelerin dışında kasıtlı olarak faaliyet gösteren “hayalet filo” ya da “gölge filo”dur.

Tahminlere göre, yaklaşık 1.200 gemi (küresel filonun yüzde 10’undan fazlası) İran, Rusya ve Venezuela’dan yaptırıma tabi petrol taşıyor. Dünya süper tanker filosunun (sefer başına 2 milyon varil kapasiteli) yüzde 15’i yaptırıma tabi durumda. Bu gemiler genellikle 20 yaşın üzerinde ve ticari gemiler için zorunlu olan yeterli P&I (sorumluluk) sigortasından yoksun. Sigorta pazarının yüzde 90–95’i yaptırımları uygulayan Avrupa ve İngiliz şirketlerinin kontrolünde; bu durum, söz konusu gemileri asgari ya da sahte teminatlarla çalışmaya zorluyor.

Bu tankerler AIS (Otomatik Tanımlama Sistemi) transponderlerini kapatıyor ya da sahte sinyal yayıyor, sık sık isim ve bayrak değiştiriyor, vergi cennetlerinde kayıtlı paravan şirketler kullanıyor, açık denizde gemiden gemiye transferler yapıyor ve menşe belgelerini tahrif ediyor.

Önemli olan, aynı gemilerin art arda seferlerde İran, Rusya ve Venezuela ham petrolü taşıması; bu durum, üç yaptırıma tabi ülke arasında paylaşılan bir lojistik altyapıyı ortaya koyuyor. Bu yakınlaşma tesadüfi değil; ABD baskısı altındaki ülkelerin, Batı finansal ve düzenleyici mimarisini aşmak için paralel ticaret ve taşımacılık sistemleri kurma yönünde iş birliği yaptığını yansıtıyor.

Karayipler’in yeni korsanları: SOUTHCOM

Karayipler’deki aşırı ABD askeri varlığı, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadelenin ötesine geçen işlevler görüyor.

Venezuela’ya giden veya Venezuela’dan çıkan katkı maddeleri ve yakıtları taşıyan gemilerin çoğu Karayipler’den ya da yakınından geçmek zorunda. ABD donanmasının varlığı, bu gemilerin uydu gözetimi, hava keşfi ve elektronik takibini mümkün kılıyor; bu da uluslararası sularda el koymaları ya da kıyı devletleri üzerindeki baskıları kolaylaştırıyor.

ABD askeri varlıklarının görünürlüğü, gemi sahiplerini, sigortacıları ve petrol şirketlerini Venezuela ile ticaret yapmaktan caydırıyor. El koyma riski, geminin kaybı ve ikincil yaptırımlar işletme maliyetlerini dramatik biçimde artırıyor ve Caracas için nakliye imkânlarını azaltıyor.

On dokuzuncu yüzyıldaki Monroe Doktrini, Batı Yarımküre’yi ABD’nin nüfuz alanı ilan etmişti. Karayipler’deki mevcut operasyonlar, Ulusal Güvenlik Belgesi 2026’da ortaya konduğu üzere, bu doktrinin güncellenmiş bir biçimini yansıtıyor; Washington, İran, Rusya veya Çin gibi bölge dışı güçlerin Latin Amerika’daki müttefiklerine sürdürülebilir lojistik koridorlar kurmasını engellemek amacıyla deniz yolları üzerindeki hegemonyasını sürdürmeyi hedefliyor.

2019’dan bu yana Güney Komutanlığı (SOUTHCOM), 2020’de başlatılan Orion Operasyonu ve Yeni Ufuklar Operasyonu aracılığıyla Karayipler’deki faaliyetlerini yoğunlaştırdı; bu operasyonlara savaş gemileri, denizaltılar, P-8 Poseidon deniz karakol uçakları ve özel kuvvetler katıldı. Kullanılan kaynakların hacmi, düşük tonajlı uyuşturucu kaçakçılığı gemilerini durdurmak için gerekenden çok daha fazla.

1950’den bu yana pasif durumda olan Dördüncü Filo, 2008’de Latin Amerika ve Karayipler sorumluluğuyla yeniden faaliyete geçirildi. Trump ve Biden yönetimleri döneminde, Kolombiya ile ortak deniz tatbikatları, Venezuela yakınlarında devriyeler ve Panama Kanalı ile Florida Boğazları gibi stratejik noktalardaki varlıkla bu mevcudiyet artırıldı.

Washington, Kolombiya, Aruba ve Curaçao’daki tesislere erişimini sürdürüyor veya müzakere ediyor; Guyana, Brezilya ve Orta Amerika ülkeleriyle iş birliği anlaşmalarını genişletiyor. Bu noktalar, Venezuela ve Karayip deniz yolları üzerinde hızlı güç projeksiyonu sağlıyor.

Karayipler’in askeri doygunluğunu gerekçelendirmek için kullanılan uyuşturucu kaçakçılığı anlatısı, kendi ağırlığı altında çöküyor. Güneyden ABD’ye uyuşturucu akışı azalmazken, DEA verileri Karayip sularındaki kokain ele geçirmelerinin toplam kaçakçılığın küçük bir bölümünü oluşturduğunu gösteriyor; kaçakçılığın büyük kısmı Orta Amerika kara rotaları veya Pasifik deniz yolları üzerinden gerçekleşiyor.

Uyuşturucu taşıyan tekneleri durdurmak için destroyerlere, nükleer denizaltılara veya amfibi hücum gemilerine ihtiyaç yok. Bu yüksek kapasiteli unsurların konuşlandırılması, kaçakçılıkla mücadeleden ziyade devletler arası çatışma senaryolarına hazırlığı ya da etkili devriye ve özel korsanlık faaliyetlerini işaret ediyor.

İran ve Venezuela, giderek Rusya ile daha koordineli ve Çin tarafından desteklenen asimetrik yanıtlar geliştirdi.

Venezuela ve İran iş birliğini derinleştirdi; Tahran, Venezuela rafinerilerini yeniden işler hale getirmek için teknisyenler, yedek parçalar ve uzmanlık gönderdi. İran ayrıca petrol tankerleri, kargo uçakları ve savunma teknolojisi sağladı. Rusya, Seahorse vakasının da gösterdiği üzere, Venezuela ağır petrolü için hayati bir seyreltici olan naftanın kilit tedarikçisi haline geldi. Çin, ikincil yaptırım tehditlerine rağmen Venezuela ve İran ham petrolünü satın alarak finansal ve siyasi desteğini genişletti ve yaptırımlı petrol için son çare pazarı olarak hareket etti.

1.200 gemilik “hayalet filo”, Batı sigorta, finans ve düzenleyici kurumlarının dışında faaliyet gösteren alternatif bir taşımacılık sistemi oluşturuyor. Rusya, Londra merkezli sigortanın yerini almak üzere Ingosstrakh ve Alfastrakhovanie gibi kendi deniz sigorta şirketlerini geliştirdi. Çin, geleneksel bankacılık sistemini aşan gemi ipotekleri yoluyla finansman sağlıyor.

Kasım 2025’te İran, “Talara” adlı petrol tankerine el koydu ve mürettebatını Basra Körfezi’nde yakıt kaçakçılığıyla suçlayarak alıkoydu. İran hükümeti bunun ABD el koymalarına doğrudan bir misilleme olduğunu reddetse de zamanlama, ABD stratejisinin maliyetini artırmayı ve Tahran’ın da kritik deniz yolları üzerinde kontrol uygulayabileceğini göstermeyi amaçlayan simetrik bir yanıt izlenimi verdi.

Bombalamalar, işgaller ya da el koymalar ve devriyeler

El koymalar, bombalamalara veya işgallere kıyasla daha az iç ve uluslararası tartışma yaratır. Savaş eylemleri olarak değil, uluslararası yaptırımların meşru uygulanması olarak sunulurlar.

Her bir el koyma tek başına sınırlı etkiye sahip olsa da, onlarcasının birikimi hedef ülkeler için işletme maliyetlerini ciddi biçimde artırır, dış ticaret kapasitelerini ve gelir üretimlerini azaltır.

Her el koyma, üçüncü ülke şirketlerine, bankalarına ve hükümetlerine net bir mesaj gönderir: yaptırıma tabi kuruluşlarla iş birliği, varlık kaybı ve ikincil yaptırımlar gibi somut riskler taşır.

İran, Venezuela, Rusya ve Çinli kolaylaştırıcılar daha sofistike kaçınma yöntemleri geliştirdikçe, el koymalar daha az etkili hale gelir. Gizli ticaret sürer, ancak daha yüksek maliyetle. Hayalet filonun varlığı, sistemin tekil gemi kayıplarını absorbe edebilecek kritik bir kütleye ulaştığını gösterir.

Talara gibi misilleme amaçlı el koymalar, gerilimi tırmandırabilir ve diplomatik krizler yaratabilir. Yanlış hesaplamaların öngörülemeyen silahlı çatışmaları tetikleyebileceği riskler mevcuttur. Rus Seahorse tankerinin USS Stockdale tarafından durdurulması, herhangi bir hatanın ABD ve Rus güçleri arasında doğrudan bir çatışmaya dönüşebileceği bir bağlamda gerçekleşti.

Tek taraflı yaptırımların sınır ötesi uygulanması, egemenliğin ve uluslararası hukukun ihlalidir. Bu durum, yaptırıma tabi ülkelerde mağduriyet anlatılarını besler ve Kuzey Amerika’nın savunduğunu iddia ettiği uluslararası kurumların meşruiyetini aşındırır.

Paradoksal biçimde, ABD baskısı paralel ekonomik sistemlerin oluşumunu hızlandırıyor. Çin ve Rusya, Batı finansal ve lojistik sistemlerine bağımlılığı azaltan alternatif ticaret yolları (İpek Yolu, Avrasya enerji koridorları, CIPS ve SPFS gibi ödeme sistemleri) sunuyor. İran, Rusya, Venezuela ve Çin’in paylaşılan lojistik yapılarda yakınlaşması, dolar hegemonyasına ve Bretton Woods kurumlarına meydan okuyan çok kutuplu bir ekonomik, finansal ve enerji düzeninin embriyosunu oluşturuyor.

Küresel jeopolitiğin sınırı olarak Karayipler ve çok kutuplu düzenin ortaya çıkışı

Venezuela açıklarındaki Skipper petrol tankeri, Arjantin’deki İran-Venezuela Boeing uçağı, Rus Seahorse’un engellenmesi ve Hayalet Filo’ya ait 183 gemiye yönelik kitlesel yaptırımlar, münferit olaylar değil; yaptırıma tabi güçlere karşı kapsamlı bir ABD lojistik baskı stratejisinin tezahürleridir. Bu strateji, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele söylemini aşarak, yarımküresel hegemonyayı sürdürmeyi ve İran, Rusya, Venezuela ve giderek Çin arasında ittifak oluşumunu engellemeyi amaçlayan bir güç projeksiyonu aracına dönüşüyor.

Karayipler, yalnızca uyuşturucu karşıtı operasyonların sahnesi olmaktan çıkmış; deniz yollarının, enerji akışlarının ve yaptırıma tabi devletlerin ekonomik baskıya dayanma kapasitesinin mücadele konusu olduğu bir jeopolitik cepheye dönüşmüştür. Bölgedeki ABD askeri varlığının yoğunlaşması, uyuşturucu kaçakçılığına karşı anlık operasyonel etkinlikten ziyade, Batı Yarımküre’de Rus, İran ve Çin etkisini sınırlamaya yönelik uzun vadeli stratejik hedefleri önceleyen bir mantığa dayanmaktadır.

Ancak bu stratejinin sürdürülebilirliği giderek daha fazla sorgulanmaktadır. 1.200 gemilik hayalet filonun pekişmesi, Çin tarafından finansal olarak desteklenen kaçınma ağlarının sofistikasyonu ve İran, Rusya ve Venezuela arasındaki operasyonel yakınlaşma, bu aktörlerin sürekli ABD baskısına dayanabilecek kritik bir lojistik kütleye ulaştığını göstermektedir. Daha da önemlisi, bu baskı istemeden alternatif ekonomik sistemlerin —taşıma koridorları, ödeme mekanizmaları, sigorta ağları— Batı kontrolünün dışında gelişmesini hızlandırmaktadır.

Temel soru, lojistik baskının belirli rakipler üzerinde baskıyı sürdürüp sürdüremeyeceği değil —bunu açıkça yapabilmektedir—; bu stratejinin maliyetlerinin (uluslararası hukukun aşınması, alternatif blokların güçlenmesi, insani sonuçların yarattığı siyasi bedeller) zamanla stratejik faydalarını aşıp aşmayacağıdır. 2024–2025 verileri, yaptırıma tabi devletlerin çöküşüne değil, ABD’nin küresel ticaret ve finans yolları üzerindeki kontrolünün artık mutlak olmadığı çok kutuplu bir ekonomik düzenin ortaya çıkışına işaret etmektedir.

Yirmi birinci yüzyılın bu jeopolitik satranç tahtasında lojistiğin —gemiler, uçaklar, deniz yolları, sigorta ve finansman— kontrolü, geleneksel toprak kontrolü kadar kritik bir mücadele alanı haline gelmiştir. Ve bu mücadelede Karayipler, uyuşturucu teknelerini durdurulan bir alan olmaktan çok daha fazlasıdır; ABD gücünün projekte edildiği, bu gücün asimetrik ittifaklarla karşılandığı ve sonuçlarını ancak yeni yeni kavramaya başladığımız hegemonya sonrası bir uluslararası düzenin hatlarının belirdiği bir düğüm noktasıdır.

Çeviri: YDH