SAAF- İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın ABD Başkanı George W. Bush’a gönderdiği mektubun tam metnini sunuyoruz. Mehrnews haber ajansının yayımladığı mektubu Alptekin Dursunoğlu çevirdi.
SAAF- İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın ABD Başkanı George W. Bush’a gönderdiği mektubun tam metnini sunuyoruz. Mehrnews haber ajansının yayımladığı mektubu Alptekin Dursunoğlu çevirdi.
Sayın ABD Başkanı George W. Bush,
Uzun zamandır, kamuoyunun, siyasi çevrelerin ve üniversite ortamlarının gündeminde olan uluslar arası alandaki varlığı inkâr edilmez çelişkilerin nasıl ele alınabileceğini düşünüyordum. Bu konuda birçok soru cevapsız kalmaktadır. Binaenaleyh, size bu çelişkileri ve soruları söz konusu etmeye karar verdim, bunların tashihi için belki bir fırsat doğar.
Kendini yüce ilahi Peygamber Hz. Mesih’in takipçisi gören, kendini insan haklarıyla yükümlü gören, liberalizmi medeniyet modeli sayan, nükleer silahların ve kitle imha silahlarının yayılmasına karşı çıkan, terörizmle mücadeleyi şiar haline getiren ve nihayet, Hz. Mesih’in ve salihlerin hâkim olacağı birleşik bir dünya toplumu kurmaya çalışan birinin, aynı zamanda ülkelere saldırması, bireylerin canını, haysiyetini ve varlığını değer olmaktan çıkarması, örneğin bir köyde, bir şehirde veya bir konvoyda birkaç suçlunun muhtemel varlığından dolayı, o köyü, o şehri veya o konvoyu ateşe vermesi mümkün olabilir mi?
Veya bir ülkede kitle imha silahlarının bulunduğu ihtimalinden dolayı o ülke işgal edilip yüz bin civarındaki insan öldürülebilir; o ülkenin su, tarım ve sanayi kaynakları ortadan kaldırılarak oraya 180 bin askeri güç yerleştirilebilir mi? İnsanların evlerinin mahremiyeti çiğnendi, bu ülke belki de 50 yıl geri götürüldü. Hangi bedelle? Bir ülke ve bazı diğer ülkeler, yüz milyarlarca dolar harcadı. Saldırgan gücün askeri olarak on binlerce genç sevk edildi, bunlar kendi evlerinden uzaklaştırılarak öldürmek üzere konuşlandırıldı, onların elleri başkalarının kanına bulaştırıldı, psikolojik baskı altında tutuldukları için onların bir kısmı intihar etti, ülkelerine döndükten sonra bile çeşitli hastalıkların pençesine düştüler, bir kısmı da öldürüldü ve cenazeleri ailelerine teslim edildi.
Kitle imha silahlarının varlığı bahanesiyle işgal edilen ülkenin halkının büyük bir kısmına ve işgal eden ülkelerin halklarına büyük bir trajedi yaşatıldı. Daha sonra ise burada kitle imha silahlarının olmadığı anlaşıldı. Elbette Saddam cani bir diktatördü. Ama savaşın, onu devirmek için değil, kitle imha silahlarını yok etmek için yapıldığı belirtildi. Saddam bu çerçevede devrildi; bölge halkları da onun devrilmesinden memnun oldu. Saddam İran’a karşı başlattığı sekiz yıllık savaşta Batı’dan destek görmüştü.
Sayın Devlet Başkanı,
Belki de biliyorsunuz, ben bir öğretmenim. Öğrenciler bana bu adımların yukarıda sözünü ettiğim değerlerle, bu cümleden barış ve rahmet Peygamberi Hz. Mesih’in öğretileriyle nasıl bağdaştırılabileceğini soruyor. Guantanamo’da sanık olarak tutulanlar, mahkeme edilmiyor. Avukat tutma imkânına sahip değiller, aileleri onlarla görüşemiyor, onlar ülke dışında alıkonuyor ve onlar için hiçbir uluslar arası nezaret söz konusu değil. Onların tutuklu mu, savaş esiri mi, sanık mı, mahkûm mu olduğu belli değil. Avrupalı denetçiler, Avrupa’da bile gizli zindanlar bulunduğunu teyit ettiler. Ben insanların kaçırılıp gizli zindanlarda tutulmasını dünyadaki hiçbir yargı sistemiyle bağdaştıramıyorum ve bu yapılanların yukarıda sıraladığım değerlerle, Hz. Mesih’in öğretileriyle, insan haklarıyla veya liberalizm değerleriyle nasıl bağdaştığını anlayamıyorum.
Gençlerin, öğrencilerin ve halkın İsrail olgusuyla ilgili birçok sorusu bulunuyor. Onlardan bazılarını duymuş olmalısınız. Tarih boyunca birçok ülke işgal edildi; ama yeni bir ülkenin ve yeni bir halkın kurulması çağımızın nevzuhur fenomenlerindendir. Öğrenciler, 60 yıl önce böyle bir ülkenin olmadığını söylüyor. Eski coğrafi belgeleri gösteriyor, ne kadar arasak da İsrail adlı bir ülke göremiyoruz diyorlar. Onlara yol göstermeye mecburum, birinci ve ikinci dünya savaşlarını araştırıyorlar. Öğrencilerimden biri şöyle dedi: On milyonlarca kişinin öldürüldüğü 2. Dünya Savaşı’nda savaş haberleri karşıt taraflar arasında hızla yayılıyor, iki taraf da kendi zaferini karşı tarafın ise yenilgisini ilan ediyordu. Savaştan sonra 6 milyon Yahudi’nin öldürüldüğü söylendi. 6 Milyon kişi en az 2 milyon aileye tekabül ediyor. Bu haberin doğru olduğunu farz edelim, acaba bu, Ortadoğu’da İsrail diye bir ülkenin kurulmasının ve onun himaye edilmesinin mantıklı sonucu mudur? Bu fenomen nasıl tahlil edilip yorumlanabilir?
Sayın Devlet Başkanı,
İsrail’in hangi bedeller ve hangi gelişmeler sonucu kurulmuş olduğunu biliyor olmalısınız. Binlerce kişinin öldürülmesi, milyonlarca kişinin kendi yurdundan sürülmesi, yüz binlerce hektarlık çiftliğin, zeytin bahçesinin, şehrin tahribi… Bu trajedi sadece kuruluş dönemine ait değil, maalesef 60 yıldır devam ediyor. Kurulmuş olan bu rejim, çocuklara bile acımıyor, evleri insanların başına yıkıyor, Filistinlileri terör etme programını önceden ilan ediyor, binlerce Filistinliyi zindanda tutuyor. Böylesi bir fenomen son asırda benzersizdir veya eşine az rastlanır türdendir. Birçok halk için diğer bir önemli soru da şudur: Niçin böylesi bir rejim himaye ediliyor? Acaba böylesi bir rejimin himaye edilmesi, Hz. Mesih’in (as) Hz. Musa’nın (as) öğretileriyle liberal değerlerle bağdaşıyor mu? Filistin’in kaderini tayin hakkının, Filistin’in içinde ya da dışında yaşayan Müslüman’ıyla, Hıristiyan’ıyla, Yahudi’siyle tüm Filistin halkına bırakılması demokrasi ve insan hakları ilkelerine ve Peygamberlerin öğretilerine aykırı mıdır? Eğer aykırı değilse neden referanduma karşı çıkılıyor?
Son Filistin hükümeti, Filistin halkının oyuyla iş başına geldi. Tüm tarafsız gözlemciler bunun seçilmiş bir hükümet olduğunu teyit etti. Filistin’in seçilmiş hükümeti, inanılmaz bir şekilde baskı altına alındı ve ona “İsrail rejimini tanı, direnişten vazgeç ve önceki hükümetin programını izle” dendi. Eğer şu anki Filistin hükümeti, böylesi politikaları izleyeceğini daha önceden belirtecek olsaydı, acaba Filistin halkı onu seçer miydi? Bunlar, yukarıda söz ettiğimiz değerlerle bağdaşır mı? Ayrıca halk şunu soruyor: Güvenlik Konseyi’nden Siyonist rejimin aleyhine çıkan her karar niçin veto ediliyor?
Sayın Devlet Başkanı,
Biliyorsunuz halkla iç içe yaşıyorum ve sürekli onlarla temas halindeyim, Ortadoğu halklarından birçok kişi benimle çeşitli şekillerde temas kuruyor. Onlar, bu çifte standartlı politikaları hiçbir mantıkla bağdaşır görmüyor. Deliller göstermektedir ki bölge halkı, uygulanan politikalara gün geçtikçe daha da öfke duymaktadır.
Daha fazla soru gündeme getirme niyetinde değilim; fakat birkaç noktaya daha işaret etmek istiyorum. Ortadoğu bölgesindeki her bilimsel ve teknolojik gelişme niçin Siyonist rejime karşı bir tehdit olarak görülüp, bu şekilde propaganda ediliyor? Bilimsel çalışmalar ve araştırmalar yapmak, milletlerin temel haklarından değil midir? Tarihe aşina olmalısınız, ortaçağ döneminden başka, tarihin hangi döneminde ve dünyanın neresinde bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemeler bir suç sayıldı? Bilimden askeri amaçlarla yararlanma ihtimalinden dolayı bilime ve teknolojiye karşı çıkıldığını var sayalım. Bu şekilde bir sonuç çıkarmak doğru görülecek olursa tüm bilimlere karşı çıkılmalıdır. Fiziğe, kimyaya, matematiğe, tıp ve mühendislik bilimlerine bile…
Irak konusunda yalan söylendi. Peki sonuç ne oldu? Kuşkusuz tüm insan toplumlarında yalan beğenilmeyen bir şeydir. Kuşkusuz zatıâliniz de size yalan söylenmesinden hoşlanmazsınız.
Sayın Devlet Başkanı,
Latin Amerika halkları onların bu kıtadaki seçilmiş hükümetlerine neden karşı çıkıldığını, buna karşılık neden darbecilerin desteklendiğini sorma hakkına sahip mi? Niçin onların başının üstünde daimi bir tehdit bulutu dolaşmaktadır?
Afrika halkı çalışkan, yaratıcı ve yetenekli bir halktır. Onlar, insanlık toplumunun maddi ve manevi ihtiyaçlarını temin edecek değerli ve önemli bir rol oynayabilir. Afrika’nın büyük bir kısmındaki yoksulluk ve imkânsızlık, böylesi bir role engel olmaktadır. Acaba onların şunu sormaya hakkı var mı? Niçin onların büyük servetleri yağmalanıyor? Hâlbuki onların kendileri buna herkesten daha çok muhtaçtır. Acaba bunlar Hz. Mesih’in öğretileriyle ve insan haklarıyla bağdaşıyor mu?
Mümin ve kahraman İran halkının da birçok sorusu var. Bu cümleden 52 yıl önce “28 Mordad Darbesi”nin gerçekleştirilmesi ve yasal hükümetin devrilmesi, İslam Devrimi’ne karşı konulması, binlerce belgenin ortaya koyduğu üzere konsolosluğun İslam Cumhuriyeti karşıtlarının himaye edildiği bir üs haline getirilmesi, İran’a karşı savaşta Saddam’ın desteklenmesi, İran yolcu uçağının düşürülmesi, İran mal varlığının bloke edilmesi, İran halkının nükleer alanda ve bilimsel alanlarda gösterdiği ilerlemeler karşısında öfke ve rahatsızlık gösterilmesi ve tehditlerde bulunulması… Halbuki tüm İranlılar, ülkeleri geliştiği için mutlu oldular ve kutlamalar düzenlediler. Bu mektupta açıklanabilecek daha binlerce nokta bulunmaktadır.
Sayın Devlet Başkanı,
11 Eylül olayı gerçekten korkunç bir olaydı. Dünyanın neresinde olursa olsun masum insanların öldürülmesi, üzüntü ve elem vericidir. Ülkemiz, olaylardan hemen sonra bu tür olayların müsebbiplerini nefretle kınadığını, geri kalanlara ise başsağlığı dileyerek onların acılarını paylaştığını ifade etti. Tüm devletler, yurttaşlarının canlarını, mallarını ve saygınlıklarını korumakla görevlidir. Söylendiği kadarıyla devletiniz geniş bir istihbarat ve güvenlik sistemine sahiptir. Hatta muhaliflerini yurt dışında bile avlamaktadır. 11 Eylül olayı basit bir operasyon değildi. Bu operasyonun istihbarat ve güvenlik sistemleriyle koordine edilmeden veya bunlara nüfuz edilmeden planlanıp uygulanması mümkün müdür? Kuşkusuz bu mantıklı bir ihtimaldir. Konunun bu boyutları niçin şimdiye kadar gizli kaldı? Bu konuda kimlerin kusurlu olduğu konusunda neden açıklama yapılmıyor? Niçin bunların müsebbipleri ve bu konuda kusuru bulunanlar mahkeme edilmiyor?
Sayın Devlet Başkanı,
Her devletin görevi vatandaşı için huzur ve güven ortamı yaratmaktır. Sizin ülkenizin halkı ve dünyanın bunalımlı bölgelerindeki ülkelerin halkları, birkaç yıldır güven duygusu hissetmiyor. 11 Eylül’den sonra bu olaydan zarar görenlerin ve bu olaydan etkilenen Amerikan halkının psikolojik travmasını iyileştirmeye çalışmak yerine bazı Batlı medya organları güvensizlik ortamını körükledi ve sürekli bir terörist saldırı ihtimalinden söz ederek halkı korku ve dehşet ortamında tuttu. Acaba bu Amerikan halkına hizmet midir? Acaba korku ve dehşetin yarattığı hasarlar ölçülebilir mi?
Düşünün ki Amerikan vatandaşları, her yerde bir saldırı ihtimali olduğunu düşünüyor, caddelerde, iş yerlerinde ve evlerinde güvensizlik hissediyor. Bu durum kimin hoşuna gidiyor? Medya huzur ve güven yerine neden güvensizlik aşılıyor? Bazıları bu propagandaların Afganistan’a saldırı için ortam yaratmaya dönük olduğuna inanıyor. Bu noktada medyaya değinmek gerekiyor. Doğru haber verme, bir emanet olan haberin doğru bir şekilde yayılması, insani ve kabul edilebilir bir basın ilkesidir. Bazı Batılı medya organlarının bu ilkeye uymadığını derin bir üzüntüyle belirtmek isterim. Irak’a saldırının asıl bahanesi kitle imha silahlarının varlığıydı. Halkın buna inandırılması ve Irak’a saldırıya zemin hazırlanması için bu konu sürekli tekrar edildi. Yalan ve yapay bir atmosferde hakikat kaybolmuyor mu? Acaba hakikatin kaybolması yukarıda sözü edilen değerlerle bağdaşıyor mu? Acaba hakikat, Allah katında da kayıp mı oluyor?
Satın Devlet Başkanı,
Tüm ülkelerde devletlerinin hazinesi için para ödeyen ve devletlerinden de hizmet bekleyen halktır. Soru şu: Irak’a asker sevk etmek için yıllık ayrılan yüz milyarlarca dolarlık bütçenin halk için getirisi nedir? Zatıalinizin de bildiği gibi ülkenizdeki bazı eyaletlerde bulunan halk, yoksulluk ve sıkıntı içindedir. Binlerce kişi evsiz barksız yaşıyor. İşsizlik büyük bir sorun ve bu sorun aşağı yukarı tüm ülkelerde de mevcut. Bu şartlar altında halkın hazinesinden bu büyüklükte bir bütçe ayrılması, bu büyüklükteki bir asker sevkıyatını, izah etmeye yetiyor mu veya bunlar, yukarda söylenen ilkelerle bağdaşıyor mu?
Sayın Devlet Başkanı,
Söylendiğine göre bugün dünya halklarının sorunlarının bir kısmı, bizim bölgemiz ve sizin halkınızdır. En azından bir kısmını tasdik edeceğiniz üzere size söylemek istediğim asıl şey şudur: Yöneticilerin belirli dönemleri vardır ve yöneticiler ebedi değildir. Ama onların isimleri tarihte ebedi kalacaktır. Yakın ve uzak gelecekte tarih hükmünü verecektir.
Halk, bizim dönemimizde neler olduğunu söyleyecek. Acaba halklarımız için refah, huzur ve güvenlik mi yoksa güvensizlik ve işsizlik mi getirdik? Acaba adaleti mi ayakta tuttuk yoksa büyük bir kesimin yoksulluğu ve imkânsızlığı pahasına küçük bir grubu mu himaye ettik? Acaba küçük bir kesimi servete ve makama kavuşturarak onların rızasını kazanmayı Allah’ın ve halkın rızasına tercih mi ettik? Acaba halkın ve mahrumların haklarını mı savunduk yoksa onların haklarını görmezden mi geldik? Acaba dünyanın her yerindeki insanların haklarını mı savunduk yoksa savaş dayatarak yasal olmayan bir şekilde başka ülkelerin iç işlerine müdahale mi ettik ya da korkunç zindanlar kurarak insanları buralara mı doldurduk?
Acaba dünyada güvenlik ve barış için mi çaba sarf ettik yoksa güç ve tehdit bulutlarını dünyanın her tarafına mı yaydık? Acaba kendi halkımıza ve dünya halklarına doğru mu söyledik yoksa hakikatleri mi çarpıttık. Acaba halkların taraftarı mı olduk yoksa işgalcilerin ve zalimlerin taraftarı mı olduk? Acaba hükümetimizde mantık, akıl, ahlak, barış, sorumlu davranma, adaleti yayma, halka hizmet, refah, ilerleme ve insan haysiyetinin korunması mı hâkim oldu yoksa silah gücü, tehdit, güvensizlik, halka aldırış etmeme, halkların ilerlemesini ve gelişmesini önleme ve hakların çiğnenmesi mi? Nihayet bunların hepsi söylenecek… Yemin ettiğimiz üzere asli görevimiz olan halka hizmete ve Peygamberlerin öğretilerine bağlı kaldık mı kalmadık mı?
Sayın Devlet Başkanı,
Dünya bu duruma daha ne kadar tahammül edebilir? Bu süreçle dünya hangi yöne gidecek? Dünya halkları daha ne zamana kadar bazı yöneticilerin doğru olmayan kararlarının bedelini ödeyecek? Daha ne zaman kadar kitle imha silahlarının güvensizlik bulutu, dünya halklarının başında dolaşacak? Kadın erkek ve çocukların kanlarının daha ne zamana kadar caddelere ve sokaklara akıtılması ve insanların evlerinin daha ne zamana kadar başlarına yıkılması gerekiyor? Zatıâliniz dünyanın bu durumundan hoşnut musunuz? Mevcut politikaların sürebileceğini düşünüyor musunuz?
Asker sevk etmek için harcanan yüz milyarlarca dolar, zayıf ülkelere yardım, sağlık koşullarının iyileştirilmesi, hastalıklarla mücadele, düşünsel ve bedensel gelişim için eğitim, doğal felaketlerden dolayı zarar görenler için yardım, iş alanları yaratmak, üretim, bayındırlık, fakirliğin ve mahrumiyetin ortadan kaldırılması, barış, ülkeler arasındaki sorunların çözümü, milliyet, ırk vs. savaşlarının önlenmesi, için harcansaydı, bugünün dünyası acaba nasıl bir durumda olurdu? Sizin ülkenizin halkları da bundan dolayı şeref ve gurur duymaz mıydı? Sizin siyasi, devletinizin ve halkınızın ise ekonomik durumu daha güçlü olmaz mıydı? Büyük bir üzüntüyle belirteyim ki dünya halklarının Amerikan devletine yönelik artan nefreti olur muydu?
Sayın Devlet başkanı kimseyi kırıp incitmek niyetinde değilim. Bugün Hz. İbrahim, İshak, Yakub, İsmail, Yusuf veya İsa (Allah’ın selamı hepsinin üzerine olsun) olsaydı, bütün bu yapılanlar karşısında nasıl bir hüküm verirdi? Adaletin tüm yeryüzünü kaplayacağı gün, Hz. İsa Mesih gelip bize bir rol verecek mi veya bizi kabul edecek mi?
Anahtar sorum şu: Dünya halklarıyla anlaşmanın daha iyi bir rolü yok mu? Bugün dünyada milyarlarca Hıristiyan, milyarlarca Müslüman ve milyonlarca da Hz. Musa öğretilerinin takipçisi bulunuyor. Tüm ilahi dinler, tek bir kelimede birleşiyor. Bu kelime de Tevhid’dir. Yani Allah’tan başka ilahın bulunmadığı tek tanrıya inanmak… Kur’an-ı Kerim bu ortak kelimeyi vurguluyor ve tüm ilahi dinlerin takipçilerini buna davet ederek şöyle diyor:
“De ki ey kitap ehli, sizin ve bizim aramızda ortak olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah’a tapalım, ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım, birimiz diğerini Allah’tan başka rab edinmesin” (Al-İmran: 64)
Sayın Devlet Başkanı,
İlahi kelamın da belirttiği üzere tek bir Allah’a tapmaya ve ilahi peygamberlere uymaya davet ediliyoruz. Her türlü gücün üstünde olan ve gücü yer şeye yeten, gizlide açıkta, geçmişte, gelecekte olan her şeyi de, kullarının kalplerinden geçirdiklerini de bilen ve kullarının amellerini kaydeden Allah’a tapınmak. Yerlerin ve göklerin maliki olan ve tüm âlemlerin meliki olan Allah’a… Tüm âlemlerin tedbiri onun elindedir. O, tüm kullarının günahlarını bağışlamayı vaat etmiştir. O, mazlumların dostu, zalimlerin düşmanıdır. Rahman ve rahimdir. Müminlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kullarının amellerini izler. Kullarını imana ve salih amele davet eder. Onlardan hak yönünde adım atmasını ve bu yolda sabit durmasını ister. Kullarını, resullerine itaate davet eder ve onların amellerine şahit ve nâzırdır. Kötü sonun yalnızca bu dünya hayatını tercih edenlere, onun emirlerine isyan edip onun kullarına zulmedenlere ait olduğunu söyler. Sonsuz iyiliğin ve cennetin ise onun yüceliğinden ve makamından korkanlara ve kendi hevasına uymayanlara ait olduğunu bildirir.
Biz, peygamberlerin öğretilerine dönüşün tek kurtuluş ve mutluluk yolu olduğuna inanıyoruz. Zatıâlinizin Hz. Mesih’in (as) öğretilerine ilgi duyduğunuzu ve Allah’ın vaadiyle aalihlerin yeryüzündeki ilahi hükümetine inandığınızı duydum. Biz de Hz. İsa Mesih’i (as) yüce ilahi peygamberlerden biri olarak görüyoruz. Kur’an-ı Kerim onu defalarca yüceltmiştir. Ve şu söz Hz. Mesih’ten (as) nakledilmiştir: “Benim ve sizin ramimiz Allah’tır. O halde ona kulluk edin, sırat-ı mustakim budur.” (Kur’an-ı Kerim, Meryem Suresi: 36)
Allah’a kulluk ve itaat, tüm ilahi peygamberlerin şiarıdır. Allah, tüm Avrupa, Asya, Afrika, Amerika, Okyanusya, halklarının tanrısıdır. Tüm âlem birdir ve tüm kullarının hidayetini, izzetini isteyen, insanlara üstünlük bahşeden yüce Allah’tır. Şu, İlahi kelamdandır: “Kadir ve müteal olan Allah, peygamberlerini insanların hidayeti için açık mucizelerle ve delillerle göndermiştir, ta ki Allah’ın ayetlerini onlara göstersin ve onları günahtan temizleyebilsin diye. Kitabı ve mizanı göndermiştir ta ki insanlar karşısında adaleti ayakta tutsunlar ve tuğyandan sakınsınlar diye.”
Bütün bu ayetler, Kitab-ı Mukaddes’te de bir şekilde geçmektedir. İlahi Peygamberler vaat etmiştir ki: “Tüm insanların amellerinin karşılığını görmesi için Allah’ın huzurunda toplanacağı gün gelecektir. İyiler cennete gönderilecek, günahkarlar da ilahi azaba uğrayacaktır” sanıyorum her ikimiz de bu güne inanıyoruz ama; Bizim hesabımız kolay olmayacak. Zira bizler, davranışlarımızın hayatlarında etki bıraktığı kimseler ve halk karşısında cevap verici konumdayız. Peygamberler, tevhid esasındaki barışı, huzuru, adaleti ve insan saygınlığını tüm insanlar için istemiştir. Hepimiz bu ilkelere yani tevhide, adalete, insanın izzet ve saygınlığının korunmasına ve kıyamet gününe inanırsak, Allah’a itaatten ve Peygamberlerin öğretilerine uymadan uzaklaşmanın bir sonucu olan bugünkü sorunlara galip gelinemez mi? Ve daha iyi ve güzel bir rol oynanamaz mı? Bu ilkelere inanmak, barışı, dostluğu ve adaleti genişletip bunu garanti etmez mi? Yazılı olan veya olmayan bu ilkeler, dünya halklarının çoğunun ilkesi değil mi? Zatıaliniz bu davete icabet etmiyor musunuz? İlahi Peygamberlerin öğretilerinin hakikatine, tevhide, adalete, insan saygınlığının korunmasına, Allah’a ve Resullerine itaate…
Sayın Devlet Başkanı,
Tarih gösteriyor ki, hükümetler, zulüm yolunda olursa, kalıcı olamaz. Allah, insanlığın yazgısını onların eline bırakmamıştır. Hükümetlerin isteklerinin ve tedbirlerinin aksine gelişen birçok olay olmuştur. Yaşanan olaylar, daha üstün bir gücün tüm işleri idare ettiğini göstermiştir.
Sayın Devlet Başkanı,
Bugün dünyada yaşanan gelişmelerin ve değişimlerin nişaneleri inkar edilebilir mi? Bugünkü durum on sene öncesiyle mukayese edilebilir. Çok hızlı ve geniş kapsamlı bir değişim söz konusudur.
Dünya halkları mevcut durumdan hoşnut değildir. Dünyada etkin olan bazı yöneticilerin vaatlerine ve açıklamalarına daha az güvenmektedir. Dünyanın birçok yerindeki insanlar, güvensizlik hissetmektedir, insanlar güvensizliğin ve savaşların yayılmasına karşıdır ve çifte standartlı politikaları kabul etmemektedir. İnsanlar zenginlerle yoksullar, müreffeh ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki ayrışmaya itiraz etmektedir. İnsanlar artan fesattan nefret duymaktadır. Birçok ülkedeki halk, kültürlerinde saldırganlık bulunan, insanların evlerini başlarına yıkan, muhabbet ve şefkati az olan yapılardan rahatsızdır. Dünya halkları, uluslar arası kurumlar konusunda iyimser değil, zira onların hakları bu kurumlar tarafından yerine getirilmemektedir.
Batı liberalizmi ve demokrasisi, insanlığı kendi ideallerine yaklaştıramamıştır. Bugün bu iki kavram iflas etmiştir. Dünyadaki düşünce ve akıl sahipleri liberal demokrasi düzeninin ve düşüncesinin yıkılış sesini açıkça işitmektedir. Bugün dünya halklarının teveccühü bir merkeze yönelmiştir. Bu merkez de Tek olan Allah’tır ve elbette ki insanlar sorunlar karşısında tevhide ve peygamberlerin öğretilerine tutunmaktadır. Bunlar galip gelecektir. Benim ciddi sorum şu: Siz de onlarla birlikte olmak istemez misiniz?
Sayın Devlet Başkanı,
Biz istesek de istemesek de dünya tevhide ve adalete doğru ilerlemektedir. Allah’ın iradesi her şeye galip gelecektir. Selam hidayete tabi olanlara olsun.
Mahmud Ahmedinejad,
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı