• 05/10/08 - 01:00
  • Yazar: Admin
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH-Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, geçtiğimiz perşembe günü Lübnan’da yaşanan son gelişmelerle ilgili bir basın toplantısı düzenledi. Nasrullah’ın basın toplantısının soru cevap kısmına kadar olan bölümünü yayımlıyoruz.




    YDH-Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, geçtiğimiz perşembe günü Lübnan’da yaşanan son gelişmelerle ilgili bir basın toplantısı düzenledi. Nasrullah’ın basın toplantısının soru cevap kısmına kadar olan bölümünü yayımlıyoruz. 

     

    Özellikle söylemek istiyorum ki Temmuz Harbinden bu yana ilk defa gerçekleştirdiğimiz bu basın toplantısının konusu, bir süredir Lübnan'da yaşanan önemli ve tehlikeli gelişmelerdir.

    İlk önce hükümet olan gurubun bu karanlık gecede almış olduğu kararlar bütün Lübnan'ı kapsayan yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Lübnan parlamentosunun bu oturumda aldığı kararlar bize göre, Lübnan'ın 2005 Şubatında Refik Hariri'nin şehit edilmesi ile yaşanan sarsıntının ardından girdiği yeni dönem gibi bir dönemin başlangıcı addedilebilir. Yani biz Lübnan için yeni bir dönemin başında bulunuyoruz. Bu karanlık oturumun gerçekleştirildiği Lübnan artık eski Lübnan değildir. Bu oturumda alınan kararları bütün tehlikeli boyutlarıyla Lübnan'ı yeni bir döneme sokmuştur.

    Bu toplantıda birkaç önemli konuya vurgu yapacağız yani bu konuşmada slogan atmayacağız ve telefon şebekesi gibi önemli meseleleri konuşacağız. Evet zor bir dönemden geçiyoruz; fakat bu durumda akıllı ve mantıklı ve sorumluluğumuza uygun kararlar alacağız. Toplantıda değineceğimiz birinci nokta Direniş’in telefon şebekesi, ikincisi hava alanı ve Vefik Şukeyr meselesi, üçüncüsü ise gelinen son noktada Lübnan'ın yaşamakta olduğu siyasi bunalım, onunla nasıl mücadele edeceğimiz ve bu siyasi bunalımdan çıkış yolları olacaktır.

    Birinci noktada öncelikle telefon şebekesini bizim illegal olarak para kazanmak amaçlı kurduğumuz ve bu kurumdan Lübnan Enformasyon Bakanlığı’nın mali kazanç elde edemediği gibi bir iddia ileri sürerek, gerçeği bildikleri halde inkar edenlerin gerekçelerine cevap vermek istiyorum.

    İlk olarak muhabere silahı denilen ve bütün dünya ordularının sahip olduğu hatta eski orduların da sahip olgu bir olgudan söz etmek istiyorum. Muhabere silahı olarak ilk başta güvercinler, ses ve buna benzer teknikler kullanıldı, harp teknikleri ve silah türleri geliştikçe işaret silahı da buna bağlı olarak gelişti. Düzenli birlikleri, direniş örgütleri ve milis gurupları gibi yönetici ve askerlerin bulunduğu askeri birimler için haberleşme kesinlikle gereklidir. Muhabere silahı dediğimiz haberleşme meselesi herhangi bir askeri operasyonda başarı sağlanması ve idarenin kusursuz yapılabilmesi için hayati öneme sahiptir ayrıca komuta kademesinin en önemli silahıdır.

    Haberleşmemin çeşitli yolları vardır ve teknik bir konudur ve telli ve telsiz olarak gerçekleştirilebilir, bugün gelinen noktada sesin bir noktadan diğerine aktarımı iki şekilde ve farklı teknolojilerle yapılabilmektedir. Telsiz iletişimde ses hava aracılığıyla iletilirken telli iletişimde teller vasıtasıyla ses bir aletten diğerine aktarılarak iletilir ve bu iletişim şeklinde ses iletişim aletleriyle sınırlı kalır.

    İlkinde ise ses hava aracılığıyla iletilir ve cep telefonuna sahip biri istediği bir mekandan diğerine istediği caddeden diğerine isteği gibi konuşabilir. Fakat telli iletişimin hareket alanı o kadar esnek değildir. Fakat telsiz iletişimin bazı sorunları vardır. Mesela eğer dinlenilmek istenirse, size şu kadarını söylemek isterim ki dünyada ve Lübnan'da kırılmayacak ya da çözülmeyecek cep telefon şifresi veya dinlenilemeyecek cep telefonu yoktur.

    Bugün gelinen noktada bilimsel olarak böyle bir teknolojinin varlığı kesinleşmiştir ve telefon bağlantılarını karıştırma çok aşikârdır. Telefon bağlantıları karıştırılarak ana karargâh ve birliklerin bağlantısı koparılabiliyor, komuta kademesi ile birliklerin ararsızdaki irtibat kesilebiliyor.

    Üçüncü tehlikesi ise açık hedef olmasıdır. Geçen Temmuz Harbinde olduğu gibi mobil istasyonları bombalanıyor şebekeler vurulabiliyor. Fakat telli iletişim ağının istasyonları özellikle gizli olmaları durumunda ilk günlerde geniş çerçevede kullanılabiliyor. Biz bir direniş örgütü olarak büyük orduların ya da ABD ve İsrail ordularınınki gibi bir teknolojiye sahip değiliz. Doğal olarak çok gelişmiş ve kompleks teknolojik bir yapıyla kıyasladığımızda basit bir teknolojik yöntem kullanıyoruz. Çünkü onların teknolojilerine ulaşmamız imkansız. Bu kadar kompleks bir teknoloji karşısında en uygun olan basit bir teknoloji kullanmaktır.

    En uygun tabirle telli iletişim Direniş’in doğasına uygun bir iletişim yöntemidir çünkü yöneticilerin evlerini bazı merkezleri ve mevzileri birbirine bağlayan bir hat ve bir santralden ibarettir. Yani bu telli telefon Direniş’in muhabere silahıdır, öyle ilave bir argüman değil Direniş’in ana unsurlarındandır. 2000 den önce Direniş’in başarısının en önemli nedenlerinden biri, üç yüz, dört yüz veya beş yüz savaşçı İsrail sınırından girdiğinde İsrail bunu ancak silah seslerini duyduğunda fark ediyordu; çünkü biz o dönemde telsiz iletişim yöntemini değil telli iletişim yöntemini kullanıyorduk.

    Temmuz Harbinde en önemli kuvvet unsurlarından biri liderlik ve yönetimdi ve bizim bütün karargahlarla ve savaş meydanı ile irtibatımız vardı ve bunu düşman tarafı da kabul etti. Hatırlayın ikinci Kana katliamından sonra yaralıların çıkarılması için yapılan 48 saat süreli ateşkes de düzenli bir ordu olmadığımız halde bütün birimlere ateşkes emri ulaşmış ve bu gerçekleştirilmişti; çünkü bizim bütün noktalar ile iletişim imkânımız vardı.

    Burada eski arkadaşım olan Enformasyon Bakanı’na “iletişim silahını Hizbullah'ı koruyan bir silah olarak tarif etmek doğru değildir” demesi nedeniyle teessüflerimi bildirmek istiyorum. Şunu söylemek istiyorum ki biz Temmuz Harbinde telli iletişim hattını kullanma imkanını kaybettiğimiz için telsiz ve cep telefonu kullanımına geçtiğimizden dolayı birçok direniş komutanını ve birçok birliğimizi savaş meydanında kaybettik.

    Bu gün Winograd Rapor’una bakacak olursak oradaki en önemli tavsiyelerden birinin Hizbullah'ın komuta kademesini çökertmek olduğu bunun da en önemli aracının iletişimi koparmak olduğu söylenmektedir, isteyenler dönüp bakabilirler.

    Hükümet ile aramızdaki görüşmeler geçmişe kadar gidiyor. Hepiniz biliyorsunuz ki; bu telefon şebekesi yeni değildir ve 2000 yılının evveline kadar gitmektedir. Evet kurulduktan sonra gelişim göstermiş olabilir; fakat bu doğal ve makul bir durumdur.

    Onlara hatırlatmak istiyorum; meşum dörtlü ittifak döneminde bu telefon şebekesi mevcuttu ve devlet otoritesine aykırı, illegal ve kamu yararına aykırı değildi! Bakanların açıklaması ortaya konduğunda Direniş’ten ve onun silahlarından bahsedilmişti -ki telefon hattı da silahlarımızın bir parçasıdır- ve o zaman bu telefon hattı illegal, devlet otoritesine aykırı ve kamu yararına mugayir değildi!

    Şimdi dörtlü ittifak karışık bir rüyaya dönüştü ve bu bazı hükümet unsurlarını sinirlendirdi. Onlara bunun bir karışık rüyadan ibaret olduğunu söylemek istiyorum; çünkü onlarla ne bu dünyada ne de ahrette bir araya gelmeyeceğiz. Winograd Raporu’ndan sonra, Welch'in raporunun ardından, sıcak yazın ardından, Lübnan'daki siyasi krizin büyümesinin ardından, Lübnan hükümetinin dediklerine dayanılarak yazılan faydasız Larsen raporundan sonra, yönetim için Amerika Dışişleri’nce düzenlenen rapordan sonra, geçtiğimiz ay bir dizi görüşmeden sonra belirli ve sınırlı sonuçlara vardığımız ve bütün sorularına cevap verdiğimiz halde bu dosyayı açtılar.

    Bizimle görüşmelere başlamadan önce Lübnan güvenlik güçlerinden bazı üst düzey yetkililer bu konu hakkında görüşmek ve bazı kuşkuları konuşmak üzere görevlendirildiler. Oturup konuştuk şüphelerini cevaplandırdık “tamam bir sorun yok” dediler; ama şu Dahye bölgesinden Batı Beyrut'a kadar uzanan telefon hattı falanı, falanı korkutuyor. Biz bu kabloları 2006 Temmuz Harbi sırasında Dahye bombalandıktan sonra -ilk gün değil- Dahye ile Beyrut arasına çektik. “Biz bu kabloları ortadan kaldıralım; –Allah göstermesin- bir savaş olursa, biz Lübnan emniyet kuvvetleri olarak size garanti ediyoruz, biz sizin için yeniden çekeceğiz” dediler. Neyse mesele orada kapandı.

    Birkaç hafta sonra, tabii bölgede yeni bir dönem başladı. Hükümet aracılığıyla bir çekişme kıvılcımı, bölgesel ve uluslararası çekişmelerin kıvılcımları oluştu. Irak, Lübnan, Filistin hatta İran ve Suriye ile çeşitli yollarla savaş senaryoları var. Şimdi bu gruplar gelip telefon hatları meselesini açtı. Güvenlik güçleriyle görüşmeler oldu. Pelki sorun ne o zaman?

    “Bazı sorunlar var, halledilmesi gerekiyor” dediler. “İyi, tamam; biz konuşarak halletme taraftarıyız. Gelin konuşalım” dedik. Tamam biz silahlarımızı muhafaza etmek istiyoruz, fakat silah için kavga etmek istemiyoruz. Savaş amaç değil. “Siz telefon şebekesini Cübeyl ve Kesrevan'a kadar uzatmak istiyorsunuz” dediklerinde bunun doğru olmadığını söyledik. Bu konuda basın toplantısı düzenlendi.

    Biz güvenlik güçlerine haber verdik; onlar bakanlar kuruluna haber verdi; bakanlar kurulu illegal hükümete haber verdi. Hizbullah açıkça telefon şebekesini Cübeyl'e uzatmaya ihtiyacının olmadığını belirtiyor. Bizim Cübeyl ve Kesrevan’da telefon şebekesine ihtiyacımız yok. Biz telefon şebekesini ihtiyaç olan merkezlere ve liderlerin evlerine koyduk. “Tamam da ya kuzey?” dediler. Biz de ne Cübeyl’de, ne kuzeyde, ne de Kesrevan’da telefon şebekesine ihtiyacımızın olmadığını söyledik. Dahye'den Beyrut'a uzanan hattı sorduklarında, “bu doğal ve gereklidir; çünkü Dahye ve Beyrut arasındaki en güvenilir iletişim budur.” dedik. Onlar, “Biz bunun Şevf'e, müttefiklerinize kadar ulaşmasından korkuyoruz” deiler. Biz de asla Şevf'e ve müttefiklerimize kadar uzatmayacağımıza söz verdik. O zaman tamam dediklerinde, “sorun nedir?” dedik. “Bu hat devlet hattına alternatif bir hattır ve kamu yararına zarar vermektedir” dediler. Sonra biz de, “Bu telefon hattı sadece direnişin liderleri ve birlikler içindir; yoksa kamu kullanımı için değildir. Eğer bu mesele hakkında araştırma yapmak istiyorsanız buyurun” dedik.

    “Üçüncü bir sorun daha var; siz bu hattı uluslararası görüşmeler için kullanabilirsiniz” dediler. Biz, “Herhangi bir uluslararası görüşmeyi tespit edebilirsiniz, eğer böyle bir şey varsa buyurun gösterin, oturup bu sorunu çözelim” dedik. Bu kez de “Uluslararası haberleşmeyi illegal olarak ve kamu malından çalmak olarak görüyoruz” dediler. Sonra güvenlik güçleri mensupları gittiler, “asayiş berkemal, işler iyi durumda” dediler. Sonra bize dönüp “uzlaşma istiyor musunuz?” dediler; “şimdi telefon hattı meselesini bir kenara bırakıp pazarlık etsek.”

    Sormak istiyorum, acaba biz bu uzlaşmayı kabul edersek, telefon hattı meşrulaşacak mı, kamu malına zarar vermekten çıkacak mı? Bu ne biçim devlet? Bu devlet değil, çete. Bu hukuki ve bürokratik bir devlet değil, resmen çete. Bu ayıptır; iç mesele olan ve devletin ve ulusun korunmasıyla direkt alakalı olan direnişin silahlarından yüz çevirmek, görmezden gelmek olduğu için ayıptır. Telefon şebekesinin kararı bana aittir, oturma eylemcilerini korumak ise bütün muhaliflere aittir. Durum böyle kapandı, yani açıkça onlara garanti verdik, “isterseniz gelin, telefon hatlarını kontrol edin” dedik. “Telefon hatları uluslararası görüşmeler için değildir, kamu kullanımına açık değildir, hükümete engel çıkarmaz” dedik.

    Herkesin malumudur ki; Lübnan'ın çeşitli yerlerinde dini müesseseler ve siyasi guruplara ait, kimi ruhsatlı, kimi ruhsatsız telefon hatları var. İnşallah yakında bu konuda bir parlamenter tafsilatlı açıklama yapacak. Fakat bu konuyu bırakarak, asıl konudan sapmadan, ülkenin savunulması, Direniş ve İsrail'le savaşla direkt alakalı olan meseleye dönelim.

    Bu konuda yine Hükümetin başkanı(!) Velid Canbolat'ın etkisi var -Velid Canbolat hükümeti diyorum; çünkü Fuad Sinyora zavallısı onun memuru gibi hareket ediyor; o da tabii Condoleezza Rice'ın memuru gibi hareket ediyor-. Döndü dolaştı, meseleyi yeniden açtı, sonu gelecek gibi de görünmüyor. Kameralardan başladı, telefon şebekesine vardı mesele. Velid Canbolat'ın O Fransız parlamenter ile Dahye bölgesine kasıtlı olarak ne amaçla geldiğini unutmamak lazım.

    Hükümetin telefon hattıyla ilgili aldığı kararda, telefon hatları için Amerikan Dışişleri’nce hazırlanan raporda kullanılan ibare ile aynı ibareyi kullanması, onların işbirlikçi olduğunun en açık göstergesi. Washington’la saatlerce telefon görüşmesinin ardından, hepinizin duyduğu meşum kararı aldılar. Dediler ki; “Hizbullah'ın sahip olduğu telefon hattı illegaldir, devlet otoritesini hiçe saymaktır, kamu malına zarar vermektir.” Dolayısıyla emniyet güçlerinden bu telefon hattının ikamesi ve geliştirilmesi ile alakadar olanlar hakkında kovuşturma açılmasını istediler. Bu karar, Velid Canbolat hükümeti(!) tarafından Hizbullah'a ve silahlarına bir savaş ilanı değil, ABD ve İsrail'e vekaleten, ikisi adına, Hizbullah'a ve silahlarına bir savaş ilanıdır. Biz böyle bir nitelemeyi kafa karışıklığı nedeniyle yapmıyoruz, bu niteleme gün ışığı kadar aşikâr bir gerçektir.

    İkinci olarak bu karar, karar sahiplerinin gerçek tutumunu, gerçek yolunu, Temmuz Harbi karşısındaki gerçek niyetini ve bu savaşın sonucunun onları üzdüğünü ortaya koymuştur.

    Üçüncü olarak, bu kararın hedefi Direniş’i, liderlerini ve birliklerini, en önemli lojistik argümanından soyutlamak, onu suikastlara maruz bırakmak, ve lojistik desteğinin yok edilmesiyle yüz yüze bırakmaktır. Dolayısıyla onlar, bu suikastlarda ve yok etme eylemlerinde, yol açmak kabilinden de olsa onların ortağıdır.

    Dördüncü olarak bu kararın amacı, Lübnan güvenlik güçleri ve Lübnan ulusal ordusu ile Hizbullah'ın arasına açmaya çalışmaktır. Zira bu yöndeki girişimleri ve entrikaları, her defasında Hizbullah ile Lübnan güvenlik güçleri ve ordusunun yetkililerinin, hikmetli ve sabırlı tutumu karşısında başarısız olmuştu. Bu kararla, Lübnan güvenlik güçlerini ve Lübnan ordusunu bu iş için görevlendirerek, direkt olarak Direniş kuvvetleri ile kaşı karşıya getirmek istiyorlar. Bu söylediklerimiz, kararın bariz sebepleridir.

    Bu karar, 1559 sayılı Güvenlik Konseyi kararının yerine getirilmesi kararıdır ve bunun bölgesel ve uluslar ararsı siyaset ile irtibatı vardır. Fakat burada, o konulara girmek istemiyorum. Özellikle Bush'un ziyareti bu konu ile ilgilidir.

    Bu karara itiraz etmemiz doğaldır. Kim bizimle savaşa başlamak isterse, kim bize savaş ilan ederse, isterse kardeşimiz veya babamız olsun; ona karşı kendimizi, varlığımızı, direnişimizi, hakkımızı ve silahımızı savunmak için savaş ilan etmek hakkımızdır. Telefon şebekesi, Direniş’in basit bir argümanı değil, en önemli argümanıdır. Ben seçim vakti, Bintü’l-Cübeyl’de çok açık olarak bir şey söyledim: “Kim olursa olsun, nereden olursa olsun, silahımıza uzatılan eli keseriz.” Şimdi bu söze sahip çıkma vaktidir.

    İsrail, Temmuz Harbi öncesinde silahımıza el uzattı, kestik. İçeride bazı girişimler oldu, engelledik. Fakat bu karanlık hükümetin karanlık kararı, açıkça bir savaş ilanıdır ve biz de silahımız, direnişimiz ve bunların meşruiyeti için savaşmak zorundayız. Bu karar bizce bütün kırmızıçizgilerin çiğnenmesi demektir. Bu kim olursa olsun, nerede durursa dursun, kimse için kolay değildir. Ve şunu da biliyoruz ki bu telefon hatları meselesi ilk değildir. Devem edecek olan bir operasyonun ilk adımıdır. Bugün eğer telefon hattı meselesinde alttan alırsak, yarın füzeleri ve zırhlıları ve Direniş’in kendini ve ülkesini, İsrail'e karşı ileride korumak için kullanacağı bütün silahlarını almak isteyecekler.

    Neyse, bu kadar yeter! Biz burada içi boş sloganlar atmıyoruz, fiili bir durumdan bahsediyoruz. Siz bizi bilirsiniz, tecrübe ettiniz, yine edebilirsiniz; fakat bir daha tecrübe etmeyi tavsiye etmiyoruz.

    Ben bu kararı alanlarla ilgili şunu iddia ediyorum ki, bu kararı İsrail ve ABD'nin maslahatı için ve  Lübnan'da iç savaşın fitilini yakmak için almışlardır. Ve bu telefon şebekesinin düzenlenmesine yardımcı olan herhangi bir mühendis, şirket, belediye başkanı, memur veya işçiye kimse dokunamaz; onlara dokunmak, bana dokunmak gibidir. Lübnan'daki Direniş örgütünün herhangi bir birimine dokunulması, müsaade edilecek bir durum değildir ve onlara dokunmak, bizim silahımıza dokunmak gibidir.

    Beni mazur görün, yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bizi gözaltında tutmaya çalışıyorlar, biz de onları gözaltında tutmaya çalışıyoruz. Bize ateş ediyorlar, biz de onlara ateş edeceğiz. Telefon şebekesinin yapımı için çaba sarf etmiş mücahit gençlere uzanan elleri keseriz. Bugün bizi itham edenler, kendileri buyursun, oturup konuşalım; kim illegal işler yapıyor, kim devlet malına zarar veriyor, kim devlet otoritesini sarsıyor? Onların söyleyebilecek hiçbir sözü yok.

    Maalesef bugün Lübnan hükümetinin başında bulunan ve Velid Canbolat diye anılan şahıs, hırsız, yalancı ve katildir. Gurupların, toplulukların ve liderlerin, kendi planlarının peşinden sürüklenmesini istemektedir. Fakat ben şunu belirtmek isterim ki, bugün mahkemelere çıkarmak istedikleri mücahit direnişçilerin şehit babaları ve evlatları olmasaydı, Lübnan bugün İsrail’in olacaktı. Kimse onları mahkemelerde süründüremez. Bu, hükümet değil, devletin başına musallat olmuş bir avuç çetedir. Onları bütün dünya da, George Bush da desteklese, bunun bizim için bir önemi yoktur.

    İkinci nokta, havaalanı meselesidir. Bu mesele sadece, İmad Vefik Şukayr meselesi değildir. Parlamento seçimlerinin arkasında, İmad Şukayr'ın istifası ve yerine şimdi ismini vermek istemediğim bir başkasının gelmesi için bize çok baskı yaptılar. Sonra başka isimler gündeme getirdiler, fakat biz reddettik. Acaba bu ısrar neden? Şunu söylemek isterim ki İmad Şukayr, ne Emel hareketine, ne Hizbullah'a, ne de muhalif guruplardan birine mensuptur. İmad Şukayr, hepimizin üzerinde ittifak ettiği, görevini yerine getirmeye çalışan, yöneticilerin kuklası değil de kanunlara riayet etme çalışan vatansever bir memurdur.

    Bu hükümet, göreve gelir gelmez havaalanı meselesine el attı, çalmak için değil. Zira bunu önceden de yapıyorlardı. Havaalanına bavullar, sandıklar girip çıkıyor -bundan İmad Şukayr'ın haberi yok tabii-; içinde ne olduğu belli değil, artık para veya silah, ne varsa! Fakat biz burada onlardan bahsetmiyoruz. Asıl mesele, onların Beyrut Havaalanı’nı CIA ve MOSSAD'ın üssü haline getirmek istemeleridir.

    Havaalanının neresinde güvenlik sorunu varmış? Havaalanı gayet güvenli ve yolculuklar güvenli olarak yapılıyor. Ama onlar biliyorlar ki havaalanında kanunlara bağlı bir yönetici, Beyrut Havaalanı’nın, Şehit Refik el-Hariri Havaalanı’nın, CIA ve MOSSAD üssü haline getirilmesinin önündeki en büyük engel. Asıl sorunları bu. Bunun için bayağı bir uğraştılar; hatta biz hükümetten istifa ettikten sonra, bunun için uğraştılar; ama önlerinde koca bir sorun vardı. Eski Cumhurbaşkanı Emil Lahud, istedikleri atamanın altına imza atmadı. Şimdi bu illegal hükümet, sanki buna yetkisi varmış gibi, havaalanının sorumlusunun yerine, kendilerine yani CIA ve FBI’a bağlı bir sorumlu getirmek istiyorlar. İşte bütün havaalanı meselesi bu!

    Şimdi çok açık olarak şunu belirtmek istiyorum ki Beyrut Havaalanı’nın CIA, FBI ve MOSSAD üssü yapılmasına asla müsaade edemeyiz; çünkü bizim için insanların izzetinden, kanından ve vatanından daha önemli hiçbir olgu yoktur. İşte tam burada, devlet mantığı ve çete mantığı devreye giriyor. Bu konuda Şeyh Abdulemir Kabalan'ın davranışı önemli. Bu meselenin duyulmasının ardından Fuad Sinyora'yı arayarak, “Ey başbakan! Bu takındığınız tutum doğru değil. Eğer İmad Şukayr kameralar konusunda gevşek davranıyorsa, konu yargıya intikal eder, yargı kararını verir; yok, eğer illegal bir tutumu yoksa, neden görevden alınması için uğraşıyorsunuz.

    Burada şunu belirtmek isterim ki; Şeyh Kabalan, Şii bir memuru değil, vatanına bağlı bir memuru savunmuştur. İmad Şukayr'ı öven biri, vatanına bağlı olmayı övmüş demektir. Bütün memurlar devletin ve güvenlik güçlerinin kendilerini savunmadığını, ancak siyasi liderlerin kendilerini savunduğunu görecekler. Bu ülkede elimizde kalan son şey ordudur; o da çökerse, geriye bir şey kalmaz; bu ülkede vatanına bağlı memurlar kınanırsa ülke biter. Son iki gündür ülkede iç savaş çıkmamışsa, bunun nedeni ulusal iradedir ve ordu kurumudur. Şimdi üzerinde konuştuğumuz havaalanı meselesi, İmad Şukayr’dan çok daha kapsamlı bir konudur. Mesele, elimizde son kalan müesseseyi, orduyu savunma meselesidir.

    İmad Şukayr’a kendini savunma hakkını vermediler, mahkemeye çıkarmadılar. Bu, devlet mantığı değil, çete mantığıdır. Yedi kişiyi öldürdüler; içlerinde üç aylık Zehra da vardı. Ama biz kimseden öç almadık, sabrettik, haklarında soruşturma açılsın, kanun cezasını versin dedik. Çünkü biz devlet içinde devlet değiliz ve devletin kanunlarına bağlıyız. Şimdi, bu ülkede kime çete, kime devlet demeli?

    Şimdi, bu ülkede kim devlet mantığına sahip, kim çete mantığına sahip? Acaba insanlar öldürüldüğünde, kesildiğinde, faillerin bulunmasını devlet organlarından isteyenler mi devlet mantığına sahip; yoksa on yıllık askeri görevinden sonra, hava limanının güvenlik cihazları sorumlusunu, gülünç ve aptalca bir suçlamadan dolayı gıyaben, yargılamadan görevden alanlar mı devlet mantığına sahip. Lübnan'da yüzlerce, kamera bulunan yer var. Şimdi soruyorum, kim çete, kim devlet? Dolayısıyla hükümetin bu konuda aldığı karar illegaldir; zira kendisi de illegaldir. İmad Şukayr yerinde kalacak, Beyrut havaalanının güvenlik sorumlusu olarak görevini sürdürecektir. Bu görevin kendisine tevdi edildiği herhangi bir memur şunu bilmelidir ki; o, Beyrut havaalanını CIA, FBI ve MOSSAD üssüne çevirmek için görevlendirilmiştir; hangi guruba mensup olursa olun, Şii olsun, Sünni olsun, Hıristiyan olsun, Dürzi olsun, fark etmez; haindir ve o kategoride değerlendirilecektir. Zira hıyanetin dinle, mezheple bir alakası yoktur; hainin de öyle.

    Üçüncü nokta; şu an yaşadığımız siyasi bunalımdır. Onlar bizi öldürdüler, öldürdüler, öldürdüler… Fakat biz sadece sabrettik. Bu iç meseledir, orada devleti ortadan kaldırmak istiyorlar, dedik; fakat onlar aldıkları bu kararla yeni bir kriz dönemi başlattılar.

    Bize göre yeni bir döneme girilmiştir. Biz burada harp ilan etmiyoruz, fakat mazlumiyetimizi ve kendimizi savunma hakkımızın olduğunu ilan ediyoruz. Alınan bu karanlık kararlardan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Şunu ilan etmek ve söylemek istiyorum ki; artık caddelerde öldürülmeyeceğiz, artık üzerimize ateş açamayacaklar; kim olursa olsun, artık silahımız hakkında entrika kuramayacak. Artık kimse varlığımıza ve meşruiyetimize elini uzatamayacak; isterse dünyanın bütün orduları üzerimize gelsin. Bu, bizim çok net ve kesin kararımızdır.

    Eğer birileri, anlaşma zemini arıyorsa, diyalog kapılarını açmak istiyorsa, biz buna hazırız. Bu anlaşma zemininin iki önemli temel taşı var: Birincisi; bu illegal kararların iptali ve illegal Velid Canbolat hükümetinin ilga edilmesi. İkincisi; Meclis Başkanı Nebih Berri'nin davetine cevap verilmesi ve uzlaşma için masaya oturulması. Bundan başka çıkış yolu yoktur. Burada bize karşı ilan edilmiş bir harp var, bunu yapan biz değiliz. Burada, başka bir guruba karşı savaş ilan etmiş bir gurup var. Bana, “Gel oturup konuşalım, şu meseleyi halledelim” diyorlar da, ben yanaşmıyor muyum? Öyle bir şey olsa, bizim kabulümüzdür.

    Şimdi burada, Arap halklarına seslenmek istiyorum: Dün biz öyle sesler işittik ki, o sesleri İsrail'le yaptığımız 33 günlük savaş boyunca işitmedik. Dün öyle sıcak, hararetli ve hamasi bir gün yaşadık ki buna benzer bir harareti İsrail'in bir milyon Lübnanlıyı evlerinden sürgün ettiği, Lübnan'da yüz binlerce evi yakıp yıktığında, Lübnan'ın alt yapısını tarumar ettiğinde, Lübnan'ı tamamen yok ettiğinde yaşamadık. Buradan herkese seslenmek istiyorum: Eğer mesele hükümete ve otoriteye ortak olmak meselesi olsaydı, yerimizi korur ve desteklerdik. “Allah ihsan edenleri sever.”

    Yüz kere söyledim, yine söylüyorum. Biz burada hükümet, otorite veya bakanlık için savaşmıyoruz. Arap ve Müslüman halkların duyduğu, otoritenin değişimi için mücadele edildiği haberlerinin hiçbir değeri yoktur ve asılsızdır. Buradaki mücadelenin temel nedeni, 2005 senesinden bu yana, Amerika ve İsrail'in aldığı kararları gerçekleştirememesi nedeniyle, onlar adına bu kararları gerçekleştirmeye çalışan Amerikan uşağı işbirlikçi bir yönetimin bulunmasıdır ve bu yönetimin, direnişin silahsızlandırılması için uğraşmasıdır.

    Ben kimseden tıpkı Temmuz harbindeki gibi yardım istemiyorum. Temmuz Harbinde, Dahye bombalanıyordu ve ben oradaydım. Orada da kimseden yardım istemediğimizi söyledim. Fakat ben bugün, bütün Arap ve Müslüman halklardan, oyuna gelmemelerini talep ediyorum, anlayışlı ve basiretli olmalarını istiyorum. Zira bizi her zaman, Şii-Sünni kavgası ve mezhep çatışması ile tehdit ediyorlar.

    Burada bizim artık Sünni ve Şii kavgası gibi bir fitneden korkumuz kalmadığını, her ne kadar kullanmaya çalışsalar da bu fitnenin bittiğini söylemek istiyorum. Bu gün çatışma bazıları Şii bazıları Sünni insanlar arasında Şii ve Sünni olmaları nedeniyle çıkmayacaktır. Artık çatışma onurlu bir ulusal direniş ve Amerikan çıkarları arasında olacaktır.

    Ben etnik çatışmalardan en çok korkanlardan biriyim, zaten onlar da bu tip kararlar aldıklarında buna güveniyorlar, zannediyorlar ki; biz bu kararı aldık Hizbullah bu kararı alanlarla alakalı bir kınama konuşması yapacak. Çünkü biliyorlar ki Hizbullah iki noktaya önem veriyor.

    Birincisi; mezhep çatışmasıdır ki hep bu sorunlarla yüz yüze kalıyoruz. Ama şimdi şunu söylemek istiyorum ki; bu gün direnişin silahına el uzatan eğer Sünni ise Sünni değildir, Şii ise Şii değildir, Müslüman'sa Müslüman değildir, İsevi ise İsevi değildir çünkü efendimiz İsa’nın (a.s) onunla bir alakası yoktur.

    İkinci mesele ise içerde silah kullanma meselesidir ki, Hizbullah devrim veya otoritenin el değiştirmesi gibi iç meseleler için silah kullanmamıştır ve kullanmayacaktır da fakat bu günkü mesele nefsi müdafaadır ve silahlarımızı muhafaza için nerede olura olsun her ne durumda olursa olsun kullanırız.

    Siz bütün kırmızıçizgileri çiğnediniz ve artık dikkate almamız gereken kırmızıçizgiler kalmamıştır ve iki basit nedenden dolayı Sünni Şii çatışmasından endişeli değiliz. Çünkü bütün Arap halkları ve Müslüman halklar Lübnan'daki savaşın niteliğini biliyorlar. Zira biz Temmuz Savaşı’ndan sonra bazı mihraklar tarafından milyonlarca dolar harcanarak başlatılan bir karalama kampanyasına maruz kaldık, Arap ve dünya medyasında, bazı din adamlarının da desteğiyle''Hizbullah İrancıdır, Hizbullah Şii'dir, Hizbullah Suriyecidir, Hizbullah talancıdır, Hizbullah'ın İsrail'le bir alıp veremediği yoktur'' şeklinde yoğun bir zihin bulandırma çalışması başlatıldı. Fakat bu numara tutmadı Hizbullah'ın gerçek niteliğini gizleyemediler; çünkü Hizbullah gerçeği güneş gibi açıktı.

    İkincisi ise Ehl-i Sünnet ve cemaatten kimileriyle, her ne kadar bazı siyasi anlaşmazlıklarımız olsa da din kardeşi olduğumuza, aynı vatanın evlatları olduğumuza, aynı yönde yürüdüğümüze dair olan inancımızı biliyorlar. Lübnan'da Ehl-i Sünnet'e mensup köklü ulusal liderler, aileler ve İslami hareketler mevcuttur. Ehl-i Sünnetin içerisinde bütün Arap ve Müslüman halklar için gerçeği söyleyecek samimi ve temiz Müslüman alimler var, dolayısıyla biz artık mezhep savaşından korkmuyoruz.

    Bu gün Sayın Velit Canpolat, David Welch, Condoleezza Rice Lübnan'a hükümet etmekteler, bu bizim bu günkü duruma dair tespitimizdir; fakat alınan karanlık karlardan vazgeçilmesi Başkan Nebih Berri'nin önerilerine kulak verilmesi şartıyla uzlaşma masasına oturabiliriz. Bir elimizi barış için uzattık; fakat öbür elimizde silah var ve bu silah düşmanlık veya otoriteyi ele geçirmek için değil.

    Bizim Hizbullah olarak kanaatimiz şudur ki; bütün Lübnanlılar, Arap ve Müslüman halklar ve uluslar arası kuruluşlar toplanıp tamam biz ülkeyi idare edebiliriz, kamu malını hortumlamayız derlerse özür dileyerek devleti onlara teslim edebiliriz; çünkü devlet yönetmek için bunlar şarttır.

    Biz hükümet için, devrim için uğraşmıyoruz, zayıf değiliz, korkak değiliz, ürkek değiliz ve geleceğe bakıyoruz. Şimdi sizin rüyalarınız kararmaya ve kurşunlanmaya başladı. Bunu biz değil o karanlık karaları alarak siz yaptınız. Biz kimseye düşmanlık etmek, otoriteyi ele geçirmek ve devleti yönetmek istemiyoruz. Otoriteyi ele geçirme planlarımız suya düşmüş! Biz ve müttefiklerimiz böyle bir şey isteydik, böyle bir yola başvurmak isteseydik çoktan yapardık; fakat hiç öyle bir niyetimiz olmadı.

    Biz her zaman sorunu, bunalımı siyasi bir bunalım olarak gördük, dolayısıyla argümanları da siyasi olarak tanımladık, çözümü siyasi yolda aradık, erken seçim dedik, referandum dedik, halka dönelim dedik. Biz ne zaman silahtan bahsettik?

    İsteğimiz bu siyasi krizden çıkılmasıdır, bunu isteyen herkese teşekkür ediyoruz, bunu yolu ise uzlaşma için masaya oturmaktır. İnat edenler bizden uzaktır. Lübnan üzerinde tehlikeli bir oyun oymamak istiyorlar, fakat biz bu oyunu bozarız.

    Çeviren: Emrah Kekilli