Nasrullah: Gazze, Kerbela'dır

img
Nasrullah: Gazze, Kerbela'dır YDH

YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlarla ilgili bir konuşma yaptı. Nasrullah’ın tarihi konuşmasının tam metnini yayımlıyoruz.




YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlarla ilgili bir konuşma yaptı. Nasrullah’ın tarihi konuşmasının tam metnini yayımlıyoruz.

***

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile başlıyor, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'adır diyor, son peygamber olan efendimize Abdullah oğlu Ebu Kasım'a Allah'tan salât ve selam diliyorum. Allah'ın selamı ve salâtı peygamberimizin temiz Ehli Beytine, seçkin ashabına ve bütün gönderilmiş peygamberlerle olsun diyor, efendimiz Allah'ın elçisinin torunu Eba Abdallah Hüseyin'e ve Hüseyin'in ashabına selam ediyorum. Es Selamu Aleyk Ya Hüseyn ve evladul Hüseyn ve ashabul Hüseyn.

Aziz kardeşlerim Allah'ın selamı ve bereketi sizlerle olsun, Muharrem ayına başlayacağımız önümüzdeki günlerde Peygamberimizin torunu Hüseyin'in maruz kaldığı eziyetler hepinizin malumu… Allah sizlerin de maruz kalacağınız buna benzer eziyetlerden dolayı ecrinizi artırsın.

Aziz kardeşlerim hicri ve miladi yeni yıla gireceğimiz bu günlerde bu denli bir insani facia ile karşılaşmamız gerçekten çok üzücüdür. Yaralı sayısının bini aştığı şehit sayısının üç yüze yaklaştığı bilinmekte, buradan şehit ve yaralı kardeşlerimize selam olsun. Ayrıca kuşatma ve baskı altında olan mazlum ancak direnişi elden bırakmayacak kadar da şerefli ve sabırlı olan Gazze'ye selam olsun diyorum.

Bu gün bizim düşünce, anlayış ve ruh olarak Kerbela'dan konuşmamıza gerek kalmamıştır; çünkü gözlerimizin önünde Kerbela'nın bir örneği yaşanmaktadır. Evet, bu şahit olduğumuz Kerbela'nın bir yansıması olarak onu yakinen müşahede etmemize vesile olmaktadır. Yani yeni bir Kerbela'nın ve en kara sahnelerinin önündeyiz karşısında bulunmaktayız.

Tarihte yaşanan Kerbela; izzetine, şerefine, gururuna sahip çıkmaya çalışan, birbirine bağlı, boyun eğmeyi, zilleti, zalim ve tagutlara teslim olmayı reddeden bir avuç iman etmiş insanın, önünde zilletle teslim olmak ya da kendilerine oranla çok fazla olan bir güruha karşı şahadetin bir ihtimalden öte kesin olduğu bir durumda direnme yolunu tutarak şehit olması demekti.

Bu bir avuç insan açlığa, susuzluğa mahkûm edilmiş öldürülmekle tehdit edilmiş, gözleri önünde arkadaşları şehit düşerken geri dönmeyi düşünmeden çarpışmaya devam ederek insanlığa bir ders vermek istemişti. Öyle yapmadı mı Hüseyin? (as) Ondan sonra İslami anlayış ve ruh bu gerçekle şekillenmedi mi? 

Hüseyin o gün bize sürekli tekrar ettiğimiz o meşhur sözü öğretmedi mi?  Kendisini teslim olmaya çağırdıklarında zillet ile teslim olmak ve şehit olmak arasında kaldığında “Zillet bizden uzaktır. Allah ve Resulü bizi zilletten men etmiştir” diyerek koca bir ümmete kendilerini ayakta tutmaya yetecek bir geçeği öğretmedi mi?

Zillete ve taguta boyun eğmeyi Allah bize yasaklamıştır, peygamber ve iman edenler bizi bu konuda uyarmışladır. “Zillet bizden uzaktır” diyen Hüseyin bu sözü hangi saiklerle söylemişti. Bu söz sadece duygusal, nefsi ve hamasi bir tepki miydi? Yoksa insan şerefi ve onuru üzerinden yükselen dini ve inanç temelleri olan bir söz müydü?

Bu söz insani temelli, İslami bir sözdü. Bu söz Kerbela'da Muhammedi ve Hüseyni mektebin zilletle boyun eğerek, izzet, şeref ve mukaddesatından vazgeçerek yaşamaktansa şerefiyle başı dik şehit olma yolunu seçerek hayata geçirdiği insani ve İslami bir sözdü.

Bu söz Kerbela'da hayat bulmuştur, Temmuz 2006'da Lübnan'da hayat bulmuştur. Sizler o zaman savaşı durdurmak için zillet içinde Amerika ve İsrail'in şartların kabul etmektense şehit vererek direnip izzetli ve şerefli kalma yolunu tutarak bu söze hayat verdiniz ve Lübnan'da tarihi bir zafer gerçekleştirdiniz.

Sizler o gün on binlerce ev harabeye çevrilirken, kadın çoluk çocuk binlerce şehit verirken Hüseyni bir duruşla direndiniz boyun eğmediniz. Belki yenilmek yakındı; zafer çok uzaktaydı ancak siz sabrettiniz ve sonunda kan kılınca galip geldi.

Bugün Gazze'de Kerbela yaşanmakta ve birileri orada Hüseyni bir tavır takınmaktadır. Bir benzerlik var demiyorum, şu an Gazze'de 2006'da Lübnan'da yaşananların birebir aynısı yaşanmaktadır. Bu nedenle biz Lübnanlılar olarak iyi dikkat edersek bu gün Gazze'de olanları anlayabiliriz. Gazze'de bu gün yaşananlar ayrıntısıyla bizim yaşadıklarımızdır, mecbur bırakıldıkları aynı şeydir, beklenilen sonuç aynıdır, inşallah ortaya çıkacak olan sonuç da aynı olacaktır.

Gazze'ye dönüp baktığınızda açlık ve susuzlukla muhasara edilmiş, ateşlerle silahlarla kuşatılmış yüzlerce şehit vermiş bir şehir göreceksiniz. Anacak bütün bu şartlarda sabreden direnen ve zillete razı olmayan bir halk göreceksiniz.

Bütün bu şartlar altında Filistin'in seçilmiş hükümetinin lideri mücahit kardeşim İsmail Heniye'nin bombalar altında çıkıp “Bütün Gazze'yi yerle bir de etseniz, boyun eğmeyeceğiz, haklarımız ve onurumuz için sonuna kadar direneceğiz” dediğini göreceksiniz.

Şimdi soruyorum bu gördüğünüz Kerbela değil de nedir? Zillete düşmektense Şehit olmayı kabullenmiş bir insan, kendini kurşunların önüne atabilir gece gündüz bombala mermiler altında direnebilir.

Bu gün burada bu durum karşısında bazı şeyleri bütün açıklığı ile söylemek istiyorum. Bu gün Gazze'deki kardeşlerimizin durumu bizimle aynıdır, belki de daha da vahim durumdadırlar. Biz de Temmuz Savaşı’nda bazı şeyleri açıkça söylememiştik, onlar da hesaplı konuşmak zorundalar ve her şeyi açıca söylemiyorlar. Biz de bu durumu yaşadığımızı için ben bu konuda konuşmak, duruma bir isim koymak istiyorum ki artık ne olacaksa olsun.

Çünkü bu gün her şey açıkça söylenmeli ki İslam ümmeti sorumluluğunu yüklenebilsin. Aziz kardeşlerim bu gün Gazze'de olanların Lübnan'da 2006'da olanlarla yoğun benzerliği nedeniyle her şeyi açıkça söylemek istiyorum.

Hepinizin bildiği üzere Ortadoğu'da Amerika ve İsrail'in uzun soluklu bir planı var ve bu plan çerçevesinde kendi siyasetlerini bölgenin tamamına egemen kılmak istiyorlar. Ürdün ve Mısır barış adı altında Amerika ve İsrail ile anlaşınca geriye Filistin, Lübnan ve Suriye kaldı. Bu ülkelere de kendi şartlarını kabul ettirip Arap-İsrail savaşını bitirmek niyetindeler.

Ancak Filistinliler ve Lübnanlılar bu şartları kabul etmiyorlar. Amerikalılara ve Siyonistlere göre bu ülkelerin önünde kendilerine kuvvet zoru ile dayatılan şartları kabul etmekten başka çareleri yok. Bu nedenle bu ülkelere ambargo uygulanma siyasi anda yalnızlığa itilmekte, ülkelerin içerisinde direniş hareketlerini zayıflatmak için içi çatışma çıkarılmakta, basın yayın organları bu ülkelerin aleyhinde kullanılmakta, psikolojik savaş uygulanma, suikastlar yapılmaktadır.

Bütün bunlar söz konusu hedefe yönelik gerçekleştirilmektedir. Yani amaç bu güne kadar İsrail ve Amerikan şartlarına boyun eğmeyenlere boyun eğdirmek, teslim olmayanları teslim almaktır.

Bazı Arap yönetimleri ise bu planın ortağı ve işbirlikçisidir. Tabi bütün Araplar ve bütün Arap yönetimleri demiyorum.

Bazıları Arapların bu olanlara suskun ve seyirci kaldıklarını söylüyorlar, Arap yönetimleri bu duruma suskun ve seyirci kalmamaktadırlar aksine Arap yönetimleri açıkçaca bu adamlarla iş birliği içerisindedirler. Bu plana bazı Arap yönetimleri açıkça iştirak etmiştir ve etmektedir. Özellikle İsrail ile barış anlaşası imzalayanlar bu planın açık ortaklarıdır.

Bu işbirlikçiler bölgenin Amerikan ve Siyonist şartlarının hükümranlığı altına girmesine karşı direnen diğer ülkelerine karşı Amerika ve Siyonistlerle siyasi, iktisadi, toplumsal alanlarda ve basın yayın organları düzeyinde, kültürel, güvenlik düzeyinde ve askeri alanda tam bir işbirliği içerisindedirler.

O zaman açık olalım ve şunu açıkça söyleyelim bölgedeki bazı Arap yönetimleri Amerikalılar ve Siyonistlerle işbirliği halindedirler.

2006 yılında maruz kaldığımız saldırı Arapların muvafakati ile gerçekleşti. Hatta bazen size söylediğim gibi Arapların talebiyle oldu. Siyonistler çok açıktı ve kimse de çıkıp yalanlamadı, belki de Siyonistlerin elinde belge vardır. Adamlar açıkça İsrail'i aramış bizi Hizbullah'tan kurtarın diyorlardı. Savaşın başlarında başarısızlığın ardından İsrail'e devam edin Hizbullah'ın başını koparın diyorlardı.

Bu gün bunun aynısı Gazze'de yaşanmaktadır. Bu işbirlikçiler, şimdi Gazze'de direnen mücahitleri Hamas'ı ve diğer direniş guruplarını ortadan kaldırmak kafalarını kesmek istiyorlar. Bunu gerçekten istiyorlar ve bu yönde Siyonistlere yardım ediyorlar. İşte işin hakikati budur.

Maalesef İsrailli yetkililerden duyduğumuza göre İsrail'in Gazze operasyonuna işbirlikçi Araplar tarafından verilen destek 2006 yılında Lübnan üzerine yaptığı saldırıda aldığı destekten daha fazla imiş. Bu gerçekten çok üzücü.

İşin iç yüzü budur. Hatta Filistin içerisindeki iç çatışma ve çarpışmanın ve bölünmüşlüğün temel nedeni de bu Arap yönetimleridir. Bunlar Filistin içindeki gurupları silahlandırarak işin için çatışmasına varmasına kadar bu gurupları çatışmaya teşvik etmişlerdir.

Bunu Lübnan'da da yapmışlardı. Bir önceki hükümet cesaret edememesine rağmen birilerinin teşvikiyle 5 Mayıs kararları alınmış ve Lübnan neredeyse bir iç savaşın içine sürüklenmişti. Bu teşvik bazı Arap rejimleri tarafından Lübnan içlerine doğru uzamamaktaydı. Fakat bunun kötü sonuçları, o zaman muhalefetin çabalarıyla engellendi.

Onlar bu işin dışında ya da tarafsız değillerdi açık açık ne yaptıklarını bilerek ve isteyerek bu işe ortak oldular ki bu gerçekten çok üzücü.

Sonra Lübnan ve Filistin'de iç kargaşa, çatışma ve çarpışmanın çıkması onların bu işten el etek çekmeleri için bahane oldu. “Ne yapalım biz şimdi adamlar birbirlerini kesiyorlar” diyerek kendilerine bahane uydurma fırsatı buldular ve Filistin ve Lübnan konusundaki sorumluluklarından kaçma yolunu tuttular.

Maalesef hem 2006 Temmuz Savaşı’nda hem de bu gün Gazze'de Arap yönetimleri diplomatik ve medya kanalıyla dahi olsa İsrail'e karşı cephe açılması gibi bir fikri dillendiremedi. Bu elbette Lübnanlılar ve Filistinliler adına savaşın demek anlamına gelmiyor. Ancak diplomatik ve basın yayın organları düzeyinde dillendirilmesi münasip ve insafa yakışan bir tutum olurdu. Ancak bu sefer de Temmuz Harbi’nde olduğu gibi savaşın sorumluluğunun savaşın kurbanlarına yüklendiğini görüyoruz.

Birileri çıkıp Hamas'ı kastederek bu Filistin ulusal barışını dogmadan öldürmüştür diyebiliyor ve biz kendi tespitlerimiz çerçevesinde onları uyardık şimdi bu uyarılara kulak tıkanlar kendi sorumluluklarını kendileri yüklensinler diyebiliyor. Bu tür sözlerin bir Arap'tan sudur ettiğine inanabiliyor musunuz?

Ya da Gazze açlık ve susuzlukla boğuşurken “Mısır'a girenlerin ayaklarını kırarız” diyerek ambargoyu güçlendirmeye çalışanların Arap oolduklarına inanabiliyor musunuz?

Aziz kardeşlerim, Arap liderlerin ve sorumluların içinde bulundukları bu durum bana tarihten bir söz hatırlattı. Hz. Hüseyin “Bu zalimlerle birlikle yaşamaktansa ölüm bizim için saadettir” sözünü hem hatırlatıyor hem de daha anlaşılır kılıyor.

Vallahi birkaç dakika içinde 300 üzerinde şehit verilmişken Arap liderlerin çıkıp bunun sorumluluğunu, saldırının kurbanlarına yükleyince insana ölüm daha güzel görünüyor. Bunu söylerken Hamas'tan altı aydır açlık, susuzluk içerisinde sürdürülen ateşkesi sürdürmesini istiyorlar.

Bu gün 2006 Temmuzu’nda duyduğumuz sözleri yine duyuyoruz. Birileri çıkıp savaşın mesuliyetini Hizbullah'a yüklemişti şimdi de Hamas'a yüklüyorlar. Bu hem ayıp hem de üzüntü verenci bir durum. Basın yayın düzeyinde bazı Arap kanalları dün izledim, bu kanlar dün Gazze'de olanları sanki Hindistan'da olmuşçasına izlediler.

Sonra bütün bu olanlar sanki sıradan ve doğal olaylarmış gibi haber yapıyorlar, basit bir program yapıyorlar. Niye çünkü güya bu televizyonlar yansız yayın yapacaklarmış ve bu kanlar hala Gazze şehit olanlara ölü demekte ısrar ediyor ve şehit demekten kaçıyor.

Aziz kardeşlerim ve bacılarım bu söylediklerimiz işin hakikatidir. Bu gün Gazze halkı sizin 2006 yılında takındığınız tavrı takınmaktadır. Siz nasıl vazgeçmediyseniz onlar da verdikleri kurban ne kadar olursa olsun, ne kadar bina yıkılırsa yıkılsın, dünya istediği kadar onlardan yüz cevirsin, direniş ve cihada istenildiği kadar yüz çevrilsin Filistinlilerde vazgeçmiyorlar ve direniyorlar.

Peki Ümmetin bu durumdaki sorumluluğu nedir? Biz ümmet olarak merkezi bir hedefin önündeyiz. Bu hedef İsrail'in durdurulması ve Gazze üzerindeki herhangi bir emelinin gerçekleştirilmesine engel olmaktır. Bu şekilde verilen kurbanlar ne kadar fazla olsa da Gazze'de zafer kazanacağız.

Bu görev sadece Filistinlilerin görevi değildir biz ümmet olarak bu görevi hep birlikte omuzlamalıyız. Bu görev Arap ve Müslüman devletlerin görevidir. Eğer devletler harekete geçmezse halklar harekete geçerek devletleri harekete geçmeye mecbur bırakılmalıdırlar. Arap ve Müslüman halklar olarak sokaklara çıkarak sesimizi yükseltmeli ve hükümetleri harekete geçmeye zorlamalıyız.

Bu hal üzere üzerimize ateş açabilirler ancak bu bizi durdurmamalıdır; zira bu yolda şehit düşen Kudüs yolunda şehit düşmüş sayılır, İslam şehididir. Ancak hükümetlerin acziyetlerini belirterek bu işte bir şey yapamayacaklarını söylemesi ve halkların bunlara boyun eğmesi kabullenilebilir değildir. Ben bunu Temmuz Savaşı’nda Arap ve Müslüman halklardan bunu istemedim; ancak bu şu anda bütün Arap Müslüman halkların üzerine bir farzdır.

Sokağa çıkan binlerce insan birçok şey yapabilir. Sokağa çıkalım hükümetlere bir şeyler yapmaları için baskı yapalım, onlar ne yapacaklarını bilirler.

Şu anda Amerika ve Avrupa ülkeleri büyük ve derin bir mali kriz içerinde bulunuyorlar. Biz Araplar olarak petrolümüz var, malımız var, siyasetimiz var, bu nedenle hükümetlerimizin ve yönetimlerimiz atacağı mütevazı adımlarla bu Gazze'de yaşananlar durdurulabilir.

İkinci olarak bütün Arap halklarının sokaklara çıkararak Mısır'ı protesto etmelerini istiyoruz. Mısır'dan İsrail'e savaş açmasını, onlarla savaşmasını falan istemiyoruz bütün istediğimiz Gazze'ye su yiyecek ve ilaç ve hatta silah geçişini serbest bırakmasıdır. Bu nedenle Arap ve Müslüman halkların bu yönde Mısır'ı protesto etmelerini istiyoruz. Çünkü Gazze'de kadın erkek direnen savaşan halk zafer kazanacak liyakate sahiptir.

Biz Temmuz Harbi’nde kimseden İsrail'e savaş açmasını istemedik; ancak onlardan sınırlarını açmalarını istedik. Sadece Suriye bu cesareti gösterdi, bu nedenle bizim zaferimizde katkıları büyüktür. Sınırlar sürekli hava bombardımanına tabi tutulduğu halde Suriye sınırların kapatmayarak bize sınılırını açmıştı.

Mısır'dan talep edilen kapılan daimi olarak açılmasıdır. Yoksa bu hal üzere yaralıların nakli için kapıların açılması değildir. Ne yani Mısır Kızıl haç mı, yoksa Kızıl Ay mı? Sınırlarını böyle bir misyonla açıyor. Mısır Arap ülkelerinin en önemlilerindendir. Bu nedenle kendisine yakışanı yapmalıdır.

Mısır yönetimimden ve Mısır liderlerinden beklenen bu meseleyi çözüme kavuşturmalarıdır. Aynı şekilde bu harbi İsrail'in şartlarını direniş guruplarına ve Hamas'a kabul ettirmek için bir araç olarak kullanmamalıdır. Sözde barış ve ateşkes için bu yapılmalıdır zira Temmuz harbinin başlarında buna benzer eylemeler bize karşı da ifa edilmek istenmişti. Bunun yerine kayıtsız ve şartsız olarak Gazze'ye Siyonist düşmanı durdurmak için yardım edilmelidir.

Bu Arap ve Müslüman halkların sorumluluğudur, onlar Mısır'ı bunu yapmaya çağırmalıdırlar. Şimdiye kadar hep olması gerekenlerden bahsettik; ama dün olanlardan sonra Mısırlılara şunu demek istiyorum ki:

Ey Mısırlılar eğer sınır kapılarını açmazsanız, Gazze'deki kardeşleriniz kurtarmazsanız siz de işlenen suça ortaksınız. Bu ölümlerin, bu ablukanın, Filistinlilerin maruz kaldıkları bu kötü durumun sizler de ortağısınız. Bu söylediklerimi Mısırlılar bütün Arap ve İslam halklarından, ulemadan, siyasi partilerden, aydınlardan, gazetecilerin hepsinden duymalı bu itirazla yüz yüze kalmalıdırlar.

Eğer takındıkları tavrı değiştirmezlerse bilsinler ki ümmetin, şehitlerin ve peygamberlerin kendilerini kınadıkları bir hal üzere olacaklardır. Bu sözlerim her şeyden önce Mısır halkınadır, zira bu aziz halkın içinden ne geçirdiğini nasıl düşündüğünü bilmekteyiz. Eğer milyonlarca Mısırlı sokağa çıkarsa Mısır polisi ne yapabilir soruyorum, ne yapabilir?

Buradan Mısır halkına sadece bir kişi olarak 33 gün boyunca Siyonistlerle savaşmış biri olarak sesleniyorum Mısır yönetimi Sınır kapılarını açmak zorundadır.

Bizler Arap subayların Camp David'den bu yana hala Araplık onurunu elden bırakmayan onurlu insanlar olduklarını ve Siyonizm karşıtı olduklarını duyuyoruz. Elbette Mısır'da darbe çağrısı yapmıyoruz ve bunu yapacak bir konumda da değiliz. Sadece şunu diyoruz: Mısırlı generaller hükümete giderek; bu taşıdığımız yıldızlar ve askerlik onurumuz Filistinli kardeşlerimiz orada boğazlanırken burada İsrail'in sınır bekçiliği yapmamıza müsaade etmiyor desinler.

Bu gün Mısırlı âlimler, Ezher Şeyhleri, aydınlar çeşitli siyasi partiler ve silahlı kuvvetler mevcut denklemi değiştirebilirler. Değişimden kastımız Mısır'ın siyasi tutumunu değiştirmesidir. Bu değişimi Arap liderler, Arap halkları ve Mısır halkı Mısır yönetiminden talep etmelidirler. Eğer Filistin sınır kapıları açılırsa yiyecek, içecek, su ve silah Filistinli kardeşlerimize ulaşırsa Lübnan'da gerçekleşen zafer Gazze'de de gerçekleşecektir.

Gazze'deki kardeşlerimizin içinde bulundukları çok kötü şartlardan haberdar olmamıza rağmen, eğer söz konusu talep tahakkuk ederse zafer de tahakkuk edecektir. Eğer Gazze'de kardeşlerimiz direnmeye devam edebilirlerse Siyonist düşman uzun soluklu bir operasyon yapmaya kadir değildir. Günlerce haftalarca dayanabilirlerse Siyonist düşman başarısızlığa uğrayacaktır. Eğer kardeşlerimiz direnişe devam ederlerse İsrail'in hedefleri sonuçsuz kalacak ve Filistinli kanları ile sandıklardan seçim zaferi kazanmak isteyen İsrailli liderler başarısızlığa uğrayacaktır.

Bazıları bize şunu söyleyecekler ve söylemekteler de: Filistin'de sorunu çözüme kavuşturacak olan barış adil ve kapsamlı bir barıştır. Tamam, biz ilkelerimizi terek edip de bu barış teranelerine kulak versek ne olacak? Madrid'den önce ve Madrid'den bu yana katliamlardan ve mezbahanelerden ve yıkımdan, zilletten ve daha fazla kabul edilmesi gereken şarttan başka ne getirdi bu barış teraneleri.

Filistin sorunun çözümü için toplanan Camp David'de Filisin yönetimin yaptığı görüşmeler, Likud ya da Kadima ile değil Barak'ın düşman oluşumun başkanı iken kendi şahsı ile yapılan görüşmelerdi. Rahmetli Yaser Arafat tarafından gerçekleştirilen Camp David görüşmeleri Filistinlerin işine yaracak hiçbir şeyi hatta en küçük haklarını bile onlara sağlanamadı. İsrail'in gölgesi altında gerekleşecek hangi adil ve kapsamlı barış Filistinlilere bir fayda sağlayabilir.

Kudüs yok, mültecilerin dönüşü yok, Filistinlilerin yaşması ve devlet kurması için gereken topraklar yok. Bu şartlar altında nasıl adil ve kapsamlı bir barış sağlanacak? Orada Filistin'de öldürüleceğiz -geçmişte Lübnan'da bize aynısı yapılmıştı- sonra kapsamlı adil barıştan bahsedeceğiz öyle mi!

Barışa şart olarak ilk önce direnişin silahını bırakmasını söyleyen İsrail'in kapsamlı ve adil bir barış istediğine nasıl inanabiliriz? İsrail'den şimdiye kadar ne hâsıl olmuş ki, Filistin'de Lübnan'da ve bölgede dediği bir şeye inanalım. Şimdiye kadar bölgede hukuki haklarına İsrail'in lütfüyle vasıl olan kim var? Bazıları bizi Lübnan'da koruyan BM kuvvetleri var diyor, acaba bu BM kuvvetlerinin koruma gibi bir kabiliyeti varsa Gaze'dekileri neden koruyamıyor?

Bizi alınan uluslar arası karlar koruyor diyenler var, bu alınan kararlardan acaba bir tanesi uygulamaya geçirilebildi mi? Mesela 425 sayılı karar bile uygulamaya konulamadı. Bizi Arap vicdanı koruyor diyorlar, soruyorum hangi Arap vicdanı koruyor? Arap liderlerin toplantı yapması bile günlerini alıyor. Bir toplantı yapacaklar hala yapamadılar.

Aziz kardeşlerim; dün Lübnan'da olanlar, bu gün Gazze'de olanlar, bütün Arapları şuna ikna etmelidir ki; eğer ülkelerimizin ve halklarımızın hukukunu koruyan bir güç varsa bu da direniştir.

Kanıyla, canıyla, malıyla kanıyla direnen mücahit direnişçilerdir ve bunun dışındaki bütün kurtuluş yolları seraptan ibarettir.

Acaba biz Arap ve Müslüman halkların bu bilince ulaşması için binlerce Kana katliamına, Gazze katliamına, Deyr Yasin katliamına, Haremu’l-İbrahim katliamına mı maruz kalmamız gerekiyor? Sizlere barıştan söz eden düşman oluşum her sene ya da iki yılda bir masum insanların kanını dökerek gerçek yüzünü gösteriyor. Irkçı ve vahşi yüzünü açık ediyor. Sizin tarafınızdan dillendirilen bütün barış sözleriniz daha fazla ölüm getirecek.

Acaba Arap halklarının seçkinlerin ve yönetimlerinin bu Siyonist düşmanın tabiatı itibarıyla, ırkçı, terörist ve saldırgan olduğunu ve hiçbir şart altında barış yapılamayacak bir yapı olduğunu anlamaları için ne kadar katliam görmeleri gerekecek? Biz Lübnan direnişi olarak ve Gazze'de direnen kardeşlerimiz bu gerçeği çok açık olarak görmekteyiz.

Ben buradan Filistinli kardeşlerimize sizin adınıza, direniş adına, şehit aileleri adına, mahpus olanların aileleri adına, yaralıların ve Lübnan'daki bütün mücahitler adına selam ediyorum, onların şehitlerine selam olsun, onlara selam olsun, Allah yaralılarına acil şifalar versin.

Bazıları bunu inkâr da etse kabul etmese de biz Filistinlilerin Allah'a tevekkül ehli olduklarından ve Allah'tan gelecek zafere kesinlikle iman ettiklerinden eminiz. Onlar savaş meydanından kaçmayan izzetli, şerefli, onurlu mücahitlerdir ve bu özellikler zaferin temel nedenidir. İman, vefa, doğruluk ve sebat Allah'ın zafer ihsan etmesine sebep olacak vesilelerdir.

Zaferinizden ve size yardımcı olmaktan bütün ümmet sorumludur. Bütün ümmet size gücü yettiği müddetçe ve elinden geldiği müddetçe yardım etmek zorunda ve yanınızda olmak zorundadır.

Şimdi Lübnan hakkında bir kaç şey söylemek istiyorum. Kanlı Siyonist düşmanın Gazze'ye olan saldırısından bu yana Olmert, Barak, Livni ve bazı İsrailli yetkililer, başka herhangi bir cepheye şiddetli tehditler savurdular.

Bu özellikle Lübnan'a yönelik bir tehditti. Bu çerçevede işgal altındaki Filistin'in kuzeyine asker sevk ettiler ve oradaki yerleşim kolonilerine sığınakları hazırlamaları bildirildi. Birçok ihtimal olabilir. Bu nedenle ulusal ve ahlaki sorumluluk ile hiçbir şey saklamadan konuşmalıyız.

Hiç kimseyi korkutmak, endişelendirmek, telaşa sevk etmek istemem; ancak tedbirli olmak zorundayız. Bu ihtimallerden biri İsrail'in yetkililerinin çoğunun dillendirdiği gibi, Lübnan sınırından gelecek tehlikeye karşı bir önlem olabilir. Bu bir ihtimal, ancak kesinlikle gözden uzak tutmamamız gereken bir ihtimal daha var.

Bu ihtimal de; Arapların işbirliği yaptığı ve zayıf olduğu, uluslar arası kararların alınmasında otorite boşluğunun bulunduğu, dünya devletlerinin mali kriz ile meşgul oldukları, Obama'nın Bush'tan görevi teslim alması aşamasında Amerika'nın siyasi karar almada istikrarsız olduğu bir dönemde Siyonist düşmanın fırsat bularak Lübnan'a saldırı düzenlemesidir.

Siyonist düşmanın buna da seçimler öncesinde, seçimlerde kullanmak üzere ihtiyacı var. Hiç kimsenin bize "İsrail iki cephede savaşamaz" diyerek bizi sakin olmaya çağırması doğru değildir. Geçmişte birçok hatta 4 farklı cephede savaştı. Bu nedenle Lübnan hükümetinin, Lübnan ordusunun, Lübnan halkının ve direnişin teyakkuz halinde olması gerekmektedir.

Çevremizde meydana gelen olayları basite almamamız gerekiyor. Mesela Gazze'ye yönelik askeri operasyon başlamadan birkaç gün önce açığa çıkartılan 8 adet füze meselesi, Gazze savaşı başlamadan önce bu füzeleri kim koymuştu? Ben bunu o zaman sordum. Bu ortaya çıktığında, maalesef sizler de gördünüz, bazı siyasi güçler bazı devlet adamları gözlerini bize dikip “O bölgede Hizbullah'tan başkası hareket edemez” diyerek bizi itham ettiler.

Eğer bu kişiler bu tür haberler üzerine siyasi tahlillerini bina ediyorlarsa yazık; çünkü bu haberlerin hiçbirinin aslı yok. Gözlerini üzerimize diken bu kişiler, Hizbullah'ı suçlama yolunu tuttu. Ben onlara şunu söylemek istiyorum; biz Hizbullah olarak yaptığımız her eylemi üstlenme cesaretine sahibiz. Bazılarının yaptığı gibi itham parmaklarının arkasına saklanmayız. Başımızdan suçlamaları savmak için da başkalarını suçlamak gibi bir hal üzere de değiliz.

Lübnan'da fert ve şebeke halinde çok sayıda bulunan İsrailli ajanlar bu işi yapmış olmaz mı? Elbette bunu Gazze'ye tardım olsun diye yapacak halleri yok. Bunu İsrail'in Lübnan'a saldırı yapmak için bir bahanesi olsun diye yapmış olabilirler.

Maalesef bazı siyasiler de Katyuşa füzelerini kınayarak İsrail'in eline bir gerekçe verdiler. Katyuşalar İsrail'in eline koz veriyormuş Lübnan'a saldırmak için. Kim diyor bunun koz verdiğini! Hadi böyle bir şeyin olduğunu varsayalım, bu İsrail'e Lübnan'a saldırmak için ne gibi bir gerekçe verecek? Asıl bu saçma açıklamalar yapılarak İsrail'in eline koz verilmiş olunuyor.

Bu konuya daha fazla girmek istemiyorum; ancak Lübnan konusunda diyeceğim odur ki; dikkatli olmalıyız. Evet, biz İsrail'i iki defa yenilgiye uğrattık, aslında defalarca yenilgiye uğrattık; ama en meşhuru ve bilineni 2000 ve 2006 yıllarında olanlardır, ama yine de dikkatli olmakta fayda var.

Size bunları söylüyorum ki bu mesele zihinlerde açıklığa kavuşsun. Ben direnişçi kardeşlerimize özellikle güneydekilere dikkatli ve planlı olmalarını söyledim. Çünkü bu mücrim düşmanın hem bizimle hem bölgeyle hem de dünya ile alakalı nasıl entrikalar içinde olduğunu bilmiyoruz.

Bizi ne 2006 yılında Lübnan'da olanlar ne de şu anda Gazze'de olanlar korkutmaktadır. Bizim tercihimiz olan direnişe imanımız kuvvetlidir. Topraklarımıza yönelik her türlü düşman saldırısına karşı hazır olmamız gerekiyor. Biz şiarımızı kanla yazdık. Her türlü düşmana karşı bu sloganımızla savaşıyoruz: "Zillet bizden uzaktır."

Aziz kardeşlerim;

Bizler Arap ve İslam halklarının bir parçası olarak, bu tarihi günde özellikle Muharrem ayın içerisinde Gazze'de yaşananlara karşı üzerimize düşen insani vazifeyi yapmamız gerekmektedir. Bu gün Gazze'de yaşananların sonuçları sadece Gazze ya da Filistin'i değil bütün İslam ümmetini ilgilendirecek bir boyuttadır.

Bu nedenle sadece protesto gösterileri yapmakla yetinmemeli elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. İmam Seyyid Ali Hamenei (Allah ömrünü uzun etsin) yarını bütün direnişçiler ve mücahitler için yas günü ilan etti. Bu nedenle sizleri yarın bu çağrıya uyarak öğleden sonra saat üçte Raya Stadyumu’nda olmaya davet ediyorum.

Bu Gazze'deki şehitler ve direnişlerine yalınız olmadıklarını ve onlarla olduğumuzu söylemek anlamına geliyor.

Yarın birçok yerde Aşura nedeniyle, özelikle de Hüseyniyelerde meclisler düzenlendiğini biliyorum, ancak bütün bunları iptal edin, kadın, yaşlı, çocuk, genç, yaşlı hep birlikte stadyumda olun ve şehitlerimiz ile birlikte olduğunuzu gösterin.

Yarın burada olduğumuzu Hüseyin gibi burada durduğumuzu bizi kanın ve ölümün korkutmayacağını bütün dünyaya gösterelim.

Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi sizlerle olsun.