• 07/07/09 - 01:00
  • Yazar: Admin
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- Ajans724’ün Yakındoğu Haber Genel Koordinatörü Alptekin Dursunoğlu ile İran’daki seçimler ve sonrasında yaşanan gelişmeler üzerine yaptığı röportaj yayımlıyoruz.




    YDH- Ajans724’ün Yakındoğu Haber Genel Koordinatörü Alptekin Dursunoğlu ile İran’daki seçimler ve sonrasında yaşanan gelişmeler üzerine yaptığı röportaj yayımlıyoruz.

     

    İran’daki olaylar şimdilik durulmuş gibi görünüyor. Sizce bu olaylarda yabancı parmağı bulunuyor mu?

     

    -1979 yılındaki İslam Devrimi’nden bu yana Batılı ülkelerin, İsrail’in ve Batı müttefiki olan Arap devletlerinin İran’a yönelik politikalarının pek de dostça olmadığı biliniyor.
     

    Amerika, 30 yıl boyunca İran’a ekonomik ambargo uyguladı. İran’la 90 milyon Dolar’dan fazla ticaret yapan tüm şirketleri cezalandırmakla tehdit etti. İran’ı uluslar arası alanda yalnızlaştırmaya çalıştı, hatta Tahran’da rejim değişikliği gerçekleştirmek için resmi olarak bütçe ayırdı. Amerika’nın İran’a yönelik düşmanca tutumu sadece ekonomik ve siyasi alanlarla sınırlı kalmadı. Devrimden hemen sonra düzenlediği askeri operasyonu Tebes Çölü’nde başarısız olan ABD, 8 yıllık İran Irak savaşında, Körfez’deki İran’a ait petrol platformlarını vurarak, İran’a ait bir yolcu uçağını düşürerek, Saddam rejimine askeri istihbarat sağlayarak askeri alanda Tahran’a elinden geleni ardına koymayacağının mesajını verdi.

     

    Devrimden bu yana İran’la diplomatik ilişkilerini korumaya özen gösterse de AB ülkelerinin de İran’a karşı tutumu ABD politikalarına paralel gelişti. Şah döneminde İran’la nükleer reaktör inşası konusunda anlaşma imzalayan Fransız Eurodef ve Alman Siemens firmaları, hükümetlerinin baskısıyla anlaşma yükümlülüklerini yerine getirmedi. Fransa, Saddam rejimi için İsrail tarafından bombalanan Osirak nükleer reaktörünü inşa ederken; Saddam rejimi, savaşta kullandığı kimyasalları Almanya’dan tedarik etmekte hiç zorlanmadı.
    Kısaca uluslar arası düzeyde ABD’nin liderlik ettiği İran karşıtı geniş bir cephenin bulunduğu bir sır değil ve Tahran’da bir rejim değişikliği hedefleyen bu cephenin her türlü aracı kullanmak istemesi çok da şaşırtıcı gözükmüyor.

     

    Ancak sistem tarafından onaylanmış 4 adayın yarıştığı bir seçim sonrasında seçimin sıhhatine ilişkin itirazlar sebebiyle yaşanan kimi şiddet olaylarını “yabancı parmağıyla” izah etmek çok da inandırıcı gözükmüyor.

     

    Yaşadığı krizleri iyi yönetemeyen ülkelerin, durumu “yabancı parmağı” ile izah etmeleri tanıdık bir propaganda yöntemidir ve bu yöntem muhtemelen sadece böyle bir izaha ihtiyaç duyan “taraftarlar” üzerinde etkili olabilmektedir.   

     

    Irak’taki başarısızlıklarını İran’ın müdahaleleriyle izah eden ABD’nin de sıkça başvurduğu bu propaganda yönteminin etki gücü elbette sahip olunan propaganda araçlarının çeşitliliğiyle ve kapsamlılığıyla da doğru orantılı olmaktadır.

     

    Öte yandan meseleyi “yabancı komplosu” ile izah etmeye çalışanlar aslında sorunu yönetmedeki başarısızlıklarını itiraf etmiş olmaktadırlar. Çünkü içerideki bir sorun, yabancıların komplosuyla bir bunalıma dönüştürülebiliyorsa, bu güvenlik ve istihbarat yetkililerinin başarısızlığını gösterir.

     

    Yüzde 85 katılımın sağlandığı rejim meşruiyeti açısından gurur verici bir seçim, yabancı komplosu sebebiyle değil, seçimi gerçekleştiren resmi kurumların şeffaflıktan, cevap verici olmaktan uzak durması sebebiyle bir “rejim sorunu” haline dönüşmüştür.

     

    Haklı ya da haksız, seçime hile karıştırıldığını düşünen insanlara şeffaf bir şekilde cevap vermek ve oluşan şüphe ve şaibeleri ortadan kaldırmak yerine onları yabancıların tezgahladığı “kadife devrim” komplosunda yer almakla suçlayan bir yönetim aslında kendi meşruiyetini tartışmalı hale getirmiş olmaktadır.  
     

    2- Seçimlerdeki hile konusunu ve seçim sonrası gösterileri nasıl izah ediyorsunuz?
       

    - Seçimlerin İçişleri Bakanlığı ve Anayasayı Koruyucular Kurulu tarafından gerçekleştiriliyor olması gerekçe gösterilerek İran’da her dönemde hile konusu gündeme getirilmiştir. Ancak bu seçimde hile yapıldığını iddia edenler de hilenin olmadığını söyleyen resmi yetkililer de iddialarını ispat edecek davranışlar içerisinde olmak yerine sorunu bir bunalıma dönüştürecek adımlar attılar.

     

    Seçim sonuçlarına itiraz eden ve hile yapıldığını dile getiren adaylar, bu konudaki yasal ve resmi itiraz makamı olan Anayasayı Koruyucular Kurulu’nun tarafsız olmadığını belirterek itiraz süreçlerinde yer almadılar; bunun yerine sokağa çıkmayı tercih ettiler. Halbuki bu adaylar tarafsız olmadığını iddia ettikleri Anayasayı Koruyucular Kurulu’nun (AKK) onayı ile seçimlere girmeye hak kazanmışlardı.

     

    Bu adaylar, iddialarını AKK, Düzenin Yararını Belirleme Kurulu ve yargı gibi yasal zeminlerde dile getirmek, ispat etmek ve kamu vicdanında haklılık kazanmak yerine milyonları sokağa dökerek şiddete davetiye çıkardılar ve “haksızlığa uğrayan mazlum” yerine “yenilgiyi hazmedemeyen zorba” imajına sahip oldular.

     

    Başta içişleri bakanlığı olmak üzere seçimlerde hile yapılmadığını söyleyen resmi yetkililer ise adayların yasal itirazlarını yapmaları için talep ettikleri sandıklara ilişkin resmi verileri adaylara vermekten ısrarla kaçınarak hile şüphelerini ve şaibelerini arttırmış oldu. Öte yandan seçim itirazlarını ele alacak resmi yetkili kurum olan AKK’nın 12 üyesinden en az beşi, seçimlerde Mahmud Ahmedinejad’ı desteklediğini gizleme gereği bile duymamıştı. AKK üyesi olan Hükümet Sözcüsü ve Adalet Bakanı Gulam Hüseyin İlham’ın herhangi bir adayı desteklemediğini söylemesinin ne kadar inandırıcı olacağı da ayrı bir tartışma konusu. 

     

    Yönetimin, bu meseleyi hile iddialarına şeffaf cevaplar verilmesini gerektiren bir hukuk sorunu olarak değil, bir ulusal güvenlik sorunu olarak ortaya koymaya çalışması seçimlerde hile iddialarını da aşan yeni komplo teorilerini gündeme getirdi. Bu komplo teorilerinden zahiren en akla yatkın olanı da “aslında sorunun seçim ya da seçim hilesi meselesi değil, İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamenei ile Ayetullah Rafsancani arasındaki bir güç ve iktidar mücadelesi” olduğunu iddia edeniydi.
     

    3- İran’da yaşanan bu olayları sistemi içi bir mücadele mi yoksa devrimden kopan insanların bir başkaldırısı olarak mı görüyorsunuz?
     

    - Anayasa’yı Koruyucular Kurulu tarafından seçimlere katılmasına izin verilmiş dört adayın seçim mücadelesinden sistem karşıtı bir başkaldırı çıkabilecek olması çok rasyonel gözükmüyor. Mir Hüseyin Musevi, 20 yıl aradan sonra siyaset sahnesine dönüşünü; devrimin temel ilkelerinden sapmalar gördüğünü ve devrimin ilkelerini yeniden ihya etmeye geldiğini söyleyerek açıkladı. Seçimlere hile karıştırıldığını iddia edenlerin düzenlediği protesto gösterilerinde devrim döneminin sloganları atıldı. Yapılan protesto gösterilerini bir karşı devrim girişimi gibi algılayanlar özellikle kadın kıyafetleriyle dindarlık, siyasi görüş veya ideoloji arasında her zaman birebir örtüşen bir bağıntı olduğunu sanıyorlar. Halbuki Beyrut’ta Hizbullah bayrakları taşıyan her kızın kıyafetinin Hizbullah’ın ideolojisiyle hiç de uyumlu olmadığı da bir gerçektir.       
     

    4- Kimileri yılardır İran’da Rafsancani’nin başını çektiği bir takım grupların ülkede yolsuzluk yaptıklarını ve bazı zenginliklere el koyduklarını söylüyorlardı. Ahmedinecad da seçim kampanyası sırasında yaptığı konuşmada bunu teyit eden bir açıklama yaptı..
     

    -Ayetullah Haşimi Rafsancani, devrim sürecinde, savaş yıllarında, savaş sonrasında ülkenin kalkındırılmasında yani İran’ın son 30 yıllık tarihinin her aşamasında alın teri, emeği çabası olan bir yetkili. İslam İnkılabı Rehberi seçimlerden sonra kıldırdığı ilk cuma namazında verdiği hutbede bu iddialara en net cevabı vermişti. Rafsancani ailesi, İslam Devriminden önce de İran’ın zengin ailelerinden biriydi ve zenginliğini devrim mücadelesi için harcamıştı. Savaştan sonra 8 yıl cumhurbaşkanlığı yapan Ayetullah Haşimi Rafsancani’nin mal varlığında artma değil azalma olduğunu şimdilerde Ahmedinejad taraftarı olan dönemin Yargı Gücü Başkanı Muhammed Yezdi de açıklamıştı.

     

    Burada asıl üzerinde durulması gereken konu, Rafsancani ailesi ile ilgili olarak yolsuzluk iddialarını ortaya atan Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın bu iddialarını dört yıllık iktidarı döneminde neden yargıya taşımadığı ve bu yolsuzluk iddialarını neden Mir Hüseyin Musevi ile yaptığı TV tartışmasına kadar gizlediği; bir cumhurbaşkanının kendisine cevap hakkı bile tanımayan devlet televizyonu aracılığıyla rahatça suçlamalarda bunabilmesi ve bunu İslam ahlakı ve hukukla bağdaştırabilmesidir. 
      

    5- Musevi’nin Tahran Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada özellikle din adamlarının yönetimden elini çekmesi yönünde bir konuşma yaptığı belirtiliyor. Öte yandan Musevi her fırsatta devrime bağlı olduğunu ifade etti. Musevi’nin buradaki konumunu nasıl açıklamak gerekir? Köklü değişim isteyen sistemi içi bir muhalefet mi yoksa aslında söylediklerinden başka niyetleri olan birisi mi?
     

    -Musevi’nin din adamlarının yönetimden elini çekmesi yönünde bir açıklamasının olup olmadığını bilmiyorum; ancak söylenmişse bile bu sözün onun devrime bağlılığıyla çelişen bir tarafının olduğu söylenemez. Çünkü devrimin, veliy-i fakih dışında din adamlarının yönetimde bulunmasını öngören bir ilkesi bulunmadığı gibi İmam Humeyni’nin de din adamlarının icracı makamlarda bulunmasını uygun bulmadığı bilinmektedir. Binaenaleyh Ayetullah Haşimi Rafsancani’nin bu kadar hoyratça yıpratılmasıyla onun çok uzun yıllar boyunca sürekli olarak icracı makamlarda bulunuyor olması arasında doğrudan bir ilişki bulunduğu söylenebilir. Din adamlarının kendi uzmanlıklarıyla ilgili alanlarda yol gösterici ve denetleyici olması; ama uzmanlıklarının dışındaki icracı alanlardan uzak durması, onların yıpranmasını önlemesi bakımından devrimci bir tutum olarak da görülebilir.
     

    6- İran’da sistemin işleyişi biraz karışık ya da alışageldiğimizden daha farklı bir sistem. Bize bu sistemin işleyişini biraz anlatır mısınız? Anayasayı korucular kurulu, Düzenin maslahatını teşhis kurulu, Rehberiyet makamı bunlar ne işe yarıyor ve sistem içerisindeki rolleri nedir? Bunlar dışında İran’da karar mekanizmaları üzerinde etkili olan kişi, grup, vakıf ya da sivil toplum kuruluşları hususunda bize bilgi verebilir misiniz? Gerçekte İran’ı kim ya da kimler yönetiyor?
     

    -Modern dönemdeki İslami hareketler, içinde bulundukları mevcut devletlerin hukuk sistemlerinin İslami kaynaklara göre yeniden biçimlendirilmesinden ibaret bir devlet modeli öngörmektedir.

     

    İran İslam Cumhuriyeti ise devletin sadece hukuk sistemini İslamileştirilmekle sınırlı kalmayan, siyasal sisteme ilişkin olarak da İslami referanslara dayalı bir model ortaya koyan/koymaya çalışan özgün bir çağdaş İslami devlet tecrübesidir.

     

    İran İslam Cumhuriyeti’nin hukuk sistemi bakımından hem Müslüman hem de seküler dünya tarafından anlaşılabilir bulunmasına rağmen, siyasal yapısı bakımından karmaşık bulunmasının sebebi de bu olsa gerek.

     

    Devlet aygıtını yasama, yürütme ve yargı güçlerinden oluşan siyasal bir sistem olarak gören genel anlayışla bakıldığında İran İslam Cumhuriyeti’ndeki “Rehber” ya da “veliy-i fakih” kavramını devlet sistemi içerisinde anlamlandırmak güçleşmektedir. Çünkü velayet-i fakih sistemi yasama, yürütme ve yargı güçlerinin üstünde bir kurum olması bakımından modern demokratik cumhuriyet sistemlerinden farklı olduğu gibi, veliy-i fakihin seçimle belirlenmesi bakımından geleneksel meşruti monarşilerden de farklıdır.

     

    İran İslam Cumhuriyeti, “Rehber” de dahil olmak üzere tüm yönetim mekanizmaları seçimle tayin edilmesi bakımından “demokratik” bir ülkedir; ancak şartları taşıyan bir müçtehide yasama, yürütme ve yargı güçleri üzerinde belirleyici rol verdiği için de aynı zamanda bir “velayet/vesayet” rejimidir.

     

    İran İslam Cumhuriyeti’nde rehber, Şii teolojisindeki 12. İmam’a vekaleten yasama, yürütme ve yargı güçleri üzerinde nezaret hakkına ve yetkisine sahiptir; halk tarafından seçilen, adına da Uzmanlar Meclisi denilen ve İslam alimlerinden oluşan bir meclis tarafından seçilmektedir. Bir başka deyişle velayet-i fakih sistemi, klasik Şii teolojisinde yer alan sivil düzeydeki müçtehit-mukallit ilişkisini siyasal düzeyde imam-ümmet ilişkisi olarak tanımlayan bir siyasal sistemin adıdır.

     

    Şura-yı Nigehban ise (Anayasayı Koruyucular Kurulu) parlamentodan çıkan yasaları anayasaya ve İslam şeriatına uygunluğu bakımından denetleyen ve bir kanun tasarısını yasa olarak onaylama ya da meclise geri gönderme yetkisine sahip kuruldur. 6’sı din alimlerinden 6’sı da hukukçulardan oluşan bu kurulun din alimi olan üyeleri, rehber tarafından atanır, hukukçu üyeleri de baroların önermesi ve rehberin onayı ile tayin edilir.  

     

    Düzenin Maslahatını Belirleme Kurulu ise bir yasa konusunda parlamento ile Anayasayı Koruyucular Kurulu arasında yaşanabilecek muhtemel bir çözümsüzlüğü karara bağlama ve ülkenin genel politikalarını belirleme yetkisine sahip bir kuruldur.

     

    Ülkenin genel stratejilerini ve politikalarını belirleme yetkisi bakımından Türkiye’deki Milli Güvenlik Kurulu’na benzer bir nitelik taşıyan Kurul’da, görevdeki yasama, yürütme, yargı güçlerinin başkanları ile güvenlikle ilgili organların yetkilileri ve yürütme organının eski başkanları da yer alır.
     

    7- Türkiye’deki medyanın İran’daki son olaylara yaklaşımıyla ilgili bir değerlendirme yaparsak, (başta Taraf gazetesi olmak üzere) sanki Kadife devrim iddialarını doğrular bir yaklaşım var. Medya bakarsak insanların evlerine geceleri baskınlar düzenleniyor, sokak ortasında birer ikişer avlanıyor hatta toplu katliamlar yapılıyor gibi bir izlenim ediniyor insan. Bu bir tetikçilik midir, medyamız her konuda olduğu gibi bu konuda da gerçek yüzünü gösterdi diyebilir miyiz?
     

    -İran hükümeti, son yaşanan gelişmelerle ilgili olarak basın ve enformasyon faaliyetleri konusunda son derece kapalı bir politika izledi. Yerel basın, internet, mobil telefonlar sıkı bir şekilde denetim altına alındı. Hatta inanılması güç; ama İran 70 yıllık Soğuk Savaş dönemi boyunca Sovyetler Birliği’nin yapamadığı bir iş yaptı. BBC Farsça servisinin, Amerika’nın sesi (VOA) televizyonunun Farsça servisinin ve ABD fonlarıyla Los Angeles’ten yayın yapan 20’den fazla TV kanalının Hot-Bird uydusundaki yayınlarını parazitle izlenemez hale getirdi ve durdurdu. Seçim sonrasında yaşanan olayların yatışmasından sonra BBC Farsça servisi Hot-Bird uydusundaki yayınlarına yeniden başladıysa da VOA Farsça servisi ile Los Angeles kanallarının yayını, bu röportajın yapıldığı 5 Temmuz itibariyle hala kapalı.

     

    Basın ve enformasyon konusundaki bu kapalılık, fısıltı gazetecilerinin ve komplo teorisyenlerinin ekmeğine yağ sürdü. Bu kapalı enformasyon ortamı içerisinde Türk basınında da yabancı basında da İran’daki gelişmelerle ilgili olarak doğruluğu muhtemel haberlerin yanı sıra akla hayale gelmedik abartılı haberler de yayıldı.

     

    Hal böyle olunca İran’daki gelişmeler konusundaki abartılı ve yanlış enformasyonla ilgili olarak sadece basını suçlamak çok doğru gözükmüyor. Yanlış, abartılı, çarpıtılmış enformasyon söz konusu olduysa bunda medyanın ve İran cahili “Ortadoğu uzmanlarının” olduğu kadar, İran hükümetinin enformasyon politikasının da suçlu olduğu söylenebilir.

     

    8- Son olarak, Barack Obama’nın iktidara gelişiyle İran’daki olaylar arasında paralellik kurulabilir mi sizce?
     

    - Yaptığı seçimin sağlıklılığı konusunda üç cumhurbaşkanı adayını ve en azından oylarını bu adaylara vermiş olan vatandaşlarını ikna edecek bir yönetim becerisi gösteremeyen İran konusunda en temkinli tutumu, ABD Başkanı Barack Obama sergiledi.

     

    Başta İngiltere olmak üzere birçok AB ülkesi, Tahran’daki elçilerini geri çağırdı. ABD’deki Cumhuriyetçiler İran seçimleri konusundaki temkinli tutumundan dolayı Beyaz Saray’a yönelik sert eleştirilerde bulundu. Bütün bunları göz önünde bulundurarak Obama’nın son 30 yıldaki ABD başkanları arasında İran’a karşı en saygılı ve en yumuşak tutumu gösteren başkan olduğunu söylemek yanlış olmaz.

     

    Nevruz’da verdiği sıcak mesajla İran konusunda daha realist bir politika izleyeceğinin mesajını veren Obama; Irak, Afganistan, Filistin ve Lübnan konularında önceki yönetimlerin aksine İran’la çatışan bir politika izlemek istemediğini ortaya koyuyor.

     

    Benzer bir iradenin nükleer programını sorunsuz olarak yürütmek isteyen Tahran’da da oluştuğunu söylemek mümkün. Baker-Hamilton raporu sonrasında Tahran’la Washington arasında yapılan 4 tur müzakere ve cumhurbaşkanlığı adaylarının tümünün bu konuda olumlu mesajlar vermesi, Obama yönetimini İran konusunda yanlış ve kışkırtıcı bir adım atmaktan alıkoyuyor.

     

    Öte yandan İran’da cumhurbaşkanlığına Ahmedinejad’ın seçilmesi İran ABD ilişkilerinin normalleştirilmesi yönünde ciddi bir irade sergileyen Obama açısından da bir şans olarak gözüküyor. Çünkü ABD ile kuracağı temaslardan dolayı, mevcut cumhurbaşkanlığı adayları arasında İran’da devrimin ilkelerinden sapma suçlamalarına maruz kalamayacak tek isim Ahmedinejad.

     

    Ajans724