• 01/01/70 - 02:00
  • Yazar: Admin
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- Bir süre önce cezaevinde maruz kaldığı fiziki işkenceyi protesto etmek amacıyla açlık grevi başlatan İranlı yazar ve film yönetmeni Muhammed Nurizad, açlık grevinden sonra kendisini ziyarete gelen Tahran Savcısı Caferi Devletabadi ile aralarında geçen diyalogu kaleme aldı.




    YDH- Bir süre önce cezaevinde maruz kaldığı fiziki işkenceyi protesto etmek amacıyla açlık grevi başlatan İranlı yazar ve film yönetmeni Muhammed Nurizad, açlık grevinden sonra kendisini ziyarete gelen Tahran Savcısı Caferi Devletabadi ile aralarında geçen diyalogu kaleme aldı.

     

    İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei’ye yazdığı mektuplardan dolayı Rehber’e ve ülke yetkililerine hakaret ettiği öne sürülerek hakkında 3.5 yıl hapis ve 50 kırbaç cezası verilen Muhammed Nurizad, “mahkum” sıfatıyla tutulduğu Evin Cezaevi’nde gardiyanlar tarafından dövüldüğü için açlık grevi başlatmıştı.

     

    İran’dan yayın yapan Kelime adlı internet sitesi Muhammed Nurizad’ın, olaydan sonra cezaevinde kendisini ziyarete gelen Tahran Savcısı Caferi Devletabadi ile yaptığı samimi görüşmeyi ve aralarında geçen diyalogu naklettiği yazısını yayımladı.

     

    Tahran Savcısı’nın ziyaretten sonra Nurizad’ın ailesine yaşananların basına aktarmamaları ve sükut etmeleri şartıyla Muhammed Nurizad’ın bir hafta sonra serbest bırakılacağını söylediğini belirten Kelime, görüşmenin üzerinden bir haftadan daha uzun bir süre geçmesine rağmen hala serbest bırakılmayan Nurizad’ın yazısında şu ifadelere yer verdiğini duyurdu.

     

    Beni gözüm bağlı olarak götürdüler. Odaya girdiğimde uzun bir masanın başında oturmuş 40-50 yaşlarında bir adam gördüm. Gülümsedi ve eliyle oturmamı işaret etti. Oturdum, selam ve hal hatır faslından sonra, “Sayın Nurizad, seni burada görmek istemezdim, neden burada olasın ki?” dedi.

     

    Burası benim evim. Ben burada kendimi ev sahibi olarak görüyorum. Hiçbir şey yapmadığı halde tedip ve tenbih edilmek üzere buraya getirilmiş biri olarak değil!! Diye cevap verdim.

     

    “Bu günlerde çok yaramazlık yapmışsın. Gardiyan bana dilekçe yazdı ve seni şikayet etti. Suratına yumruk vurmuşsun ve gömleğini yırtmışsın” dedi.

     

    Tutuklu olan benimle bu gardiyan arasındaki fark şu: Onun dilekçesi iki günde sizin elinize ulaşıyor; ancak benim hücremden bir ay önce yazdığım dilekçem savcıya ulaşmıyor. Dedim.

     

    Karşımda oturan adam yüzünü kaşımak için bilekten kopmuş elini yıkarı kaldırıp yüzüne sürdü. O zaman anladım ki karşımda oturan Demavend dağı kadar heybetli adam Tahran Savcısı Sayın Caferi Devletabadi’dir. Tahran savcısının bir elini cephede bıraktığını duymuştum.

     

    Siz, Sayın Caferi olmalısınız dedim.

    “Evet” diye cevap verdi.

     

    Dedim ki: Beni hava alma adı altında hücremden çıkardılar. Benim yokluğumda hücreme girip şahsi eşyalarımı ve yazdıklarımı toplayıp götürmüşler.

     

    Önündeki listeyi çevirip, “neden gömleğinin üstüne ‘sağız o halde yaşıyoruz’ diye yazdın?” diye sordu.

     

    Bu basit cümle ülkemizin güvenlik ve istihbarat örgütlerinin neresini sarstı? Dedim.

     

    “İnsana Dekart’ın ‘itiraz ediyorum, o halde varım’ sözünü hatırlatıyor” dedi.

     

    Dedim ki: Sizin arkadaşlarınız yazdıklarımı kişisel eşyalarımın arasından alıp götürmüşler. Siz bana vekaleten o yazdıklarımı talep edip muhataplarına ulaştırın. Birinci yazımın başlığı “Eşeğin Anırmasının Sırrı”dır. İkincisi ise “Milletvekillerine Mektup”tur. Birincisiyle işim yok, onun muhatabı İstihbarat Bakanlığı’dır. Ancak milletvekillerine olan mektubumu milletvekillerine ve halka duyurabilmesi için Meclis Başkanı Sayın Laricani’ye verin.    

     

    “Benim meclisle işim yok; ama neden Rehber’e mektup yazmıyorsun? Biz onu Yargı Gücü Başkanı Sayın Laricani kanalıyla Rehber’e iletiriz. İçinde bir af talebi de olursa daha iyi olur” dedi.

     

    “Ben af talebinde bulunmuyorum; çünkü herhangi bir suç işlemediğime inanıyorum. Benim yazdıklarımın sorunu, kimsenin onlara iyi niyetle bakmıyor oluşudur. Üç gündür açlık grevi yapıyorum, neden; çünkü yasal konumunda yasalara uyacak bir muhatap bulamıyorum” diye cevap verdim. Güldü, grev sözcüğüne gülmesi tuttu.

     

    Samimi bir şekilde: “Hayır Sayın Nurizad, grev yapmayın” dedi.

     

    Dedim ki: Beni, banyosu ve lavabosu olan 440. Bloktaki hücreden, hiçbir imkanı olmayan 209. Bloğa naklettiler. Gardiyan subayını görmek için ne kadar ricada bulunduysam da aldırış etmediler. İtiraz için hücrenin kapısına vurmaya başlayınca kapı açıldı ve gardiyan subayı benimle kavgaya başladı. Diğerlerine haber verdi ve beş kişi gelip beni vinç gibi kaldırıp yere vurdular. Başım şiddetle yere çarptı. Omuzlarım incindi, görme bozukluğu yaşamaya başladım ve şiddetli baş ağrıları çekiyorum. Bu baş ağrıları mide bulantısına sebep oluyor.

     

    Söylediklerimi onayladı; ama sürekli olarak açlık grevimi bitirmem için ısrar ediyordu.

     

    Dedim ki: Sayın Caferi ben açlık grevinde kararlıyım. Bugün üçüncü günümdeyim ve buraya güçlükle geldim. Bir bardak su içmedim, bir kesme şeker bile yemedim. Evin Cezaevi radyolojisinde başımın ve omzumun filmi çekildi. Bu filmlerde bir şey çıkmayabilir; ama dört gün sonra hücremden cenazemi çıkarırsınız.

     

    “Kendi elinle kendini öldürmen doğu değil” dedi.

    Neden? İmam Hüseyin bu işi yaptı dedim. “Onun karşısında Yezid vardı” dedi.

     

    Dedim ki: Nerde kanun yoksa orada Yezid vardır. Tıpkı bizim İslam’la alakası olmayan yargı sistemimiz gibi. Siz, Sayın “P”yi tutuklayıp zindana atıyorsunuz. Onun ifşa ettiği kişiler ise serbestçe dolaşıyor. Şehram Cezairi’yi zindana atıyorsunuz; ama rantla yüz binlerce Tümen servet yapan “…”yı bakanlığa kadar yükseltiyorsunuz. Yargı organlarımız o kadar rayından çıkmış ki, “….” gibi bir yetkili, kurnaz adamların elinde oyuncak oluyor ve şoförünün ve damadının aracılığıyla adaletin derisi yüzülüyor.

     

    “Bu kurnaz adamlar onun hüseyniyesi için 200 milyon tümen harcadılar” dedi.

     

    Dedim ki: Ben de duydum. Ama şoförüne bir villa verdiler ve birçok imzayı ondan aldılar. Siz bir savcı olarak itiraz etme cüretini gösteremiyorsunuz. Niçin? Çünkü bu masaya ve terfiye muhtaçsınız.

     

    “Hayır öyle değil, ben bir savaş gazisiyim” dedi.

     

    Dedim ki: Olsun, terfi merakı savaş gazisi dinler mi? Neden itiraz etmiyorsunuz? Bu yargı sisteminde adil ve layık olmayan yargıç az mı?

     

    “Evet var; ama benim görev alanımın dışında” dedi.

     

    Neden istifa etmiyorsunuz? Dedim, “Bir şeyler yapabilirim diye kalıyorum” diye cevap verdi.

     

    Dedim ki: Herkes yaptığı hatalara bu tür açıklamalar getiriyor. Organlarımızın çoğu rüşvet ve kaçakçılıkla kirlenmiş bulunuyor ve sizin müdahale etmeye cesaretiniz yok. Ama sizler içim yandığı için doğruyu söylediğimden ötürü beni zindana atıyorsunuz. Cahil ve küfürbaz sorgucularınızın beni dövmelerine ve namusuma hakaret etmelerine izin veriyorsunuz. Ekonomik ve toplumsal rantçılar serbestçe geziyor; ama sizin onları tutuklayacak cesaretiniz yok.

     

    Bizim yargı sistemimizde adalet büyük bir şaka gibi. Ben bu hasta adaleti eleştirdiğim için zindandayım. Yargı, güvenlik ve ekonomi organlarımızdaki bu hastalığa sebep olanlar ise serbestler ve destek görüyorlar.

     

    Savcı sözlerimi sabırla dinledi ve sonunda Rehber’e mektup meselesini tekrar etti. Dedim ki yazarım ama kendi istediğim gibi. “Tamam yaz” dedi.

     

    Kağıt kalem getirdiler. Üç gündür süren açlık grevim sebebiyle acı çekerek şunları yazdım. “… Birisi çıkıp Kerbela’daki çöplüğe ve kirliliğe itiraz eder ve Şehitlerin Efendisi’nin ziyaretçilerini ‘İmam Hüseyin temizliğin ve nezafetin örneğidir. Bu kirlilik İmam’a yakışmıyor. İmam bundan inciniyor ve rahatsız oluyor’ diye yüksek sesle uyarırsa onu tutup zindana mı atmak gerekir? Bugün benim hikayem budur. Ben bütün bu çirkinlikleri ve kötülükleri bunca bedel ve bunca zahmetle kazanılmış devrime yaraşır görmüyorum. Ben, Evin Cezaevinde cahil sorgucuların hakaretlerine ve dayaklarına maruz kaldım. En kaba ve en iğrenç yöntemlerle sanıklardan itiraf alan sorgucuların… İkinci Kehrizek’i, İmam-ı Zaman’ın askeri olduğunu iddia eden kişilerin feci davranışlarını size yüz yüze görüşerek anlatmayı çok isterdim…”

     

    Mektubu tamamlamadan Tahran savcısına verdim. Dilekçe olmak üzere bir kağıda da “Hakkımdaki mahkumiyet kararı resmi olarak ilan edildiği halde neden beni hala istihbaratın zindanında tutuyorlar?” diye yazdım ve ondan umumi koğuşa naklimi istedim. Şu an bu yazıyı umumi koğuştan yazıyorum. 7. Koğuş 5. Salondan.

     

    Muhammed Nurizad