YDH- İsrail’de yayımlanan Haaretz gazetesinde Nir Hasson imzasıyla yayımlanan makalede Ortodoks Yahudilerin İsrail rejiminin Doğu Kudüs’ü Yahudileştirme politikasına Filistinlilerle birlikte karşı çıktığı anlatılıyor.
YDH- İsrail’de yayımlanan Haaretz gazetesinde Nir Hasson imzasıyla yayımlanan makalede Ortodoks Yahudilerin İsrail rejiminin Doğu Kudüs’ü Yahudileştirme politikasına Filistinlilerle birlikte karşı çıktığı anlatılıyor.
“Şeyh Cerrah’ın Filistinli halk ile dayanışma için eylem düzenleyenlerin başını, dini temellere sahip bazı genç Yahudiler çekiyor. Aktivizmlerini ve bunun Tevrat’ın onlara göre asıl manasıyla olan ilgisini açıklıyorlar” spotuyla yayımlanan makalenin çevirisini yayımlıyoruz.
Doğu Kudüs’ün bir mahallesi olan Şeyh Carah’ta Hillel Ben Sasson’un katıldığı ilk mitingden çok da uzun olmayan bir zaman önce, bir bakıma orada Yahudi yerleşimiyle en çok özdeşleşen kişilik olan Aryeh King İsrail’in başkenti için verilen savaşta, solun yenilgiye uğradığını açıklamıştı.
King, geçen Kasım’da Haaretz’e ’Geçmişte mitingler düzenlerlerdi’, ‘Ama şimdi onların artık savaşı kaybettiklerini anlamalarını sağlayabildik. Onlar 20 kişi bile toplayamazlar ve orada bir miting olsa bile, düzenleyecek olanlar Avrupalılardır. İsrailliler artık katılmıyorlar. Biz kazandık’ şeklinde açıklama yapmıştı.
Fakat King yanılıyordu. Birkaç gün sonra, Ben Sasson ve arkadaşları Şeyh Cerrah’taki yerli halkı desteklemek için gösterilere katıldılar ve sadece yerli halkın hakları adına değil, ayrıca solun statüsünün hem başlı başına hem de Kudüs’teki temsili adına bir artçı savaş başlattılar.
Ben Sasson, ‘Bana göre, Şeyh Cerrah’ta olmak dini varlığımın tam ve kusursuz bir şekilde vücuda gelmiş halidir’ diyor bir süre önce mahallesinde yürürken. ‘Bir Cuma günü gelemediğimde, o gün sabahtan muskamı takmamışım gibi hissediyorum. Buradayken, ben ikinci bir kez mülteci konumuna düşecek insanların sürülmesine karşı savaşıyorum, ayrıca da yerleşimcilere karşı; çünkü onlar beni yasallığın sınırlarını aşmaya zorluyorlar. Onlar iki kat düşman; hem Filistinlilerin evlerini çalmaya çalışıyorlar; hem de, bir tezada düşerek, Allah’ına iman ettiğim dinin anlamını yok etmeye.’
Geçen yaz, Şeyh Cerrah’tan birkaç ailenin çıkarılması, İsrail’de en çok ilgi çeken gösterilerden birinin yapılmasına neden oldu. Batı Şeria bölgeleri olan Bil’in ve Na’alin’i ayıran duvara karşı düzenlenen haftalık gösterilerde olduğu gibi, bu hareketin arkasında bir tek örgüt yoktu. Başı çekenler, yerli halka destek veren, birkaç düzine kadar aktivistti. Geçen Kasım’dan beri her cuma günü, sayıları 200 ila 300’ü geçmeyen ve çok azı Filistinli olan ya da İsrail vatandaşı olmayanlardan oluşan kişiler bu eylemlere katılıyor.
Şeyh Cerrah’ın 30 önemli aktivistinden yarısının şimdi ya da geçmişte dinlerine çok bağlı olduklarını aşağı yukarı tahmin etmek mümkündür. Çoğu 20’li ve 30’lu yaşlardaki genç insanlar ve büyük bir çeşitlilik arz ediyorlar: Aralarında dindarlar, eskiden dindar olanlar; fakat hala din ve gelenek gibi kavramları önemseyenler, dini şartları bazen yerine getirenler, ‘şeffaf takkeler’ (kendilerini dindar olarak tanımlayan kafalarını kazıtan bir grup), sekülerler ve kendilerini bu çerçevede bir değerlendirme altına sokmayanlar. Genel olarak, neredeyse hepsi de Museviliği ve Musevi din eğitim ve altyapısını kendi politik düşünüş ve aktivistliklerinde önemli yapıtaşları olarak görüyorlar. Ve, acaba onların Şeyh Cerrah’taki varlıkları dindar toplumda eşi görülmemiş bir olayın başlangıcı mı, ya da acaba dindar solun kaybolan sesini yeniden mi canlandırıyorlar diye merak ediyorlar.
Şeyh Cerrah’taki en uzun sakal herhalde Rabbi [haham] Arik Ascherman’a ait olsa gerek. Kendisi ‘Hahamlar İnsan Hakları İçin’in yönetici üyesi. Arapçasında belirgin bir Amerikan aksanı olan Rabbi, uzun yıllardır Şeyh Cerrah ve diğer mahallelerde Filistinlilerle omuz omuza savaştı.
‘Bunun yeni bir olgu olduğunu düşünüyorum’ diyor. ‘Dinleri de çaprazlamasına kesen bir hareket bugün Kudüs’te oluşmaya başlıyor. Bu insanlar bir önceki neslin anlaşmalarıyla bağlı olmayan ve mücadeledeki yoldaşları dindar mı değil mi diye merak etmeyen kişiler; ve hepsi de geleceğin tehlikede olduğu hissiyatını paylaşıyor.’
‘Sembolik başkent’
Ben Sasson, “Kuzenlerimden birinin belki de şimdi ‘Yine bu solcular bizim aramızdaki talihsiz insanları düşüneceklerine diğer tarafa geçtiler’ diyor.” Ama Şeyh Cerrah’ta iyi adamı kötü adamdan ayırmada asla yanılmazsınız. Bu olaya nasıl baktığınız ya da tanımladığınızla ilgili bir şey değil; burada yaşayan yerleşimciler asla iyi adam olarak düşünülemezler, Filistinliler de aynı şekilde kötü adam olarak. Belki başka bir yerde acı çeken bir Filistinli için durum görecelidir; ama burada gayet net. Ve ayrıntılar hakkında fazladan ne biliyorsanız bilin; ya da tartışmalarınıza Herzl’in görüşlerini katın isterseniz; durum değişmez.’
Birkaç düzine Filistinli mülteci aileleri Şeyh Cerrah’ta aşağı yukarı 60 yıldır yaşıyorlar. Geçtiğimiz günlerde, Nahalat Şimon adında, yerleşimci kuruluşların bir kolu olan bir şirket, 19. yüzyılın sonundan kalma ve mahkemelerde onaylanmış belgelere dayanarak, bu insanları evlerinden çıkarmaya başladı. Yerleşimciler üç tane evin kalıcı olarak sahipliğini üstlendiler bile. Daha fazla sayıda Filistinli aile de tehlike altında.
İsrail hukuku bir yüzyıl önce terk edilmiş Yahudi mallarının tekrar sahiplenebilmesine izin veriyor, ama İsrail’in Bağımsızlık Savaşı sırasında evlerini terk etmiş Arap ailelerinin onları yeniden almalarına izin vermiyor. Yani, 1948’in mülteci aileleri, 2010’da yine mülteci olmak durumunda; ve bu dengesiz durum Doğu Kudüs’teki mücadeleyi besliyor.
Kudüs’teki İbrani Üniversitesi rektörü tarihçi Menahem Sasson’un oğlu olan Ben Sasson, şimdilerde Yahudi araştırmaları üzerine doktora tezini yazıyor. Konu, Allah’ın dış dünyadaki en bariz ismi. Şeyh Cerrah’taki gösterileri ‘Allah’a bir ibadet (Allah’ın İbranice ismi) olarak tanımlıyor ve kendisine muhalefet edecek yerleşimcileri de teolojik bir tartışmaya davet etmeye çok istekli. Bu tartışmaları kafasında uzun zamandır kafasında prova ettiği anlaşılıyor.
‘Uzilerini ellerinden alıp, polisi de defedip, karşılıklı medya olmadan da oturulursa; kuyruklarını arkalarına kıstırıp kaçacaklardır’ diye konuşuyor. ‘Orta Çağ’da tartışmalar eğitimli Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında yapılırmış. Bazen Yahudiler kazanırmış ve diğerleri bu durumda canlarını kurtarmak için kaçmak zorunda kalırlarmış. Eğer şimdi yerleşimcilerden birini benimle tartışmaya getirseniz, ben kazanırım. Bütün Yahudi kaynakları benim tarafımda. Onların bütün yaptıkları sapkınlık. Onların yaptıkları en bariz şekilde Allah’ın ismini kirletme.’
Bu tezini göstermek için, hemen bir alıntı yapıyor: “Ezekiel 33: Ey ölümlüler, İsrail topraklarında bu harabelerde yaşayanlar… kan döküyorsunuz, yine de toprağa sahip olmaya çalışıyorsunuz!’
Mücadelede önemli isimlerden olan diğer bir uzun zamanlı aktivist olan, 35 yaşındaki Esef Şaron ise bu konuda o kadar iddialı değil. “Museviliğin tek bir şekli yoktur” diyor. “Birçok fikir, akım ve değişik motifler var; bunlardan bazıları bizim tarafımızda –yani politik anlamda-, bazıları ise değil. Maalesef benim büyüdüğüm çevrede ikinci gruptakiler daha baskındı.”
Stanford Üniversitesi’nde felsefe bölümü doktora öğrencisi ve bir seküler olan Şaron, Batı Şeria’daki, Beytüllahim ve Otniel Yeshiva’nın güneyinde Etzion Blok’taki Alon Shvut’ta, dini eğitim verilen ve askerlik hizmeti gerektiren bir eğitim almış.
‘El Halil tepelerinin güneyinde sol kanattan bir faaliyette, Filistinli çocukları okulda korumaya almıştık. 100 kadar yerleşimci ve bir Jeep etraflarını sarmıştı’ diye anlatıyor Şaron. ‘Bize vurmaya başladılar ve kavga gürültünün arasında birden ismimin söylendiğini duydum. Baktım ve onlarla birlikte gelenlerden birinin liseden arkadaşım olduğunu gördüm. İnsanlar kavga ederken biz sarılıyorduk. Sınır polisi bütün solcuları götürdü, ama beni fark etmediler, çünkü yerleşimcilerin tarafındaydım.’
“40-50 kadar adama karşı tek başıma dini bir tartışmaya girmiştim. ‘Soygunculuk soygunculuktur’ diye bağırdım onlara, bir yandan da bu konuyla ilgili ayetleri sıralıyordum. Tartışma ilginç ve eğlenceliydi, Museviliğin onların değil benim tarafımda olduğunu hissetmem benim için çok önemliydi. Gerçekten de Museviliğin doğru ve güzel taraflarının benimle olduğunu hissediyordum, fakat Musevilikte bir o kadar da ırkçılık ve şiddet var. Kabaca söylemek gerekirse, onlar hala fetih yapma aşamasında olan ilk peygamberlerle beraberler; bense bir toplum yaratmaya çalışan son peygamberlerle. Ben toprak fethetme işini bitirdiğimizi söylüyorum; Bağımsızlık Savaşı bitti artık ve artık asıl mesele nasıl bir toplum oluşturacağımız oldu.”
Protesto hareketindeki çoğu arkadaşı gibi Şaron da, dindar-Siyonist bir memlekette bir bakıma tuhaf kaçan; liberal dindar bir aileden geliyor. Politik düşüncesinde bir dönüm noktası ve seküler dünyaya doğru aldığı yolda önemli bir kilometre taşı olan olay, 4 Kasım 1995 gecesinde Yitzhak Rabin’in katledilmesi olmuş.
“Bu olay bize yakın bir yerde olmamıştı, o gece barış toplantısı için meydana gitmiştim ve cinayetten sonra şafak sökene kadar oradaydım. Sabah yeshivaya (dini okula) gittim. O zamanlar çok dindardım. Okuldaki haham o gün bana Hashomer Hatzair’den (sol kanat gençlik hareketi) insanların bizimle görüşmek istediğini söyledi.”
“Bu ne acayip bir durum diye düşündüm o anda diye devam ediyor. Rabin’in cesedi daha soğumamıştı bile, ve biz onlara ulaşmaya çalışıp af dilemeye gideceğimize, onlar bizim ayağımıza gelmişti. Bir de haham öncelikle bana yaklaşmıştı; çünkü benim sol kanada eğilimim olduğu anlaşılıyordu ve öğrencilerin çoğu onlarla buluşmayı kabul etmezdi. Sonunda buluştuk, ama yeshivada değil, bir apartman dairesinde ve böylece bizi kimse görmedi. Rabin’in öldürülmesi yerleşimciler için bir araç olmuştu; bu olaydan sonra davadan caymanın yanı sıra, medyada, politikada ve kültür alanında önemli pozisyon ve etki alanlarına sahip oldular. Daha da önemlisi, İsrail’in ‘sembolik başkent’ini ele geçirdiler. Şimdi kendilerini Yahudi gemilerinin sahibi olarak tanımlıyorlar. Hegemonyayı kurdular.”
Aktivist din
Şeyh Cerrah grubunun bazıları kendilerini, bir zamanlar Kudüs’te var olmuş olan sol kanat liberal dindar kesimin devamı olarak tanımlıyorlar. Bu grup dindar Siyonizmin milliyetçi düşüncesi yayılmaya başlayınca kaybolmuş.
İbrani Üniversitesi ‘Yahudilik’ departmanında çağdaş Yahudiliği anlatan ve mücadelede önemli aktivistlerden biri olan 44 yaşındaki Amos Goldberg, “Toplumsal olarak, Kudüs’te din normalden daha çoğulcudur” diyor. “Kudüs’ün solu ise ‘sol’a göre dine çok yakındır ve bu hareket zamanında ya da hala dindar ve sofu olan birçok insanı içinde barındırır.”
Şaron, son dönemin dindar solcu aktivizmi için değişik bir yorum getiriyor: “Belki şu durumumuz, entelektüel soldan değil Gush Eminum’un hareketinden beslenmiş olmamızdan kaynaklanıyordur. Orada asıl ilke, politikayı harekete dönüştürerek yapmaktır. Bir olay olduğunda olay mahallinde olmalısınız, güvenliğinize rahatınıza uyan yerde değil. Bu politik hareketin eylem demek olduğu düşüncesinden gelir, yoksa olay birilerini sizin tarafınızın doğru olduğuna inandırmak değildir. Bu açıdan diğerlerinden ziyade Zambish’e (Zambish yerleşimci bir aktivist olan Ze’ev Hever’in takma adıdır) daha yakınız denebilir. Ayrıca onlardan devlet mekanizmalarına nasıl karşı durabileceğimizi öğrendik.”
Goldberg kendisini Şeyh Cerrah’a yönlendiren -ve bir de hapse tıkılmasına sebep olan değişiminden, ‘eğitici bir dönem’ olarak bahsediyor. Birkaç yıl önce, yerleşimciler tarafından rahatsız edilen Filistinli çiftçiler için kurulan barış organizasyonlarının oluşturduğu bir koruma grubuna katılmış.
“Ben hep solcuydum; ama aynı zamanda bir askerdim. Bir gün sürmek istediği tarlasından bir asker tarafından kovalanan yaşlı bir Filistinli gördüm. Elinizde olmadan yaşlı adamın tarafını tutuyor ve ‘Bu asker bir hayvan’ ’’ diyorsunuz’ diyor Yahudi soykırımından sağ kurtulanlar üzerine tezini yazmakta olan doktora öğrencisi Goldberg.
“Birden kafanızdaki bir şey alt üst oluyor: Ben ne devletle, ne onun sembolleriyle ne de polisle kesinlikle aynı tarafta değilim diyorsunuz. O insanları düşündüm… ve onlara‘düşman’ demeye dilim varmadı artık. O noktadan sonra hep yaptığınız şeyleri artık eskisi gibi göremiyorsunuz. Ben taraf değiştirmedim aslında, sadece kimliğimin haritası değişti ve bu bir kez oldu mu, geriye dönüş olmuyor.’’
Ağırlıklı olarak Yahudi soykırımı ile ilgilenen bir araştırmacı olarak, Goldberg tarihin vicdanını yönlendirmesine izin veriyor: “Kişisel psikoloji düzeyinde, bu bir ahlaki görev meselesi, olaya tanık olanların sorumluluğu denilebilir. Olayın küçük ya da büyük bir adaletsizlik olması fark etmez; durumun aşırıya kaçmasını beklemeye gerek yok. Birisi tıpkı bizim gibi adaletsizlik ve ırkçılık gördüğünde, müdahale etmelidir.”
Goldberg dini kurallara sıkı sıkıya bağlı olmayı uzun zaman önce bırakmış, fakat şimdiki durumunu tanımlamak istemiyor. Çocukları dindar ve o takkesini de giyiyor. “Bu güneşten korunmak için ve beni tanımlamaya yetecek bir şey değil. Aynı zamanda kullanışlı, çünkü kelleşiyorum” diye esprili bir şekilde cevap veriyor.
Aslında, dindar kesimden bazı insanları düşününce, bu kişiler yerleşimci bile olsa, içi umutla doluyor: “Dini toplumun büyük bir kesiminin söylemleri çok belirgin şekilde ırkçı. Kavramsallaştırmaları 1920 ve 30’larda Avrupa’da halk hareketlerinin düşünceleriyle benzerlik taşıyor. Fakat aynı zamanda, Filistinlilere yapılan en büyük yanlışı yerleşimcilerin değil, seküler milliyetçiliğin yaptığını unutmamalıyız. Çuvaldızı yerleşimcilere batırmak, İsraillilikte bir çeşit içten temizleme süreci. Dini yerleşimci söylemden değişik bir tür politik söylem çıkması, bunun daha eşitlikçi bir söylem olması tabii ki mümkün. Dini bir dünya görüşünden filizlenen ve tüm bölgeyi kutsayacak fikirlerden bahsediyorum; çünkü toprak Allah’ındır, insanların değil. İşte buradan eşitlik fikirleri doğabilir.”
Goldberg direnişçi arkadaşlarının hiddetini, yerleşimciler, Kudüs Belediyesi ve polisin de Şeyh Cerrah mahallesini tanımlamak için kullandığı Adil Şimon adını inkâr etmeden paylaşıyor. İkinci tapınağın en yüksek rahibi olan Şimon’un mezarı bu bölgede. Bu isim tartışmalarda, bu bölge için mücadelenin sembolik anlamı olarak geçiyor.
Goldberg; “Adil Şimon’un mezarı yüzlerce yıldır buradaydı ve Filistinlilere hiç zarar vermedi. Yahudiler geldi ve burada hiç şiddet yoktu” diye açıklıyor. “Ben ortak bir direnişin yeni bir dil oluşturması gerektiğine inanıyorum. Buraya hem Adil Şimon hem de Şeyh Cerrah diyebilmenin bir yolunu bulmamız gerek. Bu noktada, din bize yardımcı olacak” diyor.
Ben Sasson’un da söylediği gibi, “Keşke El-Kuds (Kudüs’ün Arapça ismi) isminin de bu şehrin girişinde yazacağı gün gelse. Keşke bunu görmeye layık olsak.”
İbadet ve İnanç
“Dindar bir toplumda büyümek inançlarını fiiliyata dönüştürmek demektir” diyor, Beytüllahim’in yakınında Efrat yerleşimindeki milliyetçi-dindar bir evde büyüyen 27 yaşındaki sosyal hizmet görevlisi Elişeva Milikovski. “Sadece evde oturup düşünmezsiniz. İnandığınız şeyleri pratiğe dökersiniz.”
Milikovski bundan birkaç yıl önce, İsrail’e gelen Afrikalı mültecilerle tek başına bir kurum olarak ilgilendiğinde ün kazandı. Ordunun aldığı emir, Mısır’dan İsrail’e geçen mültecileri kuşatarak Be’er Sheva’da bir sokağa bırakmaktı. Bu sırada birisi, ordudan birisi Milikovski’yi arayıp haber vermişti. Mültecilere ülkeye geldikleri ilk günlerde yardım edebilmek için elinden gelen her şeyi yaptı. O zamandan beri mültecilerle çalışmaya devam ediyor ve bunun kendisini nihayetinde Şeyh Cerrah’a getiren şey olduğunu söylüyor.
“Efrat’ta iyice belli oluyor ki Filistinliler şeffaf insanlar. Yerleşim bölgesinde yaşıyorsanız etrafınızda ne olup bittiğinden haberiniz bile olmaz. Ergenlik dönemimde de kendimi solcu olarak görürdüm, ama faaliyetlerimi şekillendiren değişim aslında mültecilerle başladı. Diğer tarafı görmek için çaba sarf ettim.”
Kudüs’teki Keter Basım Evi’nde prodüksiyon amiri olan 44 yaşındaki Gil Gutglick, Şeyh Cerrah Mücadele Hareketine katılmadan önce politik bir aktivist değildi. Uzun bir zamandır seküler; fakat Doğu Kudüs’ün bu mahallesinde gösterilere katılmasının bir sebebinin de dindar geçmişiyle alakalı olduğunu kabul ediyor.
“Benim Yahudi tarafım çok kuvvetlidir. Yahudi yerleşimcilerinin daha yatakları sıcakken Şeyh Cerrah’taki Filistinlilerin evlerine girebilmelerine utançla bakıyorum. Bu utanç, beni katılmaya iten en önemli şeydi. Amos’tan (Goldberg) bana onlarla birlikte mücadele edecekleri insanlara ihtiyaçları olduğu şeklinde bir e-posta gelmişti. Sonraki gün işten sonra oraya gittim ve o gün bu gündür, ne zaman mümkün olsa bu mahalleye geliyorum.”
Gutglick, 14 Mayıs’ta bir gösteride tutuklandıktan sonra, adına mahkeme kararıyla 5 ay boyunca bu bölgeden uzak durması emri çıkan 14 aktivistten biri.
“Ben dindar biriyim, ama öyle zamanlar geldi ki, inanmaktan vazgeçtiğim anlamına gelmese bile, şu takkeyle sokakta yürümek istemediğim zamanlar oldu” diyor, yine Keter’de çalışan 27 yaşındaki Netanel Warschawski.
“Yerleşimcilerin inançları adına ve takke giymenin adına utanmıştım; insanlar korkunç şeyler yapıyor ve söylüyorlardı. Bu topluma ait olmak istemiyordum, onların benim onlar gibi olduğumu, aynı görüşte olduğumuzu düşünmelerini istemiyordum. Sekiz yıl önce arkadaşlarımla bir tartışmaya girdim, bu tartışmada başımdaki takkeden utandığımı söylemiştim ve o zamandan beri bunun özüne ters bir sembole dönüştüğünü düşünüyorum. Dinime bağlı olmaktan gurur duyuyorum ve dinimi onlardan daha iyi temsil ettiğimi düşünüyorum. Bu yüzden hala takkemi giyiyor ve onunla eylemlere gidiyorum.”
Şeyh Cerrah’taki geçmişte ve hala dindar olan aktivistler arasında hem genç yetişkinler hem 40’lı yaşlarının ortalarındaki insanlar var. Hayat hikayeleri dindar toplumun son yıllarda geçirdiği değişimi yansıtıyor. Yıllar önce, Goldberg ve Gutglick dindar genç kesimin düzenlediği barış gösterilerine katılmışlar. 35 yaşındaki Şaron, bitiminde Rabin’in öldürüldüğü toplantıya katılmış. Gruptaki genç kadınlar olan Mlikovski ve Technion’da –Halfa’daki İsrail Teknoloji Enstitüsü- şehir planlaması bölümünde yüksek lisans öğrencisi 29 yaşındaki Şira Wilkof, bu tarz eylemlerin olduğunu duyduğunda büyülenmiş.
“Altıncı sınıftayken, yani Rabin’in katlinden üç yıl önce, bize kızlara ayrılan bir sınıfta Gemara anlatan bir hahamı hatırlıyorum. İlk dersine geldiğinde tahtaya ‘En iyi Arap ölü Arap’tır’ diye yazmıştı” diyor Wilkof.
Suikastın olduğu gün o miliyetçi-dindar Bnei Akiva hareketinin Ra’anana kolunda yer alıyormuş. “Dokuzuncu sınıftayken, cinayeti duyduklarında neşeyle yüzleri gülen çocukları hatırlıyorum” diye ekliyor. “Benim büyüdüğüm yerde çok az solcu vardı. Bu herhalde Kudüs ve Ra’anana arasındaki farkı ortaya koyan şey. Kudüs’te liberal entelektüel elitler var. Ama ben ortadaki kuşaktanım, yani açık dini Siyonizm’in yaygın olduğu kuşak. Ortama ‘Ya bizimlesindir ya da bize karşı’ şeklinde bir hava hakim, yani bu günleri yaşamak 10 kat daha zor.”
Ben Sasson’un aksine, Wilkof eylemini “Allah’a ibadet”in tersi bir şey olarak görüyor. “Benim tecrübem tamamen farklı” diyor. “Beni Şeyh Cerrah’a getiren şeyin hiçbir dini boyutu yok. Tam aksine: Bu benim için dindar toplumun ayrımcı, dışlayıcı mesajları ve evrenselliğin mesajı arasında yapılan bir seçimin sonucu.”
3 yıl öncesine kadar Celile’de yaşayan Gutglick, tüm süreci daha başka bir şekilde yaşamış: “Bir baloncuk içinde, 14 yıl boyunca İsrail toplumunda yaşanan değişimlere hiç tanık olmadan yaşamışım. Geri geldiğimden beri gördüğüm bu nefreti anlayabilmiş değilim. Ben sağcı bir ortamda yetiştim; Judea ve Samarya’da gezintilere çıkardık; ama daha başka şeyler de vardı tabii. Araplardan, solculardan, Tel Avivlilerden, ‘öteki’den, bu derece bir nefret olduğunu hatırlamıyorum.”
Öyle görünüyor ki Şeyh Cerrah mücadelesinde zafer olursa bunun ne olacağı sorusunun basit bir cevabı yok.
“Bu öyle tek bir şeyi çözdüğünde başka her şeyini hallettiğin bir mesele değil” diye açıklıyor Şaron. “Burada olan şey İsrail rejiminin temelinde olan şeyle ilgili: Irka dayalı ayrımcılık... Yani geniş bir perspektifte, mücadelenin başarısı devrime yakın bir şey olabilir.”
Geç başlangıç
Şeyh Cerrah eylemcileri ve Kudüs polisi arasındaki mücadele son günlerde değişik bir hal aldı. İki hafta önce çarşamba günü sabah saat 5’te, polis baş eylemcilerden birinin anne-babasının evine geldi, ve onlara sorgulama için kendileriyle gelmelerini söyledi. Annesi görevlilere kızının bu evde yaşamadığını söyledi ve oturduğu adresi vermeyi reddetti.
Ertesi gün, genç kadın kendi isteğiyle polis merkezine gitti. Bir görevli onu kendisiyle bir ‘sohbet’ etmesi için çağırdı. Merkeze bir istihbarat bilgisi üzerine davet edildiğini söyledi, bir sonraki gösteride kendini ateşe vereceği ihbar edilmiş. “Facebook’ta provokasyon için Molotof kokteylleri atıp kendimi ateşe vereceğimi yazdığım söylenmiş” diye anlatıyor.
Bununla uzaktan yakından ilgisi olabilecek hiçbir şey yazmadığını söyleyen kadın, sorguyu yapan kişiye “Bu bilgiyi size kim verdiyse onu sorgulamalısınız” demiş. 20 dakika sonra da serbest bırakılmış.
Eylemciler polise sağcılar tarafından taciz amaçlı olarak, uydurma ihbarlar yapıldığı görüşünde. Aktivistlerin adları bu yakınlarda, daha birçoklarının adı ile birlikte, eylemcileri taciz etmeye çağıran sağ kanat sitelerinde yer almış.
“Sağ kanatta kurallara karşı gelenlerle uğraşmak yerine, Kudüs polisi Şeyh Cerrah aktivistlerini rahatsız etmeye devam ediyor” diyor Esef Şaron. “Üç ay önce aşırı sağcı aktivistlerden gelen taciz ve tehditleri belgeledik, polis bu tehditlerin araştırılması ya da bunlara son verilmesi adına hiçbir şey yapmadı. Bu bölge polisinin tehlikeli önyargısının bir göstergesi, sağcı kurumların uygulayıcı eli olmuşlar. Polis kısıtlı kaynaklarını nafile bir hayalet avcılığı için harcıyor.”
Kudüs polislerinin sözcülerinden birinin söylediğine göre, “kadın bir aktivistin söylediği ve yaptığı iddia edilen ciddi sözler ve eylemler için, polis bütün gününü onu bir sorguya çağırmak için bulmaya harcamış. Şafak sökmeden biri eve gelmiş, polisler de onun arkasından. Öğlende avukatıyla sorgu için gelen kadın, sorgulanıp serbest bırakılmış.”
Basit bir soru
Şeyh Cerrah mahallesi 19. yüzyılda lüks bir Arap meydanı olarak inşa edildi. Naşaşibibi ve Hüseyni gibi en bilinen ve seçkin Filistinli ailelerin evleri hala orada. Yüzyıllardır, bölgenin merkezindeki mezarlık Adil Şimon’un son dinlenme yeri olarak bulunuyor. 19. yüzyılın sonlarına doğru mezarlığın etrafında küçük bir Yahudi mahallesi oluşmaya başlamış. Doğu Kudüs’teki benzer Yahudi mahalleleri gibi, orası da 1920’ler ve 30’larda Arap bölgelerinden gelen tacizler sonucu terk edilmiş.
İsrail’in Bağımsızlık Savaşı sırasında Ürdünlüler bahsedilen bölgeyi ulusallaştırmışlar ve 1950’lerde Yeşil Hattın içersindeki evlerinden çıkarılan 28 Filistinli aile buraya yerleştirilmiş. Ürdün hükümeti ve BM Mültecilere Yardım ve Çalışma Örgütü, Birleşmiş Milletler yardım kuruşu, Yahudiler tarafından satın alınmış olan toprakları sembolik bir para karşılığı bu mültecilere vermişler. Karşılığında, Filistinliler mülteci sertifikalarını bırakarak daha düşük kira ödemişler.
1970’lerin başında, iki grup –Sefarad Grubu Komitesi ve Knesset İsrail (İkinci Tapınak dönemine ait bir isim) Komitesi- emanet edilen veya terk edilen Yahudi mallarına dayanarak, bu toprakları üzerlerine almayı başarmış ve isimlerini kayıt ettirmişler.
Buna karşılık 1982’de, Filistinliler mücadelelerinin geleceği açısından büyük bir hataya düşmüşler. Şaşırtmalı bir yasal danışmanlık sonucu, komitelerin toprağı sahiplenme haklarını onaylayan ve kendilerine koruma altındaki kiracı statüsü bağışlayan bir anlaşmaya imza atmışlar. O günden beri Filistinliler ve avukatları, reddetmek ve feshetmek için uğraşıyorlar, fakat bu konudaki tüm çabaları mahkemeler tarafından reddediliyor.
Filistinli yerlilerin durumu Nahalat Şimon şirketinin toprağın bir kısmını bu iki komiteden satın almasıyla daha da kötüleşti. Bu şirket yerlileri kovmak için yasal mecrada bir savaş veren şirketti. O günden beri, üç aile uzaklaştırıldı. Yasal süreç diğerlerini de uzaklaştırmak üzere işliyor. Çıkarılan aileler evlerinin karşılarındaki kaldırımlara protesto çadırları açtılar ve buralar yerleşimcilerle sürekli bir sürtüşme ve meydan okuma yeri haline geldi.
Şeyh Cerrah üzerine yasal süreçlerin politik ve ahlaki anlamda ortaya koyduğu ciddi durumlar var. İsrail yargı sistemi tarafından sürekli mağdur edilen Filistinli yerleşimciler, basit bir sorunun cevabı için uluslar arası bir eylem düzenlemeyi planlıyorlar: Neden Yahudi komiteleri 1930’larda terk ettikleri evlerini, Osmanlı zamanından kalma belgeler göstererek alabiliyorlar da, Filistinliler 1948’de terk ettikleri evleri için aynı iddia da bulunamıyorlar? Çıkarılan aileler evlerine geri dönebilmek için geçmişte Yafa’da, Tzrifin’de ve başka yerlerde terk ettikleri evlerini vermeye hazır.
Yerleşimciler, Şeyh Cerrah’taki 30 evi yıkmak ve kalıntılarının üzerine 200 yerleşim kapasiteli bir siteden oluşan yeni bir mahalle kurmayı tasarlıyorlar. Bu bölgede oluşturulmak istenen diğer toplulukların bir zinciri niteliğinde olacak; yerleşimcilerin Amerikan patronları Irwin Moskowitz tarafından alınan Shepherd Hotel bileşkesi, Kerem Hamufti bölgesi ve diğerleri. Bu senaryo gerçekleştiğinde eski Filistin mahallesi hızlı bir Yahudileştirme altına girecek.
İsrail’in şu anki hassas politik durumu ve daha az kışkırtıcı olan yerleşim projeleri için bile onay almanın günümüzdeki zorlukları düşünülürse, bu tarz bir planın yakın bir gelecekte onaylanabilmesi mümkün gözükmüyor. Ama bazen Şeyh Cerrah’ta durum, Doğu Kudüs denilen bu barut fıçısını patlatmak için daha fazla kışkırtmaya ihtiyaç yokmuş gibi duruyor.
‘Burası bizim toprağımız’
Şimon Hatzaddik (Adil Şimon) adını verdikleri mahalle yerleşimcilerinin baş sözcüsü, Sefaradçı medyum Haham Ovadiva Yosef’in torunu ve eski parlamento üyesi Yaakov Yosef’in oğlu; aynı zamanda aşırı Ortodoks Sefarad aileleri kızlarını Imanuel’deki Haredi okuluna dahil etme hareketinin başında olan Yonatan Yosef.
Yosef, diğer tarafın dindar eylemcilerine küçümseyerek bakıyor. “Ben haftanın yedi günü oradayım ve onların yaptığı bütün eylemleri kaydeden bir fotoğrafçımız var” diyor. “Aralarındaki dindar insan sayısı yok denecek kadar az. Aralarında birkaç tane küçük takkeler takan kişiler var.”
Böyle demesine rağmen devam ediyor; “Dindar olan ve Yahudi toplumuna ait olan İsrail toraklarında dini inanca karşı eylem yapan; şüpheleri olan, bir Arap söylemini benimseyen, FKÖ bayrağı altında yürüyen ve Yahudi mezarlığına dua etmek için gelen Yahudileri rahatsız eden biri, kendi kendini dindar toplumun içinden silmiştir.”
Yosef dini bir tartışmaya girmekten de korkmuyor. “Neden Tevrat basit ahlaki emirlerle başlamıyor da Yaratılış ile başlıyor? Bunun cevabı; Allah, bu dünyayı toprağı İsrail oğullarına vermek için yarattı. Bize çalmak için geldiğimizi söylüyorlar, zaten sana ait olan bir şeyi nasıl çalabilirsin? Aksini iddia eden kişi Tevrat’ın apaçık bir kuralına karşı çıkıyor demektir- bunu az bir şey Tevrat okumuş bir çocuk bile bilir.”
Yosef ayrıca yerleşim bölgesinde sağcılar tarafından yapılan büyük eylemlerden de bahsediyor. “Lag Baomer gününde 27.000 kişi vardı, Kudüs Günü’nde ise binlerce daha fazlası; ama basın 150 kadar anarşistin üzerinde duruyor.”
Çeviren: Gözde Nur Donat